YAZARLAR

Gülsüm Kav: Kadınlar için 6284 bir şifre

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi Gülsüm Kav’a göre erkekler giderek daha fazla “canavarca hisle” kadın öldürüyor. Buna karşın şiddet gören kadınların yalnızca yüzde 11’inin hak arama yöntemlerine başvurabildiğini söyleyen Kav, kadınların yeni bir şiddet dalgasıyla karşı karşıya olduğunu belirtiyor. Üstelik iktidar, kadınların mevcut kazanımlarına da göz dikmiş durumda. Faili meçhul kadın cinayetlerinin arttığını söyleyen Kav, çözümü kadınların muhtemel şiddet dalgasına karşı güçlerini gösterebilecekleri yeni ve ortak örgütlenme biçimleri şeklinde ifade ediyor.

Önümüzdeki hafta, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla kadına yönelik şiddet tekrar gündeme gelecek. Peki neyle? Erkeklerin kadınlara yönelik önü alınmayan saldırılarının boyut değiştirmesiyle. Boşanmak istediği için sokak ortasında herkesin gözleri önünde defalarca bıçaklanan, evde vahşice katledilen, devlet koruması altındayken bile saldırıdan kurtulamayan, giyim-kuşamı yüzünden toplu taşıma araçlarında şiddete ve tacize uğrayan, hayatın neredeyse her alanında sistematik bir baskıya maruz kalan kadınlar, büyük mücadelelerle elde ettikleri yasal haklarını da peyderpey yitirme tehdidiyle karşı karşıya.

Nitekim hükümete yakın Akit gazetesi, 13 Kasım tarihli sayısının sürmanşetine “Aileyi yıkan 6284 değiştirilsin” başlığını taşıdı. Bu “haber” eğer bir “tesadüf” değil de bu kanunun “gözden geçirileceğinin” habercisiyse, kadınlar açısından çok daha çetin günler geliyor demektir. Peki 6284 Sayılı Kanun ne emrediyor? Saldırgan erkekler neden bu yasadan nefret ediyor? Kadınlar nasıl bir gelecekle karşı karşıya? 25 Kasım vesilesiyle buluştuğumuz Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi, Dr. Gülsüm Kav’ın yanıtlarına kulak kesilelim.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Genel Temsilcisi, Dr. Gülsüm Kav

Önümüzdeki hafta 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Kadına yönelik şiddetin korkunç boyutlara vardığı Türkiye’de, kadın hakları mücadelesi nasıl bir noktada?

Şiddet yükseldikçe 25 Kasım’ın bizim açımızdan önemi çok daha arttı. O yüzden son yıllarda 25 Kasım öncelerinde, yaşadıklarımızı daha fazla anlatmak, gücümüzü göstermek için yoğun çaba sarf ediyor, bilançoları çıkarmaya çalışıyoruz. Ne yazık ki kadınların yaşadıklarını izlemek ve çözmek zorunda olan devlet bu bilançoyu çıkarmakla mükellefken, bunu da biz yapmak durumunda kalıyoruz. Devlet görevini yerine getirmediği için bizler hak ihlalleri çetelesini tutuyoruz. 2010 yılında kurulduğumuzdan beri Bilgi Edinme Kanunu’na dayanarak Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi yasayla görevlendirilmiş kurumlara kadın cinayetleri, hak ihlaline uğrayan kadınların sayısını sorduk. Her zaman kaçamak yanıtlar aldık ve hiçbir zaman istatistikleri alamadık.

Kaçamak yanıtlarda ne diyorlar?

“Elimizde böyle bir veri yoktur” diyorlar. 2011’den itibaren, kadın cinayetlerinin üçüncü sayfa haberi değil politik cinayetler olduğu toplumca idrak edilince, bu kurumlar daha nezaketli yanıtlar vermeye başlamıştı. “Bu bir toplumsal sorundur ve bununla ilgili veri oluşturacağız” gibi, vaat içeren yanıtlardı bunlar. Ama son yıllarda tekrar “elimizde kayıt yoktur” gibi kaba yanıtlar almaya başladık. Ama mesela 6284 Sayılı Yasa’nın tarafı olduğu için Emniyet ve Jandarma’ya da bu soruları soruyoruz. Bir defasında Jandarma, “Elimdeki verileri Aile Bakanlığı’na verdim” demiş, oysa Aile Bakanlığı talebimizi “elimde böyle bir kayıt yoktur” diye yanıtlamıştı. Oysa Aile Bakanlığı “elimde bir veri yoktur” demişti. Bunu ifşa da ettik. Kısacası, devletin kayıt tutma görevini yerine getirmesi için baskı oluşturmak da biz kadınlar için çok önemli.

'VAHŞİCE İŞLENEN CİNAYETLER ARTIYOR'

Elinizdeki mevcut veriler, 2017 yılı içindeki kadın cinayetleri oranını nasıl gösteriyor?

Daha yıl dolmadan, 1 Kasım 2017 tarihine kadarki kadın cinayetlerinin 2016 yılından daha fazla olduğunu gösteriyor. Bunlar sayı değil, gerçek acılar. Ama hem kadın cinayetleri sayısı artıyor hem de cinayetlerin işleniş biçimi değişiyor.

Nasıl değişiyor?

Hukukun “canavarca his” diye tanımladığı şekliyle, vahşice işlenen cinayetler artıyor. Bunu sadece bizler değil, bilirkişiler de, adli tıp hocaları da söylüyor.

“Canavarca hisle” kadın öldürme eğiliminin artışını neye bağlıyorsunuz?

Çoğu kez cinsel saldırıyla şiddet motivasyonunun iç içe geçtiğini görüyoruz. Tüm cinayetlerde cinsel bir dürtü yok. Ama en nihayetinde bunlar politik cinayetlerdir. Güçlü taraf olarak erkekler, güçlü bir frenleme mekanizması olmayınca bunu yapmayı kendilerinde hak görüyorlar.

'SİYASETİN LİNÇÇİ DİLİ ERKEKLERİN CANINA MİNNET'

Frenleme mekanizmasından kastınız devlet, hukuk ve kolluk güçleri mi?

“Mutlak yasaktır, bunu yapamazsın” diyen bir siyaset olmadığı sürece, erkeklerin eli rahatlıyor. Kuralsız, aslında şiddeti teşvik de eden bir gidişat var. Siyaset intikamcı, linççi dili çok kullandığında erkeklerin de canına minnet oluyor. Çünkü siyasetin böyle örnekleri, erkekleri kadınlar üzerinde vahşi, intikamcı, linççi suçlar işlemeye teşvik ediyor.

2013-2015 yılları arasındaki çözüm sürecinde veya benzer süreçlerde kadına yönelik şiddetin oranında düşüş gözlemlenmiş miydi?

Bakın, 2010 yılından 2017 yılına kadarki grafiğimizde, düşüşün 2011’de gerçekleştiğini ve sonra da tekrar yükselişe geçtiğini görüyoruz. Kararlı bir tutum alınınca işkencenin azaldığını görmüştük. Engin Çeber’i öldüren polis ağır ceza almıştı mesela. Yani temel bazı adımları atıp caydırıcı tedbirler alınca derhal olumlu sonuçlarını alıyorsunuz. Tabii kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda da İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması çok önemliydi. O sözleşmenin ruhuna uygun olarak kadın örgütlerinin de sürece dahil edilmesiyle yeni bir Koruma Kanunu çıkarıldı.

Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun’dan söz ediyorsunuz…

Evet. Bu kanun 2012 yılında kabul edildi ama 2011 yılından itibaren bu hazırlığın etkisi oldu. İktidar “kadına yönelik şiddete sıfır tolerans” tavrı alınca, şiddet eğilimi olan erkekler hemen buna göre hiza aldı ve şiddet azaldı. Bir devletten beklenen, şiddet uygulamaya kalkan erkeğe “sana bunu yaptırmam” iradesini göstermesidir.

'6284 SAYILI KANUN KADINLARA ÇOK HAK TANIYOR DİYE UYGULANMIYOR'

Geçtiğimiz günlerde hükümete yakın Akit gazetesi “Aileyi yıkan 6284 değiştirilsin” manşeti attı. Spotta da şu sözlere yer verildi: “Yürürlüğe girdiği 2012 yılından bu yana kadına şiddeti önleyemeyerek daha hazin vakaların meydana gelmesine yol açan 6284 sayılı kanunun değiştirilmesi isteniyor.” Kim istiyor bunu?

Bunu Yeni Akit istiyor. Bir kere kadınların hayatta kalmak için tek can simidi olarak sarıldıkları bu yasayı hedef göstermek nefret suçudur.

6284 Sayılı Yasa ne hükmediyor?

Türkiye’de eskiden de koruma kanunu vardı ama 6284 bunun çağa gerçekçi şekilde uyarlanmış halidir. Ayşe Paşalı’nın öldürülmesiyle birlikte eski kanunun ne kadar çağdışı olduğu ortaya çıkmıştı. Fotoğrafı toplumun hafızasında yer almıştır: Boşandığı kocası Ayşe’nin yüzünü darp etmiş, adliye duvarında koluyla hapsetmişti. Adam her şeyi yapabilir pozisyonda olduğu halde, resmi olarak evli olmadığı için eski kanun Ayşe’yi korumamıştı. Ayşe Paşalı cinayeti ciddi bir tepki yarattı, biz kadın örgütleri de kanundaki yetersizlikleri dile getirdik ve İstanbul Sözleşmesi de imzalanınca kanun yenilendi. Böylece evlilik şartı aramadan tüm kadınları koruyan, kadınların adli-bürokratik ağda zaman kaybetmesini ve bu sürede öldürülmelerini önleyecek, hızlı tedbirler öngörüldü. Kimlik değişikliği, sığınak sağlama, çağrılı koruma, uzaklaştırma kararları, iş-adres bilgilerini değiştirme gibi koruma tedbirleri çeşitlendi, etkili ve hızlı hale getirildi. Taleplerimizin bir kısmı budandığı halde biz bu değişiklikten memnuniyet duyduk. Biz bundan çok memnun kalınca, galiba yönetenler “acaba biz yanlış bir şey mi yaptık” demeye başladı. Ve o andan itibaren bence kanunu uygulamamaya karar verdiler. Yani Yeni Akit’in bugün hedef gösterildiği kanun, aslında yıllar önce “kadınlara çok haklar tanıyor” yaklaşımıyla uygulanmamaya başlandı.

Peki kadın örgütleri bunun hesabını sorunca ne tür yanıtlar aldı?

Kamu görevlileri ilk sene “nasıl uygulayacağımızı bilmiyoruz” demeye başladı. Her temel kanundan sonra yönetmelik-yönerge yayınlanarak kanunun nasıl uygulanacağı tarif edilir. 6284 Sayılı Kanun’un yönetmeliği bir türlü yayınlanmayınca peşine düştük. Kanun çıktıktan 9 ay sonra ancak bu yönetmeliğin yayınlanmasını sağladık. Tabii o zaman, yani 2012 yılında biz kadın örgütleri, bakanlıklarla görüşebiliyorduk. Fakat o zamanki yaklaşım da şuydu: “Erkekler evden uzaklaştırılınca, onlara da yazık olmuyor mu?” Kadınlar şiddete maruz kaldığı halde erkekleri gözeten bir yaklaşım başından beri vardı. Sonuç itibariyle “biz bu kanunu çıkarmakla hata ettik” yaklaşımının sergilendiği bugünlere kadar geldik.

.

'ERKEKLER CEZAEVLERİNDE TAKIM ELBİSE KİRALAYIP İNDİRİM ALIYOR'

Hükümeti o zaman bu kanunu çıkarmaya zorlayan etkenler nelerdi?

Barış süreci, diğer hak ihlalleriyle mücadele, demokrasi kavramına yaklaşım… O dönem parlamenter rejime de, laikliğe de şimdiki gibi bir yaklaşım yoktu. Gizli ajanda denen şey bugün açık ajanda. O yıllarda toplumdaki barış, demokrasi talepleri iktidarı “hak ihlalleriyle mücadele edeceğim” vaadine zorladı. Fakat daha sonra yaşanan Özgecan Aslan cinayetiyle ortaya çıkan kadın ayaklanması karşısında da hükümet bir kanun taahhüdünde bulundu ama bunu yerine getirmedi. Çünkü Özgecan’ın katledildiği dönemde genel toplumsal atmosferi artık kaybetmiştik.

Özgecan Aslan cinayetinden sonra hükümet ne vaat etmişti?

Kadınları öldüren erkeklerin takım elbise giyince indirim almasını önlemek. Fakat iktidar önceki yıllarda vaat ettiklerini yapmak zorunda hissederken, zamanla bunu maniple etmeyi çok iyi öğrenmişti artık.

Yani şu anda da cinayet işleyen bir erkek, takım elbise giyince iyi halden indirim alabiliyor mu?

Tabii. Üstelik bunun sektörü bile oluşmuş durumda. Her yer özelleştirildiği için cezaevlerinde takım elbise kiralamak da mümkün! Genelde erkekler, öldürdükleri kadınların “kötü kadın” olduklarını söyleyerek haksız tahrikten yararlanmanın peşine düşüyor. Fakat zaten olması gereken bir tutumu İzmir’de bir yargıç sergileyince hepimiz için çok şaşırtıcı gelmişti. Hakim, “bir kadın kötüyse de bu ancak bir boşanma davası olabilir, cinayet davası değil” diyerek indirim yolunu kapattı. Anlaşamıyorsan boşanırsın! Üstelik toplumda sanki hep kadınlar evlilik peşindeymiş gibi sunulur. Peki boşanmaya gelince niye bırakmıyorsun? Kadın boşanmasın diye adam kendi çocuğunu öldürüyor. Öldürdüğü kadını parçalarına ayıracak kadar korkunç bir vahşet söz konusu. “Aileyi koruyacağım” söylemiyle çıktığın yolda, karısı boşanmasın diye kendi çocuğunu öldüren babaları gördüğümüz noktaya vardık.

'AKP’Lİ KADINLAR DA BOŞANMA HAKKINI KULLANMAK İSTİYOR'

Erkekleri böylesi vahşetleri uygulayacak kadar boşanmaktan korkar hale getiren etmen nedir? Erkekler niye boşanamıyor?

Bir kere arkaik eğilimleri kışkırtan siyasetle yönetildiğimizi unutmayalım. Elbette kadın cinayetleri AKP’yle başlamadı. Ama AKP iktidarına denk düşen bir dönemde kadınlar, iktidarın yapısından paradoksal olarak farklı bir biçimde kamusal hayata daha fazla dahil oldular, hak bilincine kavuştular, iş hayatında ilerlediler. Ama yanlarındaki erkekler aynı noktada kaldı. Bir diğer mesele de şu: Bu topraklarda, bütün diğer hak taleplerine yönelik kör şiddetle bastırma yöntemi, ortaya çıkan erkeklik kriziyle birlikte kadınlara da yöneltildi. Öte yandan Jack Holland, Mizojini kitabında ortaya koyuyor ki, tarihte kadın nefretinin, mizojininin ilk biriktiği yer Akdeniz havzasındaki topraklardır. Yani bizde kadına yönelik nefret, aşağılama, ayrımcılık, kadını tamamlanmış bir varlık olarak görmemek tarihsel bir sorun. Güncel ve tarihsel sorunlar üst üste binince, ortaya böylesi bir atmosfer çıkıyor. Boşanma meselesine tekrar dönelim. Eskiden toplumun belli bir kesimine atfedilirdi boşanma hakkı. Ama artık hiç o profile uymayan kadınlar da boşanma hakkını kullanmak istiyor. Örneğin Siirt’te, on sene öncesine kadar ailesinde hiç boşanma olmayan öğretmen Esin Güneş, şiddet görünce boşanmak istiyor. Kocası Esin’i uçurumdan atarak öldürüyor. AKP’ye oy veren başörtülü kadınlar da boşanma hakkını kullanmak istiyor. Oranlarda büyük yükselme yok ama nitelik değişiyor, modern haklar toplumsallaşıyor. Kadının kendisini gerçekleştirmesi, az önce de ifade ettiğim tarihsel, toplumsal ve siyasal sebeplerden ötürü erkeklerin kör şiddetiyle karşılaşıyor. Üstelik bunu frenleyen hiçbir mekanizma yok. İktidar, erkeklere “bir dakika, bunu yapamazsın” dediğinde şiddet durabiliyor. Kanıtı da 2011 yılıdır. O yıl iktidarın, kadınları korumak için yasa çıkaracağını söylemesi bile kadına yönelik şiddeti yarı yarıya azaltmıştı.

'HAFİF GÖRÜLEN SUÇLAR CİNAYETLE SONUÇLANIYOR'

Son zamanlarda iktidarın 6284 Sayılı Kanun’a da kaynaklık eden İstanbul Sözleşmesi’ne koyduğu imzadan vazgeçmek istediği konuşuluyor. İstanbul Sözleşmesi nedir?

Sözleşme genel hatlarıyla dört temel hususun altını çiziyor: Önleme, koruma, caydırıcı yaptırımlar ve geleceğe yönelik tedbirler. AKP, bu sözleşmenin ilk imzacısı olmakla övünüyordu. Sözleşme, öncelikle şiddetin ortaya çıkmayacağı bir toplum yaratılması gerektiğinin altını çiziyor. Bunun da yolu kadınların eşit haklarda yaşadığı bir toplum oluşturmaktan geçer. Sözleşme, bunun zaman alacağını öngörerek, önleme ve koruma tedbirlerini almayı emrediyor. 6284 Sayılı Kanun bu açıdan bizim için çok önemli. 6284 kadınlar için bir şifre. Kadın karakola gidip “ben 6284’e dayanıyorum” dediğinde, kamu görevlileri bunun gereğini yapmak zorunda ve bu da hayat kurtarıcı olabiliyor. Bunu bile elimizden almaya çalışıyorlar! İstanbul Sözleşmesi ayrıca devletin kendi sınırları içinde bir kadını koruyamaması halinde, o kadına mültecilik hakkı tanınarak başka bir ülkeye yerleştirilmesini de öngörüyor. Önleyici tedbirlerin kapsamı çok geniş. Sözleşme tüm bu tedbirlere rağmen kadının zarar görmesi halinde de bunun cezasız bırakılmamasını emrediyor. Zaten cezasızlık olmasa, şiddetin boyutları şimdiki noktaya gelmez. Örneğin Helin Palandöken, ısrarlı takip suçunun ülkemizde serbest olması sonucu öldürüldü. Siyasi tivitleri anında yakalayan devlet, Helin’in sosyal medyadan attığı çığlığı görmemiş! Bu ülkede ısrarlı takip suç olarak kabul edilip tedbiri alınsa Helin bugün hayatta olabilirdi. Hafif görülen bu suçlar cinayetle sonuçlanıyor. O yüzden tüm bunlarda cezasızlığa son verilmesi lazım. Sözleşmeye imza atan ülkeler, tüm bunlarla birlikte geleceğe dönük olarak kadınları güçlendirmeyi taahhüt ediyor. Bunun gereklerini yerine getirmeye ucundan başlasak, hemen fark yaratacak zaten. Sorunuzun ilk bölümüne geleyim; adında İstanbul olduğu, İstanbul’da yapıldığı için Türkiye imzasını geri çekemiyor. Yoksa bu imzanın geri çekilmesi söz konusu olabilirdi.

Sizce hükümet şu an erkeklerle bir ittifak halinde mi?

Bunun yanıtı net: Evet.

Peki toplumun yarısını kadınlar oluşturduğu, kadınlar da oy kullandığı halde neden böyle bir tercihte bulunuluyor?

Çünkü erkeklerle ittifak kurup kadınları da manipüle edebileceğini düşünüyor. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin hiçbir gelenekle, bahaneyle izah edilemeyeceğinin altını çiziyor. Fakat AKP, toplumdaki genel eğilimlerle mücadele etmek yerine hem onları kullanıyor hem de yeniden üretiyor. Bence kadına bakış açısı itibariyle IŞİD’den bir tık geride duruluyor. Toplumda da bu bakışı görünce, onu yasaya uyarlayarak prim yapmaya çalışıyor. Türkiye’de kadınların sadece yüzde 11’i şiddet görünce adli makamlara başvuruyor. Yüzde 89’u hâlâ sesini çıkaramıyor.

'TÖRE VE NAMUS CİNAYETLERİ TEKRAR HORTLADI'

Bunu neye bağlıyorsunuz?

Farkındalık ve cesaret kadın hareketi güçlendikçe ve devlet bunun arkasında durdukça artıyor. Fakat devlet bunun tam tersini yapıyor. Bakın, Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün yaptığı bir çalışma, insanların hâlâ resmi nikâhtan önce dini nikâh kıydıklarını ortaya koyuyor. AKP bunu bir problem olarak alacağına, buna Müftülük Yasası’yla yasal zemin kazandırıyor. İlk kez Bismil’de Güldünya Tören’in hastanede öldürülmesinden sonra büyük bir toplumsal tepki oluşunca 2005’te TCK değiştirildi ve töre bahanesiyle yapılan cinayetlere yönelik ceza ağırlaştırıldı. Cezalar artınca bu tür cinayetler azalmıştı ama son dönemlerde tekrar töre-namus bahanesiyle işlenen cinayetler hortladı. Çünkü sen kışkırtırsan, sonuç böyle olur. Kadına yönelik nefret, erkekleri belli politikalara ikna etmenin çok avantajlı bir yolu olarak görülüyor.

Müftülere nikâh yetkisi veren yasanın çıkmasından sonra ilk toplu nikâh Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde yapıldı. Bu düzenlemeye kadın örgütleri neden karşı çıkmıştı?

Dikkat edin, o nikâhta müftünün yanında resmi nikâh memuru da var. Madem memur vardı, neden müftü kıyıyor o nikâhı? Müftü, 8 çocuğunun olduğunu ve yeni evlenenlere en az 5 çocuk yapmalarını söylemiş. Sonra da Türk bayrağı, Kur’an ve beyaz eşya hediye etmiş. Din, milliyetçilik gibi kodlarla örülü bir seremoni söz konusu. Kaldı ki meselenin sadece nikâh kıymakla sınırlı kalıp kalmayacağı belli değil. İleride bütün medeni hakların dinsel kodlarla çevrelenmesi tehlikesi var. Bir din görevlisinin resmi evrak yapabilmesi zaten laik ülke olmaktan çıkmak anlamına gelir. Bir yasayı çıkarmanız, onu hukuki kılmaz. Nitekim Müftülük Yasası, açık bir biçimde Anayasa’yla çelişiyor. Bana göre Bismil’deki nikâh, anayasanın laiklik ve medeni kanunla ilgili hükümlerinin ihlalidir ve geçersizdir.

'KADIN DÜŞMANLIĞINI KÖRÜKLE, SONRA DA KADININ ELİNE PANİK BUTONU VER!'

Son zamanların klasik sorusu oldu: Kadına yönelik şiddet mi artıyor, görünürlüğü mü artıyor?

İkisi de! Kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığını ifade ettiğimizde, dayanağımız hükümetin açıklamasıydı. Eski milletvekili Fatma Kurtulan, dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergün’e kadın cinayetlerini sorunca, Ergün, 2000-2007 yılları arasında yüzde 1400 arttığını söylemişti. Zaten şu an kendi olanaklarımızla topladığımız veriler de bu artışı gösteriyor. Öte yandan kadın cinayetlerinin görünürlüğünü de biz kadınlar, iktidarın karşı çabasına rağmen sağlayabildik.

Kadına yönelik şiddeti önleme tedbirlerinden biri olarak bir ara “panik butonu” uygulaması gündeme geldi ve çok tartışıldı. O uygulama var mı şu an?

Bir ara pilot bölge olarak Bursa’da uygulandı ama tutmadı. Kadına yönelik şiddet teknik bir mesele değil ki, panik butonuyla engelleyesin! Sen topluma sürekli kadın düşmanlığını körükle, sonra da kadının eline panik butonu ver! Adam hapiste kiralık takım elbise buluyor, panik butonuyla mı baş edemeyecek!

'FAİLİ MEÇHUL KADIN CİNAYETLERİ ARTIYOR'

Son dönemlerde lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks, kuir+ (LGBTIQ+) bireylere yönelik şiddetin oranı hakkında herhangi bir malumat sahibi misiniz peki?

Biz kadın cinayetlerinde katillerin indirim almaması için uğraşırken, trans kadınların failleri bile yakalanmıyor. Trans cinayetlerinin çoğu faili meçhul olarak kalıyor. Fakat artık kadın cinayetlerinde de faili meçhuller artmaya başladı. Kadınlara yönelik şiddet arttıkça, cinayetler cezasız kaldıkça, trans cinayetleriyle ilgili durum daha da vahimleşecektir. Bakın, kadına çeşitli haklar verdiği için 6284 Sayılı Yasa’dan ve Medeni Kanun’dan nefret eden bir erkeklik türü var. Boşanmış Mağdur Babalar Derneği diye bir yapı var mesela. Sürekli nefret suçu işleyen bu derneği de zamanında Meclis’teki Şiddeti Araştırma Komisyonu’na davet ettiler! Biz birlikte sunum yaptık, bizden önce bunlara söz verdiler! Şunu unutmayalım, kadınlarla erkekler arasındaki savaş bir çıkar savaşıdır. Kadınlar elbette çıkarlarını ve haklarını savunacaklar. Ama erkekler, haklarını ve çıkarlarını koruyan kadınları şiddet uygulayarak, üstelik bütün aygıtları elinde bulunduran devlete yaslanarak bastırmaya çalışıyor. “Sen beni şikâyet et bakalım, hepsi benim arkamda” diye kadına mesaj atıyor adam.

Hapse atılan erkekler, işledikleri cinayetlerden pişmanlık duyuyor mu?

Bir tane bile pişmanlık, üzüntü belirtisi yok! “Kötü oldu, o da hayatını kaybetti” bile demiyor. Kadın katilleri en fazla “bak ne oldu, ben de burada sürünüyorum, çocuklar da ortada kaldı” diyor. Yani karşı karşıya olduğumuz savaş bu kadar açık işte!

Bundan sonra neyle karşılaşırız sizce?

Kadın haklarına yönelik saldırı çok yönlü yapılıyor ve mücadele sertleşerek devam edecek. O yüzden şimdiye kadar erişemediğimiz kadınlara erişmenin zeminini ve yollarını yaratmamız lazım. Çünkü önümüzdeki dönemde gücümüzü, güçlü olduğumuzu göstermemiz gerekecek. Türkiye’deki rejim tartışmasına muhalefetin nasıl yanıt vereceği önemli ama hedefe kadınlar alınarak bu yola girildiği için kadınların ne diyeceği daha da önemli. Yeni örgütlenmeler, yeni kuvvetler oluşturmanın hattını, geçmişteki iyi mücadelelerden esinlenerek örmeliyiz. Ne yaparsak bu şiddeti durdurabiliriz sorusunun peşine düşmek ve bunun cevabını bulmak zorundayız.

Sizin bu soruya yanıtınız nedir?

Bireysel veya kurumsal olarak herkesin eşit söz hakkıyla gelip dahil olabildiği Kadın Meclisleri bize göre iyi bir yoldur. Önümüzdeki sert saldırıya aklımızla cevap oluşturup kuvvetimizi dizdiğimiz bir kadın hareketi inşa etmeliyiz. Kadın hareketi içinde çok farklı eğilimler var ama daha önce de dediğim gibi, kutuplaşmayı kesen bir hat kurmalıyız. Bakın, şiddet gören kadınların yalnızca yüzde 11’i hak arama yöntemlerine başvuruyor. Bu veri bile mücadeleyi artırmamızın ne kadar gerektiğini gösteriyor. Bu kardeşlerimize de mücadele etme cesareti vermekle mükellefiz.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.