YAZARLAR

Dans mans sıkıntı olmaz

Yeni AKM sunuş videosunda muhtemelen izleyen herkesin yerinde doğrulmasına yol açan bir plan var: AKM binasının ön cephesi dev ekrana dönüşmüş, bale-modern dans tarzı bir gösteri oradan izlenebiliyor. Kendisine haklı olarak “kızlı-erkekli mi?” cinsinden sorular sorulacaktır. Oralı bile olacağını sanmıyorum. Zira tanıtım videosundaki manzara, kızlı-erkekli mevzularının çok ötesinde: Sırtı açık tuvaletler giymiş kadınları belinden tutmuş şık adamlardan geçilmiyor yeni AKM’nin herhalde “Yörünge Salonu” filan diye adlandırılacak “giriş-gelişme” bölümü. Niye?

Bilinçli olarak sokulduğu mezbele haliyle meşhur AKM bir Yeni Türkiye Anıtı kimliği kazanmıştı. Rezilâne teşhir edilmesinden maksat, bu meydana, bu şehre ve bu ülkeye kimin hükmettiğini kafalara kakmaktı herhalde.

Şimdi yıkılıp içi küreli, üstü çimenli yenisi yapılacak. Haliç Kongre Merkezi’nde, “ön-grup” olarak Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş’un sahne aldığı “lansman”, bizzat Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi lideri Tayyip Erdoğan tarafından yapıldı.

Takdimi bizzat Erdoğan’ın yapması ve yaparken bir nevi kültür tarihi hesaplaşmasına girişmesi, başlı başına mühim. Hem dedikleri açısından hem de kime ne amaçla seslenmek istediği açısından. Erdoğan’ın bu konuşmasında, bizi mühim tartışmalara götürecek çok söz var. Burada, gazete yazısının sınırlarını azıcık zorlayarak becerebildiğim kadarına eğileyim.

KİME SORULDUĞU BELİRSİZ SORULAR

İlk sırada, muhtemelen cumhurbaşkanının en sıkı destekçilerinin de anlam vermekte zorlanacağı bir fantastik itham: “15 yıl önce başlaması gereken bir işe bugün başlanıyor,dedi Erdoğan. “AKM’yi çoktan bitirmiş, milletin hizmetine sunmuş olmalıydık. Ülkemizin kaybettiği yılların hesabını kim verecek?”

Kim verecek? Hem kime soruyor? Bilmiyoruz. Sosyal medyada birçokları bunu “kendi eyleminden de mağduriyet üretebilme” kapasitesi olarak gördüler. Yoksa Kadir Topbaş’a dokundurma mı? AKP İstanbul İl Örgütü? Metal yorgunluğu? Bilinmez.

Devam. Erdoğan: “Dünyada gelişmiş ülkeler meydanları ile anılır. Hepsinin kendilerine has meydanları vardır, bizim maalesef bu tür meydanlarımız hep yok oldu.

Aynı soru. Kim yok etti? Geçen gün söylemişti. Hani “ihanet” mevzuu. İstanbul’a ihanet etmişler. Ankara’ya da! Bu da o kapsamda mı? Yoksa ne bulurlarsa yığarak meydan vasfını iğdiş etmeye çabaladıkları Taksim’e revâ görülen zulmün kahramanı başkaları mı?

Burada bir şeyler denmek isteniyor, değerli okurlar. Yoksa Erdoğan’ın Mimarlar Odası temsilcisi gibi konuştuğunun farkında olmadığını varsaymamız gerekir ki, hepimiz biliyoruz, bu mümkün değil.

.

BİR ŞEYLER Mİ DENMEK İSTENİYOR?

Erdoğan meydan konusundan durup dururken söz etmiyor. Yeni AKM sunuş videosunda muhtemelen izleyen herkesin yerinde doğrulmasına yol açan bir plan var: AKM binasının ön cephesi dev ekrana dönüşmüş, bale-modern dans tarzı bir gösteri oradan izlenebiliyor. Erdoğan’ın şu sözlerle tasvir ettiği şekilde: “2500 kişi içeride programları izleyecek ama bunun dışında da, dışarıda dev ekrandan halkımız meydanda çimlerin üzerinde, banklar üzerinden veya ayakta orayı izleme imkânı bulacak.”

Kendisine haklı olarak “kızlı-erkekli mi?” cinsinden sorular sorulacaktır. Oralı bile olacağını sanmıyorum. Zira tanıtım videosundaki manzara, kızlı-erkekli mevzularının çok ötesinde: Sırtı açık tuvaletler giymiş kadınları belinden tutmuş şık adamlardan geçilmiyor yeni AKM’nin herhalde “Yörünge Salonu” filan diye adlandırılacak “giriş-gelişme” bölümü. Niye? Yoksa birilerine bir şey mi denmek isteniyor? Şu mu meselâ: “Projenin ilk AKM’nin tasarımcısı olan Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu tarafından yapılacak olması tarihten güç alınarak yüründüğünün ifadesidir.” Yoksa bu da başlı başına o “bir şey deme” işleminin parçası mı?

ÜRETECEKTİK AMA DIŞLANDIK!?

Erdoğan’ın yeni AKM takdim konuşmasında “teorik” denebilecek bir kısım vardı. Şöyle dedi: “Ülkemizde bir kesim eskiden beri belirli alanları kendi tekelinde görmekte, kimseyi buralara yaklaştırmamaya çalışmaktadır. Kültür sanat da bunun başında geliyor. Şu acı gerçeği tespit etmek durumundayız. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra üç tarzlı siyasetten muasırlaşma yolunda kati bir tercih ortaya konmuştur. Ancak sorun bu tercihin altının doldurulamamış olmasıdır. Türkiye taklit seviyesinin gerisinde bir kültür üretimine mahkum edilmiştir. Ağızlarını her açtıklarında Batılılıktan, modernlikten, çağdaşlıktan söz edenlere soralım bakalım. Dünya çapında hangi eserleri ortaya koyabilmişler? Örneğin dünya çapında bir opera sanatçısı, bir aktör, bir gitarist yetiştirebilmişler mi? Nasıl bir uçak, telefon, işletim sistemi ortaya çıkartamamışsak, kültür ve sanat alanında aynı başarısızlığı ne yazık ki yaşadık. Bu bir ortam, iklim, zihniyet meseledir. İklim çorak olunca, bir taraf kavrulurken bir taraf yeşermiyor. Aslında hedef doğruydu, yöntemler yanlış olunca hedefe ulaşılamadı.” (Vurgu benim. Sona doğru söyleyeceklerimi okurken bu sözü hatırlayın diye vurguladım.)

“Tekelinde görme-yaklaştırmama” motifi, biliyorsunuz, kendi doğru dürüst hiçbir şey üretemeyen her türlü sağcı akımın gözde motiflerinin başında gelir. Oysa Türkiye’de kimsenin kimseden kültür-sanat faaliyeti esirgeyecek hali, imkânı yok ve olmadı. Ayrıca kültür âleminden dışlandığını ileri sürenlerce yazılmış iyi roman, yapılmış güzel müzik şu bu olsa bunca on yıldır, hattâ Türk-İslâmcı iktidarın militan okuryazarlarına göre “iki yüz senedir” çoktan ortaya çıkar, hak ettiği değeri bulurdu. Bunun en büyük kanıtı -maalesef-, hem faşist hem ırkçı hem vicdansız hem ağır megaloman bir adamın yazdığı iyi şiirlerin kendisine kafadan düşman kesimlerce -bana kalırsa insanlığın asgarî kabul çizgisini çoktan aştığı için münasebetsiz bir hoşgörüyle- el üstünde tutulmasıdır. Erdoğan ve çevresindekilerin, sanki birileri kültür-sanat alanını işgal ettiği için başkaları orada kendine yer bulamamış sandıkları ve öyle sundukları durum, fiilî bir sonuçtur. İyi edebiyatın, iyi müziğin, iyi sinemanın karşısında kimse duramaz. Ne vaktiyle adını ilk defa duydukları uçuk caz müzisyeninin konser biletlerini sırf “gittim” diyebilmek için tüketen ve adamın nasılsa salona girebilmiş az paralı hayranları ikinci balkonda soluklarını tutmuş dinlerken ilk sıralardaki koltuklarında sıkıntıdan akla karayı seçen sözde modern ahali önleyebilir iyi sanatın karşılık bulmasını ne de bugünün, donanımı bozuk, cephanesi kıt, malzemesi çürük, aşırı dozda iktidarın sapkın zevkinden mayhoşlaşmış, ruhunu faşizme sattığından bile bîhaber sözde yazar-şair güruhu. Araya iki ezan bir Allah sıkıştırınca olmuyor o öyle.

.

SEBEP BELLİ VE TEK

Ne diyor Erdoğan? Cumhuriyet bir “tarz-ı siyaset” seçti, ama “altını dolduramadı”, dolayısıyla, “kültür üretimi”miz “taklit seviyesinde” kaldı. Doğru mu? Bir ölçüde. Peki demokrasi ve çoğulculuğu ortadan kaldıran “tek adam” yönetiminin bundan yakınmaya ve suçu başka birilerine yıkmaya hakkı var mı? İlk bakışta var görünüyor. Çünkü uzun süre yetkili-sorumlu başkalarıydı. Fakat yok. Çünkü “kültür üretimi”nin “taklit seviyesinde” kalışı, onu kimlerin hangi amaçla kısıtladığı, sınırladığı, ona tabular, yasaklar koyduğu, kültürü de başka her şey gibi siyasî amaçların, hattâ doğrudan devletin hizmetine koştuğuyla izah edilemez. Hayatî nokta burası: Sebep, “kültür üretimi”nin kısıtlanmış, sınırlanmış, üstüne tabular, yasaklar yığılmış, kültürün devlet hizmetine koşulmuş oluşu! Siz de şimdi bunu başka amaçla yapıyorsunuz; sonuç değişmeyecektir.

Dün bu devlet, büyük ve özgün bir yazarı Nobel almasın diye kulis yaptı. Çünkü Yaşar Kemal komünistti. Bir millî gurur vesilesi haline getirilmesi gereken Nobel ödülünü komünistin alması, ülke içinde komünizmle mücadeleye mazallah zarar verebilirdi.

Devletin polisi, ev aramalarında kitabı “suç karinesi” sayar. Evde çok kitap varsa, orada yaşayanın potansiyel tehlike arz ettiği kabul edilir. İlaveten, dönem dönem şunun veya bunun kitapları özel olarak tehlikeli ilan edilir.

Memleket dünyanın en zengin müzik potansiyeline sahip. Fakat ilk Hemşince albüm (“Vova”) yanılmıyorsam 2005’te çıktı! Bu ülkede Lazca dergi için bile soruşturmalar açıldı. Kürtçe konusunu hiç açmayayım. Türkçe edebiyatın en önemli yazarlarından biri Nobel aldı, siyasî görüşlerinden dolayı vatan haini ilan edildi, ülkesinde korumayla gezebildi.

Anlamsız tabiî… Türkiye’de “kültür üretimi”nin bastırılması, baltalanması için hem devletin hem farklı siyasî parti ve hareketlerin -sağcıların hepsi- hem de maalesef genel olarak toplum çoğunluğumuzun marifetlerini sayıp dökmek ve birilerini “bu yüzden olamadı”ya ikna etmeye çalışmak… Şüphesi olanı insafa davet edip geçeyim.

NE BAŞARABİLDİNİZ Kİ?

Cumhurbaşkanının infial uyandıran sorusu: “Dünya çapında bir opera sanatçısı, bir aktör, bir gitarist yetiştirebilmişler mi?” Buna verilecek ilk cevap yine bir soru olmalıdır: Buradan yetişme hangi operacıları, aktörleri ve gitaristleri tanıyorsunuz? Elbette Türkiye’de uluslararası standartlarda sanatçılar yetişti. Çoğundan “Türkiye”nin haberi bile yoktur. Türkiye’de kaçı itibar ve destek görür? Acaba neden?

Hâlihazırda devletin başı olan insanın sorması gereken soru, siyasî rakip gördüğü birilerinin bahse değer birilerini yetiştirip yetiştiremediğine değil, bu ülkede devletin sanatı ve sanatçı yetişmesini teşvik edip etmemesine dair olmak zorundadır. Yalnız devletin de değil; toplumsal kültürümüzün, ortamımızın… Adımız gibi biliyoruz ki, dün şuna şöyle demeyenin bunu böyle yapmayanın yetişme, gelişme, başarma şansı yoktu, bugün de buna böyle demeyenin, şunu şöyle yapmayanın şansı olmayacak. Özgürlük olmadan, çoğulculuk olmadan, tahammül olmadan sanat manat olmaz.

Yine de bu şartlarda ve Türkiye’de kültür üretimi “taklit seviyesinde” iken birileri öğrenip öğrenip taklidin ötesine geçebildiler. Lâkin bugün kurulan ortamda çıraklık sürecinin ayrılmaz parçası olan taklit de imkânsızlaşacak. Çünkü hem ustalık hem zanaat reddediliyor. İktidar okuryazarlarından, “entelektüelim de entelektüelim!” diye zıp zıp zıplayan ve meselâ “AB”nin Hitler zamanında varolduğunu zanneden biri, TV programında, “Bu tiyatro, bale falan… bunlara ihtiyacımız yok, bunlar bizim sanatlarımız değil, gölge oyunlarımızı geliştirmeliyiz…” falan nutukları atardı. “Taklit” sorunu tartışacak yerde değiliz yani. Ruhlarını iktidarın hizmetine sundukları için önlerine muazzam paralar dökülen ve azıcık kabiliyeti ve donanımı olan birileri belki nispeten kayda değer eserler üretebilecek, ama bunlar bir elin parmaklarını geçmeyecek.

Bugünün iktidarı, bir koca yalanın yerine hakikati geçirmedi; başka yalanı geçirdi. Taklit dedikleri şeyin yerine geçirecekleri ise, kısa yoldan şöyle denebilir: taklit bile olamayacak.

MÂLÛM SORU

Gelelim yukarıda ortaya attığım “bir şeyler mi denmek isteniyor?” sorusuna. Evet. Bir şeyler denmek isteniyor. Yeni istikamet, İmam-Hatip Türkiye’si, dindar nesil vesaireden farklı. Oralar büyük ölçüde halledildi. Bunlarla kazanılacak olan kazanıldı, kaçabileceği yer de yok. Fakat iktidar garantisi için artık yetmiyor. Bu yazının esas mevzuu gündelik siyaset değil, bu yüzden uzatmayacağım, ayrıca nasılsa önümüzdeki günlerde hepimiz bu konuyu bolca ele alacağız.

Evet, birilerine bir şeyler denmek istendiği içindir ki: yeni AKM videosunda küre çevresinde dolanan mesut ve müreffeh ahalinin hanımları sırtı açık tuvaletli, beyleri siyah takımlı, smokinli; kitaplıkların seçildiği bol camlı alandan sırt çantalı genç kızlar geçiyor; bina önündeki kalabalık, kılık-kıyafeti ve hali tavrıyla mazallah Gezi’ci bile olabilecek fertlerden müteşekkil, bütün kadınların saçları omuzlarında; maşallah herkeste bir rahatlık; başı örtülü tek kadın, kürenin kapılarından birine ve sonra merdivene ve üst katta, aralarında kısa etekli bir kadının da bulunduğu gruba yaklaştığımız bir başka planda, sohbet eden üç kişilik grubun arasında görülüyor, daha sonra, yine sırtı açık hanımlar ve şık beylere dönmeden önce gördüğümüz kalabalığın arasında da başı kapalı bir kadın ve doğru seçebildiysem başka iki planda daha birer başörtülü kadın var ve bir nevi rock konseri ışıkları altında her ne gösterisiyse onu izleyen kalabalık da kültür üretimi alanına el koyup başkalarını sokmayan hanım ve beylerden meydana geliyor sanki ve tertemiz fakat -Erdoğan’ın “çimler”den söz etmesine rağmen- zemini baştan aşağı beton görünen Taksim Meydanı’na toplanmış “halkımız” -onların arasında başı örtülü birkaç kadın var- koca binanın dev ekran haline getirilmiş ön cephesinde modern dans-bale tarzı bir şeyler izliyor.

Yeni AKM tanıtım videosunun en gerçekçi yeri, bu ahalinin izlediği dev ekranda, bina cephesini boydan boya kaplayan Türk bayrağının belirdiği plan. ABD emperyalizmine karşı? Kürtlere karşı? Neden olmasın? Dans mans tamam da, maksat bu. Kültür üretimi “taklit” iken de maksat buydu, şimdi dünya liderliği, ecdat, yerli-millî vs. âleminde de bu.

Hep beraber bayrağa bakalım da, dans mans olur, sıkıntı yok.