Şii-Sünni savaşı mı?
Şii Hilali artık “hat” olmaktan çıktı, İran’dan başlayıp Güney Lübnan’da sona eren bir “satha” dönüştü. Suudi Arabistan’ın ve dolayısıyla Trump’ın “sinirlerini zıplatan” da bu durum. Suriye savaşı hangi sebep ile başlamış olursa olsun değerlendirilen hedeflerden biri “Şii Hilali”nin parçalanmasıydı. Ancak görülüyor ki sonuç tam tersi oldu. Ortadoğu’da siyasetin heyecanlı olmasının nedeni sürprizlere açık olması değil mi zaten?
Arap Baharı adı verilen ucube yeni ve “gerçek baharlara” kadar “resmen” tarihe karışıyor artık.
“Gerçek baharlar”dan kastımız İslam’ın kendisi ile hesaplaşması. Büyük reformları getirecek bir hesaplaşma er ya da geç bu topraklara da uğrayacak elbet. Bu hesaplaşma Şii – Sünni hesaplaşması ile başlayabilir mi?
Suriye’de savaş geçen yılın ortalarında çoktan bitmişti aslında, uzatmalar oynanıyordu. Geriye konuşulacak sadece Kürtlerin durumu kalmıştı. Yavaş yavaş artık o aşama da sona erecek.
Türkiye istese de istemese de Suriye, Rusya ve ABD Kürtler konusunda uzlaşmaya yakınlar. Aslında ABD ve Rusya uzlaştı, Şam ile Kürtler arasında pazarlık devam ettiği için yakınlar diyoruz.
Hükümet için Suriye hüsranla bitti. Şam’a Esad’ı devirmeye giderken Kürtlerden de olduk. Yetmedi İdlib’te sonunun ne olacağını belli olmayan binlerce cihatçının kaygısını yaşıyoruz.
Daha bitmedi elbette. Zaten bu topraklarda hiç bitmez. Bizim açımızdan bu kez farklı olan şuydu: eskiden izlerdik, sonra Ahmet Davutoğlu icadı “Alaturka Proaktif Dış Politika” ile başımızı belaya soktuk.
Eh madem girdik bir kere ve artık kendimizi kurtarma şansımız neredeyse hiç yok, yeni tabloyu iyi anlamaya çalışalım bari.
IŞİD Suriye ve Irak’ta silinmek üzere. Bundan sonra nerede, hangi formda ortaya çıkacağı belli değil. Efendileri tarafından bundan sonra muhtemelen “mobile” olarak kullanılacak örgütün coğrafyamızı çok sevdiğini gözden kaçırmamak lazım.
İdlib’teki cihatçılar büyük tehlike ama neredeyse isim isim biliniyorlar hiç olmazsa IŞİD gibi hayalet değiller ve eğer Batılı dostlarımız bir oyun da bize oynamazlarsa bir şekilde halledilir. Zaten TSK’nın “Afrin’e gireriz” söylemleri ile sınıra konuşlandırılmasının asıl sebebi bu.
Asıl hazırlanmamız gereken bölgede ortaya çıkan yeni durum.
Suriye ve Irak’ta savaş, IKBY’de referandum ve sonrasında yaşanan gelişmeler, Suudi Aarabistan’da yaşananlar ve Lübnan için senaryolar yeni durumu değerlendirirken göz önüne almamız gereken noktalar.
Geçtiğimiz günlerde bulunduğumuz Irak’ta gördüğümüz tablo şu şekilde: Şiiler Irak’ta kesin egemenliklerini sağlamış durumda. Ve bu iktidar artık onlarca yıl değişmeyecek. Türkiye bundan sonra Irak’ta da bir Şii gerçeği olduğunu kabul etmeli ve politikalarını buna göre ayarlamalı. Referanduma kadar işbirliği yaptığı Barzani de yok artık. Barzani sonrası gelecek her Kürt yönetici ise büyük olasılıkla Bağdat’ı dikkate almak isteyecektir.
“Direniş Ekseninin” en önemli halkası Suriye’de yönetim Kürtler ile eninde sonunda sağlayacağı uzlaşma ile tüm ülkede hakimiyeti sağlamış olacak. Yönetimin bundan sonra eskisine göre çok daha sağlam şekilde “Direniş” ile hareket edeceği aşikâr.
Bu zincirin son halkası Hizbullah, Suriye’de birçok militanını kaybetmiş olsa da, onlarca yılda kazanamayacağı birikimi kazanmasının yanı sıra Suriye’de yönetimin kazanması ile birlikte daha da güçlendi.
Kısaca Şii Hilali artık “hat” olmaktan çıktı, İran’dan başlayıp Güney Lübnan’da sona eren bir “satha” dönüştü.
Suudi Arabistan’ın ve dolayısıyla Trump’ın “sinirlerini zıplatan” da bu durum. Suriye Savaşı hangi sebep ile başlamış olursa olsun değerlendirilen hedeflerden biri “Şii Hilali”nin parçalanmasıydı. Ancak görülüyor ki sonuç tam tersi oldu. Ortadoğu’da siyasetin heyecanlı olmasının nedeni yaşadığımız bu örnekte olduğu gibi sürprizlere açık olması değil mi zaten?
Peki İran, Suriye ve dolayısıyla Rusya’nın pozisyon güçlendirdiği bölgede Suudi Arabistan ve ABD ne yapacak?
Muhammed Bin Selman’ın iç temizlik için düğmeye basması gelecek yıllara yayılabilecek “yeni savaşın” ilk adımı. Bin Selman belli ki içeride kendisine ayak bağı olabilecek rakiplerini ekarte ettikten sonra dışarıya yönelecek. Küçücük bir ülkenin başbakanının tam bir komedi sergilenerek “rehin tutulması” da bunun ilk adımı.
Lübnan küçücük ama “altın değerinde” bir Hizbullah var. Suudi Arabistan ve ABD Hizbullah’ı “sonu Tahran’a uzanan kibritin başı” gibi görüyor.
Yani bloklar daha belirgin oluştu ve bundan sonra savaşın adı bir ülke ile değil resmen Şii – Sünni blokları ile anılır.
Türkiye bir şekilde angaje olduğu savaşta bir şey görmedi daha. “Suriye devrimi” söylemi, içinde olsa da Türkiye’yi bir şekilde çemberin dışında tutabiliyordu. Ama artık asıl savaşın başlaması ile birlikte öyle olmayacak.
Arap isyanı döneminde zor zamanlar yaşayan İran, Suriye, Irak ve Hizbullah yeni mücadele denkleminde daha atak bir oyun sergileyecekler. İsrail müdahil olmazsa sıcak savaş ihtimali şimdilik yüksek değil ama ya İsrail’i yönetenler bir çılgınlık yapar da Lübnan’a saldırırlarsa? Hizbullah askeri açıdan eskisine göre çok daha güçlü ve saldırı halinde eski sınırlı çatışmaların ötesine geçilebilir. Böyle bir saldırı uzun zamandır Hizbullah’tan rahatsız olan bazı iç dinamikleri de harekete geçirebilir.
“Direniş” Filisitin’de daha etkili bir örgütlenmeye gidiyor ve İsrail burada da rahatsız edici günler yaşayabilir. Son gelişmeler ve yapılan açıklamalara bakılırsa bu olasılıkların bir kısmının veya tümünün yaşanması bir kıvılcıma bakar.
Bu durumda Türkiye nasıl pozisyon alacak? Şu ana kadar Suudi Arabistan – Lübnan krizi adı altında yaşanan krizle ilgili yorum yapılmaması kararsızlıktan mı kaynaklanıyor?
Washington’da Erdoğan için tam olarak nelerin planlandığını bilmiyoruz ama yaşanan problemlere ve Katar krizinde aldığı pozisyona rağmen Suudi Arabistan Türkiye’yi yanına görmek isteyecektir.
Suriye savaşında yanlış ata oynayan hükümetin önünde tarafsız kalmanın mümkün olmadığı bir hesaplaşma daha olacak ve bunun ortası yok: Ya İran ya Suudi Arabistan. “Kaytarmakla” da kurtaramayacağımız günlere, yıllara doğru gidiyoruz çünkü.