Kendi paranı kendin bas
Dünyanın her yerinde, kenarında rakam ve yazıyla sınırlanmış, belirlenmiş, elden ele dolaşan, kirlenmiş, emekten çalınmış ve ne yazık ki bankalardan soyulamamış paralarda insanın resminin olması kötü bir şeydi. Bir buçuk kilo domatese denk gelebiliyordu mesela insan ya da üç kilometre yola, bir naylon çoraba, üç günlük tatilin en sıcak öğlen saatlerine filan...
Uzun ve yüksek tavanlı bir pazar yeriydi. Çok büyüktü ve tıklım tıklım. Masaların üstünde her şey vardı. Elma, avokado, süt, ekşi mayalı ekmek, pirinç, işgal fabrikası galetası, ev eşyası – kullanılmış, bir piyano – turuncu ve masanın üstünde avukat yazan bir adam, resim çizen iki ressam ve tarot falı bakan üç kadın… Sadece masalar değildi dolu olan, aralarda inekler vardı mesela yine masa bacaklarına iplerinden bağlanmış ya da birkaç koyun. Biraz ileride masasız alanda – ama yine üstü kapalıydı oranın– 4-5 araba bile vardı hatta. Bütün pazarlar gibi her şeyin üstlerinde fiyatları yazıyordu. Kaç krediye satılık oldukları…
Buenos Aires’in kenar mahallerinden biriydi. Meşhur Arjantin isyanından bir süre önce, ülkenin en büyük takas pazarıydı. Her yerde vardı bu Troque-takas pazarları. Her gün daha derinleşen ekonomik krize karşı insanlar aradan devleti çıkarmışlardı. Doğrudan takas yapıyorlardı artık. Büyük adam resimli paraları zaten yoktu onlarda ya da bir değeri yoktu. Para resimleri üzerinde, az rastlanır, iyi adamlara acıyordu insan. Beş paralık olmuşlardı. –Bu konuda en büyük haksızlık, Ernesto Che Guevara’ya yapıldı. Küba parası olsa bile bir paranın üstüne en az yakışacaklardan biriydi Che. Dünyanın her yerinde, kenarında rakam ve yazıyla sınırlanmış, belirlenmiş, elden ele dolaşan, kirlenmiş, emekten çalınmış ve ne yazık ki bankalardan soyulamamış paralarda insanın resminin olması kötü bir şeydi. Bir buçuk kilo domatese denk gelebiliyordu mesela insan ya da üç kilometre yola, bir naylon çoraba, üç günlük tatilin en sıcak öğlen saatlerine filan. Ekonomi bakanıyken bile maddi değer ile inşa edilen her şeye karşı çıkan Che’ye yapılacak en büyük hakaretti bu.–
Önce, mesela, bahçesinden topladığı elmalarla pazara gelip çocukları için sütle değiştirmeyle başladı takas pazarı. Ne elmayı ne de sütü alacak paralar yoktu ve belki matematikte elma ile armut toplanmazdı ama bal gibi pazarda değiştirilebilirdi. Dişlerinin arasındaki son lokmadan devleti sıyırıp atıyorlardı. Sonra pazara başkaları da dahil oldu. Bire bir değiştirmedikleri günlerde kredi açtılar birbirlerine. Pazar çok kalabalık olmaya başladığında alacaklı defteri tutmaya başladılar. Juan 17 kredi, Laura 21 kredi yazıyorlardı. Bir süre sonra bu alacak kağıtları elden ele dolaşmaya başladı. 50’lik 100’lük kredi kağıtları verilip, kredi üstü geri alınıyordu. Pazarda her şey vardı vergi memuru dışında ki bu da ortalığı oldukça çöpten temizliyordu. Daha sonra sahte kredi kağıtları çıkınca, filigranlı krediler çıkardılar. Kendi paralarını kendileri bastılar.
Dünkü ‘Hollanda’da seks karşılığı ders yasallaşıyor’ başlıklı haberi okuyunca tekrar aklıma geldi bu ‘Troque’ pazarı ama o haberde ahlaksız bir şey vardı. –Yok ilk sandığınız gibi ‘seks karşılığı ders’ değil benim sözünü ettiğim ahlaksızlık. Mesela, bizim patrona para karşılığı, hayatımızdan 8-10 saatimizi satmamız daha çok mu ahlaklı? Ya da Dostoyevski’nin dediği gibi, ticaret kazancı kumardan kazanılandan neden daha ahlaklı olsun ki? Çok kâr edilecek bir şeye para basmak ve üçe aldığını sekize satmak değil mi ticaret?– Ahlaksızlık, Hollanda hükümetinin bu takas pazarının yasallaştırma kararı. Yani devletin ‘bundan da artık vergi alırım ben’ demek istemesiydi. –Yasal mermisiyle bir komiser yaklaşmakta!– Dişlerimizin arasındaki son lokmadan sıyrılıp atılan devlet, eski yerini alıyor böylece.
Yine de bizim biraz zamanımız var hâlâ. Paralarını off-shore’a yatıramayanlar, onların off-shore adaları varsa bizim de takas pazarlarımız var. Ahlaksızlığa son verin! Kendi paranızı kendiniz basın…