YAZARLAR

Hayat aktı ben baktım

Bu da böyle “hayat akışı” tekniğiyle yazılmış bir yazı olsun. Sonuçta Virginia Woolf değiliz ki bilinç akışıyla yazalım. Bizimkisi hayat akışı…

Dünya işleri fazlasıyla yavaş gelmeye başladı. Telaşlı iç dünyam dış dünyanın ağır aksaklığı karşısında ne yapacağını şaşırıyor. “Bir ömür yetmez” meselesi... Market kasalarında yapılan işlemden, eş dostla edilen sohbete kadar her şey alabildiğince yavaş akıyor. Arkadaşlar buluşma noktalarına gelme işini yavaştan alıyor. Buluşma saatini on dakika filan geçmişken bir arayayım da nerede olduklarını anlayayım diyorsunuz, “ayy şimdi tam kapıdan çıkıyoruz biz deee” diyerek, çok sevinçli bir haber verir gibi şıngırdıyorlar telefonda!

Hayat yavaş da hikaye dünyası hızlı mı? En dayanamadığım yavaşlık da televizyon dizilerinde. Televizyonun neredeyse aptalsı bir yavaşlığı var. Türkiye sosyal bilim dünyasında televizyonu ciddiyetle incelemeye değer bulmuş az sayıda bilim kişisinden biri olarak gerekirse döverim televizyonu. “Aptalsı” dedim diye, popüler kültür tiradları atmayın ve de gözlerinizi açmayın öyle...

Girizgahımın konusu hayatın ve dizilerin yavaşlığı. Bu yavaşlık yüzünden yıllarımı verdiğim yerli dizilerden külliyen vazgeçmeme ramak kaldı. Bir “akış” bilmezlik, bir süründürmecilik... Şimdiye kadar televizyon dizilerinde en illet olduğum şeye, ikinci bir şey daha eklendi kısacası. Birincisi konuşurken insanların, bilhassa aşk-nefret girdabında sürüklenen çiftlerin, birbirlerine çok ama çok yakın durması. Rüzgar esse saçları birbirine karışacak mesafeden konuşuyor insanlar. Oysa bir deneyin bakalım karşınızdakiyle o yakınlıktan konuşmak gerçekten mümkün mü? Şaşı olursunuz billahi. Öpüşmeye beş kala bir mesafe bu mesafe. Sahnede ya bir öpüşme var ya da çok yakın bir öpüşme tehdidi söz konusu. “Gelme üstüme, öperim bak!” diyor oyuncular birbirine. Oysa gerçek hayat bu değil sayın senaristler, gerçek hayatın kavgaları tutkulu öpüşmelerle bitmiyor...

İşte şimdi bu gerilimli yakın mesafe yanında, televizyonda sevmediğim şeylere bir de yavaşlık eklendi. Artık televizyonu karşısına oturup öylece izleyemiyorum. Asla. Her şey çok yavaş anacığım ya! O yüzden bulduğum birçok formül var. Yerli dizi izliyorsam aynı anda çeşit çeşit yemek yapıyorum. Televizyonu genellikle bilgisayardan izliyorum, itiraf edeyim. Alıyorum bilgisayarı mutfağa, işime de diziye de bakıyorum. Yabancı diziyi biraz popoyu kanepeye tutturarak izlemek gerekiyor. Zira yabancı dizilerde dikkatini vermezsen kaçırabileceğin bi jest, bi ponçik çıkabiliyor her an ki kaçırmak istemiyorsun. Yabancı dizi izlerken yaptığım işler de oturduğum yerden yapabileceğim türden işler işte. Eskiden (itiraf ediyorum) sınav kağıdı ya da ödev filan okurken izlerdim. Ödev ya da sınav kağıtlarını okumanın sıkıcılığını bertaraf etmek için şaane bir yoldu dizi izlemek. Hiç öyle dikkatim filan da dağılmıyordu. Okuduğum kağıdın da izlediğim dizinin de hakkını veriyordum. Sonuçta senfoni bestelerken aynı anda kuyudan su çekiyor değildim. Muhtemelen bunu yapabilsem çok sinematografik felan olurdu fakat yapamazdım. Senfoni bestelemek neydiyse de memlekette kuyu kalmamıştı zaten. Dikmen Vadisi'nde mesela mebzul miktarda Angara geçisi, Pamuk prenseslen 7 cüceler, dosdoğru yerden bitme bir minare bile vardı da kör bir kuyu yoktu. Kör olasıca Melih Başgan, masal karakterlerini özlüyordu. Dinozorları bile özlüyordu. Ama kuyu? O güzelim çıkrıklı kuyuları hiç özlemiyordu...

Senfoni demişken Youtube’a girip çocuk sanatçı Alma Deutscher’a bir bakın. Bir arkadaşım Whatsapp grubumuzda link paylaştı da öyle haberdar oldum kendisinden. 6 yaşında piyano sonatı bestelemiş, 10 yaşında tamamladığı Sindirella Operası Viyana’da sahnelenmiş. Bugün 12 yaşında ve kısa zamanda bir senfoni bestelemenin hayalini kuruyor. İnanılmaz şey! Yani insan desen değil, yaratık desen değil. Burada olsa, dehası gün ışığına çıkmadan önce psikolojisi bunalımlardan bunalım beğenmeye çıkardı. Potansiyel dehalarımızı çatır çutur yutan zaaf: Bunalım... Alma’ya bakın, bu muazzam öz yeteneği öyle heyecandan katılarak anlatıyor ki bıcır bıcır... Perihan Mağden olsa gıcık olur, bacaklarına çırpıyla vurası gelirdi Alma’nın. Perihan Mağden’i sevdiğim gibi, bu çocuktaki türden bıcırık bir heyecanı da seviyorum. Bilakiss. Kisses and hugs Alma’ya.

Neyse bu hafta hızımı alamadığım için hepsini aynı anda yaptığım işlere dönelim. Geçen yıl meslekten atılınca, kutulara doldurup eve getirdiğim upuzun üniversite hayatımı ayıklama ve eve yerleştirme işine nihayet girişebildim. Kapıcımız Şuayip buralarda bir iş dönüyor edasıyla, tam beş gün üst üste, kapının önüne yığdığım ders notları, ödevler, çizelgeler, ders planları, Bologna çıktıları ve makaleleri aldı aldı gitti. Öyle ya, bir evden bu kadar A4 kağıt niye çıksındı? Kaat fabrikası mıydı burası? Pek öyle okur yazar bir kadına da benzemiyordu (ben yani). Ne zaman kapıyı çalsa bir mutfak paçozu haliylen açıyordu kapıyı. Sen öyle san Şuayip Efendi! Asıl ayıklama ve atma harekatı gelecek hafta başlıycak. Kocam yurda dönüp, “bir tanesini bile attırmam, daha onları ciltlettirecektim, daha karpuz kestirecektim” diyerek, evde yığılı dergilerin önünde siper almadan önce, bir de o dergileri atacağım. Hepsini atacağım! O kadar Express, Birikim, Sol, Solfasol, Daha Sol, Cogito, Altyazı, Yeni Film, Sinemasal, Tiroj, Roll, Bir+Bir, Ayrıntı, Notos, Antrakt, Müzük, Mesele... Bir evden aynı anda çıkması mümkün ve muhtemel olmayan her tür derginin sayıları full çıkıyor bizim evden... Cık cık cık. Bu mesele Şuayip’i biraz zorlar bence. Hadi hayırlısı.

Bu dergi, kitap ve A4 evrak ayıklama işini, bir İzlanda polisiyesinin bir sezonu, Avustralya taşrasında geçen bir dizinin iki sezonu ve de son olarak fenomenler menemeni Fi eşliğinde bitirdim. İzlanda bir yana da Avustralya taşrasından bizim buradaki hayatlarımıza bakınca, buralar çok da tın tın, çok da Fi Fi zaten… Yerim kalmadı, bu konuya haftaya gireceğim. Bu da böyle “hayat akışı” tekniğiyle yazılmış bir yazı olsun. Sonuçta Virginia Woolf değiliz ki bilinç akışıyla yazalım. Bizimkisi hayat akışı…

Haftaya da aynı teknikle, Avustralya taşrasından buralara bakmak, ya da bizim büyük aforizmalarımız…

Edit: Bütün yazılarımı Gazete Duvar’a göndermeden önce son bir kontrol edilsin diye abime ve kocama gönderiyorum. Bunun hiiiç feminist bir durum olmadığının da son derece farkındayım. Fakat abimin üzerine dil ve imla kontrolörü yok. Emrah da yazılardan sonuçlarına katlanamayacağım skandal ifadeleri çıkarmamı sağlıyor. Bu yazıyı da okuttum. Bu kez skandal ifadeleri filan bırakarak doğrudan eyleme kilitlendi. “Bak o dergileri sakıııın atma, sakııın! Zaten bu yazı çıksın göreceksin. Herkes dünyanın lafını edecek sana. Ders notlarını attın anladık. Dergi atmak ne ya!” dedi. Bilhassa Birikimler atılır mıymış hiç? Ne Birikimmiş ama gözünü seveyim. Onlar artık fiziken bir Yığıntı diyorum, buna da deliriyor. Birikimciler, dostlar, Romalılar siz söyleyin, ne yapayım ben bu kadar Birikim’i? Fakat biraz Şevkat ama ya, Yerim dar...


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.