YAZARLAR

Demokrasi gerekli ve olanaklı mıdır?

Demokrasinin, her sıfatı yüklenebilen bir idea olarak belirişi hangi çok temel insan ihtiyacına binaen olmalı? Yoksa aslında yüklendiği sıfatlar tarafından iğfal edilmesi için “korunup kollanan” bir ideal mi, bu bakımdan gerçekleşmeyeceği bilinse de diri tutulan ortak bir düş mü demokrasi?

Kamusal alan kesif ve sürekli bir demokrasi arzusuyla sarmalanmış durumda. Herkes demokrasi arzuluyor, kendince demokrat; liberal demokrasiye, muhafazakâr demokrasiye, sosyalist demokrasiye, vb. inanılıyor. İyi olan her şey demokratlığa yoruluyor. Bu kadar çok ve neredeyse herkes tarafından arzulanıyorsa neden gerçekleştirilemiyor, doyurulamıyor bu arzu? Demokrasi fikrine, arzusuna yol açan şartları varoluşumuzun ne kadar derininde aramalıyız? Demokrasinin, her sıfatı yüklenebilen bir idea olarak belirişi hangi çok temel insan ihtiyacına binaen olmalı? Yoksa aslında yüklendiği sıfatlar tarafından iğfal edilmesi için “korunup kollanan” bir ideal mi, bu bakımdan gerçekleşmeyeceği bilinse de diri tutulan ortak bir düş mü demokrasi? Ya da tüm dertlerimizin kaynağı olan gerilimleri, çıkmazları mucizevî bir şekilde çözüme kavuşturacak, ortadan kaldıracak bir maymuncuk, insanın şu ya da bu yolla varmayı arzuladığı yeryüzü cennetinin çekirdeği mi?

Başkalarına da mal olabilecek (yani kamusal olan) herhangi bir meselede demokrasi arzusundan sapmak kolaylıkla takınılabilecek bir tavır değildir; demokratik olmayan bir çözümün, tutumun talep edilmesi, demokrasinin vaat ettiği hoşgörünün derhal geride bırakılıp bu ortak idealin hukuk kılığına bürünmüş (bu nedenle yansızlığından kimsenin şüphe etmediği) gücünün böyle bir talebin sahiplerinin karşısına dikilmesine yol açar. Örneğin her biri seçime konu olan oturma odanızın düzeni, kitaplarınızın sırası, giysilerinizin rengi, kimle dost olduğunuz ya da bir bulvarın hangi tarafında yürümek istediğiniz, başkasını ilgilendirmediği sürece, kimsenin sizden demokrat olmanızı talep etmeyeceği meselelerdir. Ama bizzat bu meseleler kamusal alanı, daha doğrusu kamu düzenini ilgilendirmeye başladıkları anda, kamu iradesi varlık zemini kazanır.

Kamu iradesi, kaçınılmaz olarak kamusal alan-özel alan geriliminin belirlenimine tabidir. Zira kamusal olan herkesi ilgilendirendir, bu durumda herkesi ilgilendirmeyen meselelerin olması da beklenmelidir. Kamu düzeni, insan teklerinin muhtemel bütün ilişkilenmelerinin tekabül ettiği evrenin, yani toplumun, toplumsal olanın kamusal alan-özel alan gerilimine göre düzenlenmesinin eseridir. Dolayısıyla bu gerilim tarafından biçimlendirilmekle birlikte, gerilimi karakterize etme gücüne de sahiptir. Toplum, toplumsal olan, insan teklerinin (elbette tarihsel olan) ilişkilenmelerinin oluşturduğu evren ise, varlığı kendinden menkul bir kamu düzeni de olanaklı değildir. Kamu düzeni, toplumun, yani insan tekleri arası ilişkilerin herkesi ilgilendirenler-herkesi ilgilendirmeyenler gerilimi zemininde büyük çoğunlukla belirli çıkar şebekeleri arası uzlaşı sonucu çerçevelenmesi, sınırlanması, belirlenmesidir. Yani bazen teker teker insanların, çoğu zamansa söz konusu çıkar şebekelerinin birbirlerinin karşısına herkesle ilgili varlıkları bağlamında birer beden olarak dikilmeleri, kamu düzeni denen şeyin temelde siyasal olduğuna işaret ediyor. Bu yüzden iyi belirlenmiş bir kamu düzeni, siyasal soruna bir çözüm de sunmuş olur, kamusal alan-özel alan gerilimini yönetecek bir kamusal irade vücuda getirir. İşte demokrasi kamusal iradenin nasıl vücuda getirileceği sorusuna verilmiş yanıtlardan biridir. Bu yanıt, kamusal iradeyi, kamu düzenini (dolayısıyla kamusal alan-özel alan ayrımını), siyasal sorunun çözümünü, nihayet toplumsal olanı belirleme gücüne sahiptir. Bununla birlikte demokrasinin diğer yanıtlara karşı söylemsel bir üstünlüğü vardır.

Demokrasi, herkesi ilgilendireni, gerçekten herkesi içerecek kadar, diğer bir deyişle her insan tekini, her tikel ilişkiyi içerecek kadar geniş tutmaya dayandığından en az dışlayıcı olan yanıttır. Demokrasinin halkın idaresi olarak kutsanması bu durumun bir tezahürüdür. Doğal olarak kamu düzeninin, toplumun kuruluşuna ilişkin bu yanıta, kendini herkesi esir edecek kadar, herkese egemen olacak kadar güçlü hissetmiyorsa kimse itiraz edemez. Yanıt, analitiktir, itiraz götürmezdir. Yani mevzubahis olan kamu ise demokrat olmak zorundasınızdır: Herkesi içermeli, eşitlik ilkesine dayanmalısınız. Yalnız demokrasiyi olanaksız kılacak kadar büyük bir engel söz konusudur. Gerçekte siyasal sorunun (egemenlik sorunu, kamu iradesi sorunu) bir çözümü olması gereken demokrasi, hegemonik meşruiyeti (yani kimsenin itiraz edemeyeceği kadar haklı olması) nedeniyle, fiilen çözüme kavuşturulmuş siyasal sorunun lafzî, söylemsel kılıfı kılınıyor. Bu bakımdan olsa olsa esasen kamu düzenine uygun, onu var eden siyasal pozisyonları haklı göstermeye yarayacak, kamunun (herkesin), siyasal sorunun çözüme dahlini önleyecek bir söylemdir, fiilen de herkesin arzusudur. Herkesin arzusuna dönüşmesi, sorgulanamaz bir insanlık idealine terfi etmesine yol açar. Dolayısıyla herkesi ilgilendiren bir iş, bir insanlık ideali olarak demokrasi namına yapılıyorsa itiraz edilemez olur. Bu çerçevede 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra Türkiye toplumunun muhafazakâr kesimlerinin tuttuğu ‘Demokrasi Nöbeti’nin ardındaki motivasyon bütünüyle anlaşılır hale gelir. Ya da Irak Kürtlerinin, Katalanların özerkliği demokratik bir hak olarak talep etmeleri.

Siyasal sorunun çözümüne yanıt olmadığı her durumda, mevcut siyasal pozisyonları (aktörleri) destekleyen bir politik söyleme dönüşmesi kaçınılmazdır demokrasinin. Örneğin anti-demokratik olduğu gerekçesiyle Suriye rejimine karşı cihatçılığın desteklenmesi demokratik ideale hizmet etmek olur ya da demokratik ideal öyle gerektirdiğinden ailelerinin dinlerinin buyruğuyla kız çocuklarının okula gönderilmemesi ya da sünnet edilmesine itiraz etmeyen bizler, satanizme itiraz ederiz; bu çerçevede demokratların Selefi İslam’ın uygulamalarına neden karşı olduklarını anlamak mümkün değil. İslam’ın söz konusu yorumuna inanan birinin elinin hırsızlık yaptığı gerekçesiyle kesilmesine itiraz etmek anti-demokratik değil midir, Selefi uygulamaların demokratik idealin dışında görülmesinin ölçütü nedir? Bu, dikkat edilirse, kamusal alan-özel alan ayrımını belirleyenin ne olduğunu sormaktır esasında ve bu soru satanizm, Selefilik ya da kamu düzenine ilişkin bir tahayyüle sahip herhangi bir siyasal çözüm tarafından zaten yanıtlanmıştır. Dolayısıyla Selefiliği, daha genel olarak İslam’ı, Hıristiyanlığı, burjuva demokratik düzenlerini, vb. siyasal sorunun birbirlerine alternatif yanıtları olarak düşünmek zorundayız.

Demokrasinin tüm alternatifler için kurgusal bir meşruiyet kaynağı oluşturması, onun ütopik karakteri nedeniyledir; en başta kamunun (herkesin) kim olduğuna karar vermek zorunda olan alternatif siyasal çözümler için herkesin olabilecek en geniş kesimleri kapsamasını öngören demokrasi, bir siyasal ufuk, her siyasal projenin meşruiyet kaynağı biçimsel bir ideal teşkil eder; bir kandırma aracıdır. Bu noktada göz ardı edilmemesi gereken demokrasinin tarihsel yüküdür, demokratik siyasal çözümün aslında her türlü imtiyazı aşındıra aşındıra kamusal olanı büyük insanlığa doğru genişleten kendi başına bir çözüm olduğudur. Siyasal sorunun (kamu iradesinin belirlenmesi sorunu, kamusal alan-özel alan geriliminin boşa çıkarılması gayreti) çözümü olarak demokrasi, alternatiflerinin her meselede yol açtığı imtiyazları aşındırma ufkuna sahip olmakla gerekli ve olanaklıdır. Diğer yandan muarız siyasal çözümlerin birbirlerine üstünlük savaşında kullanılan kurgusal bir ideal olarak demokrasi büyük insanlığın ihtiyaç duyduğu son şeydir, ancak korkarım hayli işlevli bir siyasal araçtır. Öyle olmasa Ankara’da yaşayan yaklaşık 5 milyon insanın bu işe uygun olanlarından hangi bakımlardan daha ehil olduğu muamma olan sabık belediye başkanının bu şehri beş dönem demokrasinin gereği olarak idare etmesi nasıl açıklanırdı; demokrasi bu zatın iktidarını o kadar garanti altına almıştır ki ‘hadi sen artık şöyle dur’ diyenlere ‘tek şartla, benden sonra, en az benim kadar, bu nedenle bütün Ankaralılar’dan daha ehil olan oğlum belediye başkanı olursa’ deyiveriyor! Demokrasinin erdemleri saymakla bitmez ve ne mutlu bize ki bunda çıkarı olan herkes demokrasinin erdemlerine sıkı sıkıya bağlı. Yoksa bir sendika başkanı, her seferinde seçilmek suretiyle bir sendikayı 36 yıl boyunca idare eder ve ‘Süleyman hep başbakan’ olur muydu? Demokratik bir dünyada yaşamıyor olsaydık, Deniz Baykal CHP’yi 18 yıl nasıl idare ederdi, oğlunun parlak bir adam olduğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan AKP’ye 15 yıl nasıl başkanlık ederdi, Angela Merkel Hıristiyan Demokratlara 17 yıl nasıl liderlik ederdi, Vladimir Putin 1999’dan beri Rusya’yı nasıl yönetirdi, Aziz Yıldırım bilmem kaç dönemdir nasıl Fenerbahçe Kulübü başkanlığı yapardı!

Demokratik bir toplumla ilgili emin olduğum tek şey, böyle bir toplumda kimsenin yönetmeye talip olmak istemeyeceğidir; onun iktidarın kimsenin arzulamayacağı bir musibet olduğu bir kamu düzenini sağlayan bir toplum olacağıdır; asgari imtiyaz, alabildiğine refah. Ancak demokrasi idealinin taşıyıcısı olabilecek imtiyazsızların (aslında kendileri için uydurulmuş) dünya tahayyülleri ne yazık ki buna elverecek gibi değil. Daha pratik bir öneriyle bitireyim bu kez: Kamu iradesinin seçimle belirlenen hiçbir parçasının (cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, sendika başkanlığı, parti başkanlığı, dernek başkanlığı, vakıf başkanlığı, anonim şirket başkanlığı, meclis üyeliği, milletvekilliği, kooperatif başkanlığı, muhtarlık, sınıf başkanlığı, kulüp başkanlığı, dekanlık, rektörlük, vb.) iki dönemden fazla aynı kişi ya da kişilere teslim edilmesini engelleyecek anayasal bir ilkenin benimsenmesi, herkesin ortak arzusu demokrasinin başlıca biçimsel şartı kabul edilmelidir.


Aydın Ördek Kimdir?

1979'da İmranlı'da doğdu. ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat bölümünden mezun oldu. Siyasal-iktisadi bir kategori olarak parayı tanımlama sorununu konu alan doktora çalışmasını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde sürdürmektedir.