YAZARLAR

Riyad, Tahran, Ankara

Şimdilik ABD Başkanı Trump’ın dost eli Muhammet Bin Salman'ın sırtında. İşler ters gittiği zaman veya (artık hangisi önce gelirse) ABD’de başkan değiştiğinde ne olur bilemeyiz. İran da burada işin içine giriyor. “Onlar konuşur, biz yaparız” dercesine Tahran, Irak, Suriye ve Lübnan’da IŞİD’le mücadeleye yaptığı yatırımla “paralel devlet yapılanmalarını” tahkim ederek yerleşik kıldı.

Ve Beyrut, ve Bağdat diye film ismi gibi uzatılabilirdi de başlık. Kim kimdir, ne oldu ayrıntılar medyada var. Ne anlama geliyor? Yeni Suudi veliaht prens Muhammet Bin Salman (MbS) 32 yaşında. İşler yolunda giderse gelecek 50 yıl ülkeyi yönetecek. Mıntıka temizliğine girişti.

MbS’nin mıntıka temizliği, Suudi Arabistan’ı (SA) yapısal olarak dönüştürüyor. Ülkenin jeopolitik konumunu da birlikte. Hesap içeride tutar mı, dışarıda işler mi? Zaman içinde belli olacak. Ahval’deki yazımda anlatmaya çalıştığım üzere IŞİD “bitti” ama Arap Baharı adıyla başlayan devrimsel süreç henüz bitmedi.

İşin Ankara’ya yani bize bakan tarafı nedir? MbS’nin adımları: İran’la sertleşme yani çatışma potansiyeli, Katar’ın yalıtılmasının devamı, Lübnan’ın SA’ya savaş ilan ettiği açıklaması, Yemen’de askeri harekatın sürmesi, Suriye’de muhalefetin fişinin çekilmesi, Irak’ın geri kazanılmaya çalışılması, İsrail’le yumuşama.

Ankara, yukarıdakileri alt alta yazıp önüne koyarken, bunların hepsinin ABD rızası veya cesaretlendirmesi hatta kimilerine göre yönlendirmesiyle yapıldığını dikkate almak durumunda. Üstelik, okkanın altına gidenler arasında Türk Telekom’u satın alan artık batık Oger şirketinin sahiplerinin olduğunu da. Suriye desteklediğimiz “muhalefetinin” lider kadrosundan Ahmet el Cabra ve Riyad Hicab da tutuklananlar arasında.

Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin hem ülke hem şirket yönetimi koltuğuna oturduğu suikaste kurban giden babası Refik Hariri’nin her iki mirası da aşağı yukarı batırdığı anlaşılıyor. Saad Hariri, bir yandan Lübnan’ın Şam’a yeniden büyükelçi atamasını imzalar, diğer yandan İran’ın dini rehberi Hamaney’in yardımcısı Velayeti’yi Beyrut’ta kabul ederken herhalde bir çıkış arıyordu.

Olmadı. O çıkış, siyaseten ve belki fiziken hayatta kalabilmesi için Saad Hariri’nin “karşı tarafa” geçmesini gerektirecekti. Yahut Irak Başbakanı Abadi gibi ordunun başına geçmesini. Söylemesi kolay, yapması zor. Hani gemi batar, filikada iki arkadaş dalgalarla boğuşurlarken biri dua eder “Allah’ım sen büyüksün” diye, diğeri de “Allah büyük ama sandal küçük” der. Lübnan’ın hali öyle. Hariri bugün MbS’nin süresiz zorunlu konuğu.

MbS’nin ise SA’daki dönüşümü tutturması olası. Ailenin büyüklüğü* 15 bin kişiyi buluyor. MbS bu mermer kütlenin içinden daha dar bir omurga sülale yontuyor. Ayıklananların kellesi, mülkü, makamı veya hepsi gidiyor. Askeri güç, medya gücü ve maddi güç: tek hakim MbS oluyor. Bir yandan ılımlı İslam söylemiyle uluslararası, diğer yandan temizlik ve ekonomik dönüşüm söylemiyle işsizlik oranı çok yüksek** genç halkın desteği hedefleniyor.

Burada tutup tutmayacağı bilinmeyen değişken ekonomi. Zira, MbS’nin kendinden öncekilerin yaptıklarını bu defa kendi destekçileriyle yinelemesi, Akabe Körfezi’nde kurulacak Abu Dabi, Dubai havalı NEOM’un hayal satmaktan ibaret kalması olasılıklarını dillendirenler yok değil. Özetle, SA MbS liderliğinde ya gerçek bir monarşik devlete veya tipik bir batak Ortadoğu diktatörlüğüne evrilebilir.

Şimdilik ABD Başkanı Trump’ın dost eli MbS’nin sırtında. İşler ters gittiği zaman veya (artık hangisi önce gelirse) ABD’de başkan değiştiğinde ne olur bilemeyiz. İran da burada işin içine giriyor. “Onlar konuşur, biz yaparız” dercesine Tahran, Irak, Suriye ve Lübnan’da IŞİD’le mücadeleye yaptığı yatırımla “paralel devlet yapılanmalarını” tahkim ederek yerleşik kıldı.

İran’ın taraf olduğu biri sıcak (Yemen) diğeri soğuk (Katar) çatışma alanlarında MbS pek bir somut kazanım elde edemedi. Suriye ve Irak cephelerinde ise durum ortada. Bir yandan içeride başlattığı hamleleri ümera ve muhalefete karşı yürütürken, diğer yandan dört (Lübnan’ı da koyarsak beş) alanda çatışmayı sürdürmesi, o arada da İsrail’le adı konulmamış bir uzlaşıya varması zor görünüyor.

Bölgemizde IŞİD biterken, belirsizlik ve sıcak çatışma olasılığı azalmıyor, devam ediyor belki artıyor. Bugün, dünden daha fazla diplomatik geleneklerimizi hatırlamak durumundayız. Biz bu itişmelerin hiç birinin doğrudan tarafı değiliz. Özellikle fikrimiz sorulmadıkça, arabuluculuğumuz talep edilmedikçe soğukkanlılığımızı korumalıyız.

Dış siyasetimizde uzgörü, akılcılık, soğukkanlılık, sağduyu kasvetli bir geçmişi çağrıştırmamalı. Diplomaside aktivizm zorunlu da değildir, uluslararası itibarın olmazsa olmazı da. İtibar, öngörülebilirlikle, tutarlılıkla olur. Ülkemizle kıyaslanmayacak bir tarihi geçmişi ve coğrafi konumu olsa da karşılaştırma bakımından Umman’ın adını tüm bu hengamede duyan var mı?

*ArtıTV’de her Çarşamba 21:00’da yayınlanan Dünya ve Biz programında konunun uzmanı Prof. Dr. Fulya Atacan’la Suudi Arabistan ve İran bahislerini izleyebilirsiniz.

**Dünya Bankası verilerine göre 15-24 yaş arası grup için 1991-2016 döneminde ortalama yüzde yüzde 30’a varıyor.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.