Kadın karşıtı kardeşlik: Din, bilim ve iktidar - IV
İnsanlığın akıl yürütmeyle, düşünce bilimleriyle ve incelemeler, deneysel ya da gözlemsel araştırmalarla ulaştığı bilgilerin sonucunda vardığı yaratılış özelliklerinin gereği olan eşitlik kavramı, Kuran’da sunulmuş bilgi olmasına rağmen Müslümanlar bugün bile anlayamıyor. Farklı din ve inançtan olanların, inançsız olanların ulaştığı bilgi Müslümanların başucu kitabında 1400 yıldan beri saklı kalmış halde. Okuyanların çok büyük bir kısmı anlamıyor. Anlayanların çok büyük bir kısmı eril hegemonyaya teslim.
Ey insanlar! Biz sizi bir erkek, bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesi Allah katında en üstün olanınız takvaca en ileride olanınızdır.49-Hucurat Suresi 13
Kur’an’da milliyet ve cinsiyet eşitliğine en açık delillerden biri olmak üzere yukarıda yer verdiğim ayet gösteriyor ki insanlar arasındaki ilişkilerde yaratılıştan gelen eşitlik yaşanmalı. Üstünlük ancak Allah katında. Takva yani Allah’a yakınlığın ölçütü de hükmü de ancak O’na ait. Yani bu dünyaya değil öbür dünyaya ait bir mesele. Hükmü de bilgisi de bize ait değil.
Yukarıdaki ayet doğrultusunda pek çok Müslüman milliyetçilik, ırkçılık karşıtı duruş sergiler. Devletler ve toplumlar değil ama bileniyle, inananıyla ırkçılığa, çatışma sebebine dönüştürülen milliyetçilik biçimlerine karşı duranlar var, geçmişte olduğu gibi günümüzde de. Ancak Hucurat-13’ün kavmiyetçilik karşıtlığını anlayanlar olmasına rağmen aynı ayeti delil kabul ederek cinsiyetçilik karşıtı duruşu ifade edenler pek yok. Oysa ki bu ayet, İslam’da kadın erkek eşitliğinin de en açık delillerinden biri. Üzerinde düşünülmesi, ibret alınması gereken bir başka özellik ise bugün dünyada cinsiyet eşitliğini savunanların aynı zamanda milliyetçilik ve militarizm karşıtı oluşu gibi ayetin de cinsiyet ve milliyet eşitliğini bünyesinde toplaması.
Kurulu düzene başkaldıran güçlü inanç devrimlerinden biri İslam ve kendinden önceki toplumun alışkanlıklarına köklü değişimler getirdi. Bir devrim ama bir çırpıda gerçekleşmiş bir darbe değil. Biliminin de öngördüğü en kalıcı eğitim basamağı olan bir nesil ömründe, 23 yılda tamamlanan vahiy süreciyle adım adım yeni toplum düzenine alıştırılmış insanlar. Şüphesiz en keskin değişimler kadınlarla ilgili olanlar. Çağının, o çağda yaşayan insanların algılayabileceğinin çok ötesinde, yukarıdaki ayette bildirilen eşitlik kavramı. Coğrafi, kültürel veya dönemsel farklılaşmaların tümüyle dışında net bir hüküm getirilmiş bu ayetle. Ancak sorun insanların idrakinde. Peygamberimizin sağlığında kadın hayatına yansıyan Kur'an hükümleri daha sonraki dönemlerde tedricen gerileyip eski adetlere benzetilmiş. Öyle bir eskiye dönüş ki cahiliye adetleri, kadınlar söz konusu olduğunda din gibi algılanır hale gelmiş.
Eski dinlerden ve geleneklere yansıyan düalist yaklaşımlar sızmış dine. İyi ve kötü karşıtlığı üzerine oturan inanç biçimlerinde olduğu gibi erkeğin hep iyi olanla ve kadının hep kötü olanla özdeşleştirilmesine benzer biçimde kadının “aklı ve dini eksik” sayılmış. Sadece eşitlik sorunu değil aslında itikadi bir yaralanma da getirdiği, vahdete ters düştüğü hiç düşünülmeden.
İnsanlığın akıl yürütmeyle, düşünce bilimleriyle ve incelemeler, deneysel ya da gözlemsel araştırmalarla ulaştığı bilgilerin sonucunda vardığı yaratılış özelliklerinin gereği olan eşitlik kavramı, Kur'an’da sunulmuş bilgi olmasına rağmen Müslümanlar bugün bile anlayamıyor. Farklı din ve inançtan olanların, inançsız olanların ulaştığı bilgi Müslümanların başucu kitabında 1400 yıldan beri saklı kalmış halde. Okuyanların çok büyük bir kısmı anlamıyor. Anlayanların çok büyük bir kısmı eril hegemonyaya teslim. Kur'an, ataerkiyi yıkacak hükümler içermesine rağmen İslam toplumlarında adeta ataerkinin kutsal kitabıymış gibi yorumlanıyor. Dünya da Müslümanların haline bakarak İslamı tanımaya çalıştığı için İslamı kadın düşmanı bir din olarak görüyor.
Bize gelince, daha yakından bakarak bugünkü dindarlık algısı içinde yuvalanmış ataerkinin, sürdürülebilmesine yol açan etkenleri, bir örnek olayı inceleyerek daha kolay anlayabiliriz. Bir örnek olay, nam-ı diğer klinik vaka İhsan Şenocak meselesi, elverişli bir laboratuvar malzemesi niteliğinde. Samsun Aşıkkutlu Eğitim Merkezi Müdürü'yken görevden alınan ve sonrasında destekçilerince Diyanet İşleri Başkanlığı'na hesap sorma baskısı kurulan bir din adamı Şenocak.
Önce ilgili eğitim merkezine göz atmakta fayda var. Linkteki bilgiler gösteriyor ki iki kurumun yapımını üstlendiği bina diyanete intifa hakkıyla devredilmiş. İslam Kültür ve Dayanışma Vakfı ile Yeniçağ Eğitim A.Ş binayı yapıyor. Hisseleri farklı olarak toplamda 222 kg altın bedeliyle eğitim binası yapıldıktan sonra şirket, yatırımını vakfa hibe ediyor. Sonrasında da vakıf Diyanete intifa hakkıyla devrediyor. Sene 2005. Merkezin farklı binaları var. Bunlardan birinde Diyanet İşleri Başkanlığı imamlara hizmet içi eğitimler veriyor. İhsan Şenocak da görevden alınıncaya kadar öğretmen kadrosunda imam eğitimlerine katılırken aynı zamanda müdürlük görevini de üstleniyor. Hem de kendi çalışmalarını bu merkezde yürütüyor. Nedir kendi çalışmaları sorusunun cevabına yazar Bülent Şahin Erdeğer’in sosyal medya paylaşımlarında rastlamak mümkün:
“İhsan Şenocak Nakşibendi tarikatının Çarşamba Kolunun Samsun Halifesinin (Temsilcisi) oğludur kendisi de aynı tarikata mensup olup vakti zamanında DİB Aşıkkutlu Eğitim Merkezi'nin olduğu araziyi Diyanet'in kullanımına vermiştir… İhsan Şenocak da burada cemaat faaliyeti yürütüyor tüm Mişkatul Mesabih gibi derslerini ve çalışmalarını burada yapıyor resmî görev olarak da "öğretmen" kadrosunda gözüküyor.”
Görüldüğü gibi vakamız ‘parayı verenin çaldığı düdük’ meselesi. İşten el çektirilmesine karşı koparılan kıyamet de bu zamana gelinceye kadar verdiği onca vaazda kullandığı üstenci dille verdiği “hüküm”ler de tarikat örgüsüyle desteklenip ‘beşik uleması’ kibriyle besleniyor. Şirketleşmeler yoluyla kapitalizmin en önde gelen temsilcileri konumundaki tarikatlar aynı zamanda hanedanlaşmış durumda. Babadan oğla geçen postlar devletin makam koltuklarıyla da bu denli içli dışlı olmanın ötesinde al-ver ilişkisindeyken asıl parayı veren halkın düdüğünü kendisinin çalması zor tabi. Merkezin yapıldığı 222 kg altın o şirketin, o vakfın ve bu devir teslim işinde baş rolde olduğu düşünülen İhsan Şenocak’ın cebinden çıkmıyor elbette. Halktan toplanıyor. Dine hizmet yarışıyla verilen ve toplanan bağışlarda rol oynayan kuşkusuz pek çok temiz insanın yanı sıra kimileri şahsi ya da kurumsal çıkarlar elde ediyor.
Bu devir teslim tamamen iyi niyetli ve mevcut hukuka uygun olsa bile herhangi bir kamu kurumunun intifa hakkıyla devraldığı binanın asıl sahiplerinin yönlendirmesiyle kamu hizmeti yürütüyor olması başlı başına hukuksuzluk. Konu bu yönüyle de yargıya intikal etmeli. Kamuoyu gündemine gelmeli ki bağışlarıyla dine hizmet ettiğini zanneden insanlar o paraların kime hizmet için harcandığını fark etsin.
Konuyu bu kadar çok uzattıktan sonra asıl yazmak istediğim kısma nihayet gelebildim. Asıl mesele kadın konusunda dindarların aynı eril tahakküm ile konuya yaklaştıklarını göstermekti benim açımdan. İhsan Şenocak’ın söyledikleri çok yazılıp çizildi, tekrara gerek yok. Ona muhalif tavır sergileyenler de farklı değil, kadın söz konusu olduğunda. Mesela Şenocak hakkında sunduğu bilgilerden yararlandığımız yazar “Pantolon giyen kaşlarını aldıran tüm genç kızları ahlaksızlıkla itham eden bir üslup yanlış anlaşılmaya ve kullanılmaya müsaitti ki öyle de oldu...” demekle kadın bakışını ortaya koyuyor. Şenocak ve arka plandaki tüm yapılanmalara itirazı çok yerinde olan bir dindar bile o sözlerin, kadını ikincil gören anlayışın ve hatta kadını inancın, cennetin, cehennemin nesnesine dönüştüren yaklaşımın karşısında hiç de itiraz dili kullanmıyor. Adeta biz kadınlara sunulan bir lütuf gibi üslubu hatalı buluyor. Bundan ötesi gene bizim yanlış anlamamız, yazarımıza göre. Hatta kötü niyetle kullanmamız. Kur’an’daki kadın nerede bu dindarların algısındaki kadın nerede?