Sanat, sanat için mi, saray için mi?
Cumhurbaşkanının kendi iktidarları döneminde Nobel Edebiyat ve Altın Palmiye gibi büyük başarılar elde edilmişken, bununla övünmek yerine yok saymayı tercih etmesinin altında yatan motivasyon nedir acaba?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 6 Kasım’da Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen "Yeni Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Projesi"nin tanıtımında yaptığı konuşmada şöyle bir ifade kullandı: “Ağızlarını her açtıklarında muasırlıktan, batılılıktan, Avrupalılıktan, modernlikten, çağdaşlıktan söz edenlere soralım bakalım, dünya çapında hangi eserleri ortaya koyabilmişler? Örneğin, dünya çapında bir opera, pop sanatçısı, bir aktör, bir gitarist yetiştirebilmişler mi?”
Bu sözler sosyal medyaya düşer düşmez, cumhuriyet tarihi boyunca yetişmiş birçok uluslararası sanatçı listeleri döküldü ortalığa. Cumhurbaşkanına ve hiç şüphesiz onun takipçilerine bir ispat çabası içinde onlarca isim akıp gitti gözlerimizin önünde. Sanki sözü söyleyen, bu sözlere inananlar listedeki isimleri bilmiyorlarmış gibi. Oysa söz daha söylendiğinde bu tür tepkilerin geleceğinin hesaplanmamış olduğunu düşünmek en hafif tabirle ‘saflık’ olabilir. Ama bu tür cevapları verecek olanların zaten konuşmanın bir noktasında da ifade edildiği gibi “AKM'nin yeniden inşasına karşı çıkan zihniyetle Türkiye'nin terör örgütleriyle mücadelesini engellemeye çalışan anlayış aynıdır” paketinin içinde yer aldıkları var sayılıyor muhtemelen.
Oysa aynı konuşmadaki “Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, Osmanlı döneminde üç tarzı siyasetten muasırlaşma yolu konusunda kati bir tercih ortaya konmuştur. Ancak sorun bu tercihin altının doldurulamamış olmasıdır. Türkiye, taklit seviyesinin bile gerisinde bir kültür üretimine mahkum edilmiştir. Sonuçta bir yandan kendi tarihine sırtını dönmüş, diğer yandan ise benimsediğini iddia ettiği batı dünyasında esamisi okunmayan bir ülke manzarası bulduk” ifadesi üzerinde durulmayı çok daha fazla hak ediyor. Üstelik Cumhurbaşkanı bunu ilk kez ifade etmiyor. Örneğin geçen yıl 28 Aralık 2016’da Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Töreni’nde yaptığı konuşmada, “Diğer alanlarla birlikte kültür sanatta da sadece, üzülerek söylüyorum, kopya çektik, taklit ettik, üstelik onları da kötü bir şekilde yaptık” demişti.
Ama nihayetinde geçen yılki tören Şener Şen’in ödül almasına, bu yılki toplantı da AKM’nin yeni mimari yapısının nasıl olduğuna kilitlenip kaldığı için toplam olarak kültür sanat alanına dair iktidarın nasıl bir tasarrufta bulunduğu, yakın gelecekte neleri yapmayı öngördüğüne dair sağlıklı değerlendirmelerde bulunmak mümkün olmadı.
Cumhurbaşkanının aradan geçen bir yıla yakın süreçte elini biraz daha artırmasının ardında yatan şey bu yıl 29 Mayıs’ta Ensar Vakfı’nın genel kurulunda sarf ettiği “Siyasi iktidar olduk ama sosyal ve kültürel alanlarda iktidar değiliz" sözlerinde aranmalı belki. Cumhurbaşkanı aynı konuşmasında “Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hala en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. Açıkça söylemek gerekirse bu durumdan da büyük üzüntü duyuyorum” cümlesiyle de sözlerine açıklık getirmişti aslında.
Jan-Werner Müller, İletişim Yayınları’ndan çıkan ve yer yer Erdoğan’a da atıflar yaptığı “Popülizm Nedir” isimli kitabında, popülistlerin ‘kendilerinin, yalnızca kendilerinin halkı temsil ettiğine inandıklarını’ yazıyor. Yazar şöyle devam ediyor: “İktidara gelmeden evvel tüm siyasal rakiplerinin ahlaksız ve yozlaşmış seçkinlerin bir parçası olduğuna, iktidara geldiklerinde ise kendilerinin karşısında muhalefetin meşru olmadığına inanırlar. Popülizmin ana iddialarından birine göre popülist partileri desteklemeyen kişiler öncelikle gerçek halkın bir parçası değildir.”
Kitabın, bugünün dünyasını anlamadaki kafa açıcı tespitleri bir yana, yazarın çarpıcı bir başka tespiti de popülistlerin kendilerinden önceki birikimi reddetmeleri ve iktidar oldukları tarihi milat olarak dayatmaları. İktidarın bazı veriler tüm Cumhuriyet tarihi ve AKP dönemi olarak ikiye ayırıp dile getirmesi gibi… Müller’in kitabının bize açtığı yoldan ilerlersek, Cumhurbaşkanının yaptığı şeyi biraz daha anlamlandırabiliriz. Sorun, Cumhurbaşkanının Türkiye’nin cumhuriyet tarihi boyunca yetişmiş onlarca uluslararası sanatçıyı bilip bilmediğinde değil, bu yokmuş gibi davranmayı tercih etmesinde yatıyor. Dolayısıyla, AKP’den önce Türkiye’de ‘gerçek bir halk iktidarı’ hiçbir zaman kurulamadığı için, halkın kabul edeceği bir sanat da yapılmamış demektir! Eğer AKP’yi desteklemiyorsanız sizin ürettiğiniz sanatın da halk için yapılıyor olduğunu söylemek imkânsızdır!
İster yaşıyor olsun, ister yıllar önce dünyaya veda etmiş; Cumhurbaşkanının kastettiği bugün iktidarın yanında durmayı reddeden, geçmişteki politik tutumlarıyla iktidarın bugünkü söylemiyle uyuşmayan sanatçıların hiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığı özet olarak. Yoksa düşünüldüğünde ülke sanatının yakın dönemdeki iki zirve anı; Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülünü, Nuri Bilge Ceylan’ın Altın Palmiye’yi kazanması bu iktidar döneminde gerçekleşti. Başka bir politik lider bunu bir övünç kaynağına dönüştürebilirdi pekâlâ. Ancak söz konusu olan bu ödüllerin hangi dönemde alındığından ziyade, kimler tarafından alındığı. Cumhurbaşkanı nasıl ki, siyasal alanda kendilerinin olmayan bütün birikimi küçümsüyorsa, sanat alanında da aynısını yapıyor. Ve şimdilerde giderek yok sayıyor.
Nihayetinde Cumhurbaşkanının da açıkça ifade ettiği üzere kendi politik hattına inanan ‘sanatçıların’ 15 yıllık iktidar boyunca incir çekirdeğini doldurabilir bir eser ortaya koyabildiği yok. Üstelik kültür bakanlığının, başbakanlık tanıtma fonunun, sermayedarların açık/örtük desteklerine rağmen. Bu işin iftarlara, kültür merkezi tanıtımlarına davet edilen çoğu şöhret eskisi popüler kültür kadrolarıyla gerçekleştirilemeyeceğini kendisi de çok iyi biliyor olmalı.
Bu açıklamalardan asıl murat, tıpkı cumhuriyetin diğer alanlarında olduğu gibi bu alandaki bütün birikimin reddi ve yeni bir başlangıcın müjdesi. Ama işte söz konusu sanat olduğunda Avrasya Tüneli gibi kazmayı elinize alıp ortaya çıkarabileceğiniz ‘dev eser’ler söz konusu olmuyor. İşin içine yaratıcılık girdiğinde işler değişiyor. Durum tam da cumhurbaşkanının önceki günkü konuşmasında belirttiği gibi, ‘ortam, iklim ve zihniyet meselesi’ haline geliyor. Öyle bir ortamda, iklimde ve zihniyette de dünyada saygı gören bir sanat icra edilmişliği de henüz vaki değil.
En nihayetinde yapılacak şey, bu tür söylemler karşısında ‘başarılı sanatçı listeleri’ yayımlamak değil, bu listeyi daha da uzatmanın yollarını aramak olmalı belki de.