YAZARLAR

Bir kez daha hatırlayalım: 'Cumhuriyet alkışla olmaz'

Vazgeçelim artık şu uydurma “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” isminden... “Devleti” araya, sona sokmadan “Türkiye Cumhuriyeti” diyerek işi bitirmek çok mu zor? “Sadece cumhuriyet ile olmaz, devletsiz asla olmaz!” diyorsanız o başka; o zaman cumhuriyet ile yetinmeyen bir devlet arayışındasınız demektir ki….

Cumhuriyetin kuruluş yıldönümüne ilişkin kutlama sayfaları gazeteleri her yıldönümünde olduğu gibi bir kez daha ihya edecek ağırlıktaydı. Bizde âdet böyle ne yazık ki; kutla milletin cumhuriyetini, koy altına şirketinin/kuruluşunun adını, kapat tam bir sayfayı…

Siz de karşılaşmışsınızdır muhakkak: yıldönümünün sabahında Turkcell üzerinden bir numarayı aradığımda bağlantı öncesi Atatürk’ün nutkundan bir bölüm araya giriyordu. “Bu ne münasebetsiz bir araya giriş!” diye söylendim, ne türden bir yakınlıkları olabilirdi ki?

Açtım sonra önümdeki gazeteyi. Ülkenin “en büyük gazetesi” –tabir caiz ise- bir kez daha “malı götürmüş”tü. Türk Telekom, tam sayfa “Tek yürek Türkiye”yi gözümüze sokuyordu. Hele de Hyundai’nin göz açıklığı: “Gittiğin yerleri toprak diyerek geçmemektir Cumhuriyet”(!) Özel üniversiteler bir yandan, cumhuriyetin bir “fazilet” olduğunu hatırlatan bankalar öte yandan, seyahat şirketleri, inşaat firmaları (hatta “Kuru Kahveci Mehmet Efendi”), aklınıza kim geliyorsa gazetede tam veya yarım sayfa yer kapmışlardı.

Bu imzalı cumhuriyet kutlamaları içinden “İstanbul Barosu”nun “tam sayfa”sı özellikle dikkatimi çekti. Kaçıranlar da mahrum kalmasın diyerek bu “kutlamayı” olduğu gibi aktarıyorum:

“Unuturlarsa HATIRLAT! / Bugün, bizim kendimizi yönetmeye başlamamızın yıldönümü! / Unuturlarsa hatırlat! Demokrasiyi, “gerçek demokrasiyi’” tanımaya başladığımız ilk gün bugün. Bu ülkenin vatandaşları olarak, hiçbir ayrıma tabi tutulmaksızın bütün haklardan eşit faydalanmaya başladığımız ilk gün bugün. / Unuturlarsa hatırlat! Hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı bir sistemle tanıştığımız ilk gün bugün. Yasalar çerçevesinde özgürce hareket etmeye başladığımız, düşüncelerimizi açıkça ifade etme hakkına da sahip olduğumuz ilk gün. / Bugün 29 Ekim. İstanbul Barosu olarak Cumhuriyetimizin 94. Yılını çoşkuyla kutluyoruz.

Ne diyeyim bilmiyorum ki? Cumhuriyet reklamla da olmaz; tıpkı yazının başlığında Hüseyin Cahit’ten naklen aktardığımız gibi cumhuriyetin “alkışla olmayacağı” gibi. Kuruluş yıllarının bu cevval kaleminin “Alkışla cumhuriyet olmaz” şeklindeki bu son derece yerinde ve (anlayan için) tutulması gereken doğru yolu işaret eden uyarısının mükâfatını İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilerek ödediğini de hatırlıyorsunuzdur. Hüseyin Cahit de sayıları hiç de az olmayan yazar, çizer, vekil gibi Millet Meclisi’nde salt çoğunluk bile sağlanmadan “Cumhuriyet” ilan edilmesini doğru bulmuyordu.

(Hüseyin Cahit, bu olması gerektiği gibi ilan edilmeyen “cumhuriyet”in kendisini de “yoldan çıkarıp” yıllar sonra Tan Matbaası’nın basılıp talan edilmesini “Kalkın ey ehli vatan” başlıklı yazısıyla kışkırtan bir gazeteciye dönüştürebileceğini de sezmiş olabilir mi acaba?!)

Tanıl Bora’nın bu bahisle yakından ilgili olarak önemli bir tarihçimizin değerlendirmesine yer verdiği şu satırlarını da hatırlayalım: “Ahmet Kuyaş, cumhuriyetin bir ilkesel tercih olmaktan çok, Kurtuluş Savaşı önderliğinin konumunu pekiştirecek bir siyasal manevra olarak ilan edildiğini – nitekim Mustafa Kemal’in Nutuk’unda da Cumhuriyet fikri üzerine esaslı bir değerlendirmeye yer verilmediğini- söylüyor.”

Bizim “cumhuriyet” meselesini olması gerektiği gibi değerlendirmekten nasıl uzak olduğumuzun –bence de- tartışma götürmez apaçık örneği anayasamızdan başlayarak karşımıza çıkan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” ifadesidir.

Tanıl Bora’ya tekrar dönecek olursak şöyle yani: “Resmi dilde cumhuriyetle kastedilen, büyük çoğunlukla, devletten başka bir şey değildir. ‘Cumhuriyet’, ‘devlet’in ve ‘devletin bekası’nın bir lâkabı olarak kullanılıyor, kutsanıyor. Cumhuriyet’in zaten bir devlet biçimi tanımını da bünyesinde taşınmasıyla yetinmeden veya daha büyük ihtimalle ‘Cumhuriyet’ kavramının bünyesini bu tanımdan ibaret kılma itkisiyle daha dolu ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ demenin ‘zevki’ de bundandır."

Gerçekten, nedir bu “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”? Cumhuriyetlerde asla rastlanmayan bu “kavram”(!) nasıl bir şeydir? İkna olmayanlar önlerine Fransa’dan başlayarak AB üyesi Almanya, İtalya, Polonya, Slovenya (…) anayasalarını açabilir. Batı’nın hiçbir cumhuriyetlnde kafaları ve işleri birbirine karıştıran böyle bir ifade yoktur. “Cumhuriyet” ve “devlet” kavramlarının birlikte kullanılması birinci kavramın ikincisinin “hizmetçisi” kılınması demektir.

Cumhuriyet” tabi ki “devletsizlik”ten dolayı doğmadı. Büyük Devrim’in öncesinde “Devlet benim” diyenler eksik değildi. Devrim’in getirdiği “Cumhuriyet” de sonuç olarak bir “devlet”ti; ancak bu yepyeni politik oluşum artık “devlet”le birlikte anılmak istemiyordu.

Vazgeçelim artık şu uydurma “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” isminden... “Devleti” araya, sona sokmadan “Türkiye Cumhuriyeti” diyerek işi bitirmek çok mu zor? “Sadece cumhuriyet ile olmaz, devletsiz asla olmaz!” diyorsanız o başka; o zaman cumhuriyet ile yetinmeyen bir devlet arayışındasınız demektir ki….

Madem bir yıldönümü dolayısıyla konuşuyoruz, bu durumda cezaevinde ikinci yıldönümlerini tamamlamaları yakın olan gazeteciler içinden birisinin bugünkü yazıya konu olarak seçtiğimiz “Cumhuriyet”e ilişkin bir yazısından da kısa bir bölüm aktaralım:

Cumhuriyet yönetimi, -o esnada muhalefet izhar eden- birkaç siyasi elit dışında amme efkarı tarafından hemen hemen muhalefet eseri gösterilmeksizin, adeta suhuletle kabul görmüştü. Bu zımnî rızada, Osmanlı siyaset ricalinin, meşrutiyet fikri etrafında neredeyse bir asra yaklaşan mücadelesinin tesirleri vardır şüphesiz. Elbette meşruti monarşi ile cumhuri idare aynı şey değildir; ama mutlakiyetle cumhuriyet arasındaki en yumuşak geçişin tarihen; ancak meşruti monarşi yoluyla tahakkuk edebileceğini de unutmamak gerekir.”

İyi oldu, “yıldönümü” vesilesiyle uzun zamandır kalemini kullanamayan Ahmet Turan Alkan’ı da anmış olduk böylece…