YAZARLAR

'Hayat bizi deniyor…'

Biz dönme ihtimalini hep göz önünde tuttuk ama o, içindeki umuda rağmen sürgüne ve hasrete dayanamadığı için aramızdan ayrıldı. Şarkılarında vefadan söz ederdi, vefasızlığın en fenasıyla karşılaştı.

16 Kasım benim için yılın en kötü günlerinden biri. Ahmet Kaya’nın aramızdan ayrıldığı gün. 17 yıl olmuş. Dün gibi oysa… Televizyonda duyduğumuz habere inanamamış, içimizden doğru olmamasını dilemiştik. İnternetin bu kadar yaygın olmadığı yıllardı ve birkaç gün sonra yine televizyonlar aracılığıyla önümüze düşen cenaze töreni görüntülerini görene kadar bir umut beklemiştik. 43 yaşındaydı. Kocaman adamdı. Bugün, ben ondan iki yaş büyüğüm.

Ahmet Kaya, bugünlere gelmeme vesile olan isimlerden. 12 Eylül sonrasında yolumu aydınlatan isim. Her zaman söylerim: Şarkıları olmasaydı, kim bilir nereye savrulacaktım… Şanslıyım, erkenden tanıdım onu. Hâliyle pek çok kere sahnede izledim. Tanışamadım ama iki kere telefonla konuştum. Yetti.

Ardından çok yazı yazdım. Söyleyeceklerim hiçbir zaman bitmedi, bitmeyecek. Değişik vesilelerle yazdığım yazılar bir yana her yıl, 16 Kasım civarında muhakkak bir yazı yazıyorum. Bu yazı o yazı. Çabam, Ahmet Kaya’yı unutmamak, unutturmamak için. Şüphesiz unutulacak gibi değil ama ona yapılanlar, bugünlere çok farklı bir şekilde taşındı. Mağduriyet edebiyatından beslenenler, bir dönem ona yaptıklarını unutarak (daha da fenası, unutturarak) onun adıyla ilerliyor. Başına gelenler, pek çoğumuzun yaşama ihtimali olan şeyler. Memleketin tartışmasız en sevilen isimlerinden biriydi ancak bir anda yok sayıldı ve bilinçli bir linç kampanyasının kurbanı oldu. Hayatının kalan bölümünü memleketinden uzakta, sevenlerine hasret geçirmek durumunda kaldı. Hasret karşılıklı elbette. Biz dönme ihtimalini hep göz önünde tuttuk ama o, içindeki umuda rağmen sürgüne ve hasrete dayanamadığı için aramızdan ayrıldı. Şarkılarında vefadan söz ederdi, vefasızlığın en fenasıyla karşılaştı.

Ahmet Kaya’nın Paris’te yaptığı kayıtlar, 2001 yılında GAM tarafından yayımlandı. Sonrası da geldi. Sesini, yıllar sonra yeniden duymak heyecanlı ama bir o kadar da hüzünlü. Ölmemiş gibi.

“Hoşçakalın Gözüm” ilk albümdü, “on yeni şarkı ve bir klip”ten müteşekkildi. Klip, Ahmet Kaya’nın sözünü ettiği Kürtçe klip: “Kervan”. Açılışta yer alan “Siz Yanmayın”, insanın bağrını deliyor: “Ağlama bu günler gelir de geçer babam / Ağlama bu dertler elbet biter babam / Ocaksız köylerimde dumanlar tüter elbet / Ben yandım sen yanma Allah aşkına // İki damla gözyaşımla satıldım pazarlarda / Kırdılar yüreğimi kırdılar azarlarla / Sürgünlere yolladılar sabah 4’te yağmurlarla / Ben yandım siz yanmayın Allah aşkına…” Şarkının başında, Ahmet Kaya’nın bir konuşması yer alıyor. İnceden değil, ağır bir sitem bu: “Türkiye’de yaşadığım çok zor günlerde bir merhabasını istediğim fakat bu merhabayı benden esirgeyen, ulusal anlamda bu kaderi paylaştığım bütün arkadaşlarıma ve dostlarıma ince bir sitemdir. Umarım bunu anlarlar.”

1988 yılında yayımlanan Ahmet Kaya albümü “Başkaldırıyorum”da yer alan “İçerden Çıkan Adam”, bir anlamda darbe sonrasındaki Türkiye’nin fotoğrafını çeker. Erken dönem dokunuşlardandır bu: Darbenin konuşulmasının yasak olduğu yıllarda yapılmıştır. Başının belada olduğu günler bunlar… Hoş, yaşadığı sürece “bela” hep yanında oldu ama o, şarkılarıyla direndi. Yanındaki insanlardan biri, Yusuf Hayaloğlu’ydu –ki “İçerden Çıkan Adam”ın sözlerinde onun imzası var: “İçerden çıkacak birazdan adam / Yıpranmış bavulu, hantal sesiyle / Kendini yollara vuracak adam // Yüz çeviren dostlar, sinsi tavırlar / Açığa çıkacak ve ah kendiyle / Bir ince hesabını görecek adam // Susamıştır tebessümün seyrine / Saçları hiçbir gün okşanmamıştır…” Yıllar sonra, Ahmet Kaya’nın Paris’te karşı karşıya kalacağı tavır tam da bu aslında. Yabancısı olduğu bir durum değil elbette… Bunun içindir ki, şarkı, “Bir ihtilal kadar yalnız / Ah vefanız kadar yanlış / Mümkünse farz edin yaşamamıştır” dizeleriyle sonlanır. Yaşadı ama. Yaşadı ve bize çok şey kattı. Ardında bıraktığı (toplamalar ve konser albümleri hariç) yirmiye yakın albüm, hâlâ başucumuzda.

Gülten Kaya, 16 Kasım’da, Ahmet Kaya’nın Paris’te evinde yazdığı bir notu Instagram hesabından paylaştı. “Hayat bizi deniyor / Sakın korkma / Arkana bakmadan tebessüm et ve yürü…” Bugün onu sevmemize sebep, içindeki bu umut. Bizi ayakta tutan da bu aslında.

Yazının burasında, adını anmışken, Gülten Hanım’a bir selam çakmak isterim. Ahmet Kaya’nın yayımlanmış albümlerini GAM çatısı altında toplayan, gün yüzü görmemiş şarkılarını bize ulaştıran, onun adını ve kavgasını bugüne taşıyan çok özel bir isim… Anlattıklarını dikkate almak, kurduğu cümleleri tekrar tekrar okumak gerekiyor. Ahmet Kaya’nın hepimize aşıladığı umudu yeşerten ve onu canlı tutan vakur duruşuyla hepimize örnek. Yakın zamanda, yıllardır beklediğimiz hamleyi yaptı ve albümleri plak olarak yayımladı. Kim bilir ilerleyen yıllarda daha ne sürprizlerle selamlayacak bizi.

“Hoşçakalın Gözüm”e döneyim… Albümle aynı adı taşıyan şarkı, şöyle başlıyor: “Nedir bu başımdaki felaket / 40 yıldır sefalette bu Ahmet / Kefenimi alın dikin bir zahmet / Gömün beni bir başıma…” Şarkının bir yerinde “Elimde değil / Susamıyorum” diye bağırıyor Ahmet Kaya. Var oluşunu özetleyen dizeler aslında bunlar. Hiçbir zaman susmadı. Bunun için memleketinden uzaktaydı. Şarkıyı dinlemeye devam edelim: “Hele bir ışıklar sönsün / Hele bir kapansın kapılar / Sular durulsun / Bıçak atacağım daha 12’den // Kısa devre yapsın kalbim / Ellerim inatla dökülsün cigaraya / Dağlarda ay büyüsün, sular köpürsün / Sen beni o zaman gör /…/ Kaldırımlara yağmur dökülsün / Dağılsın dişlerimde gülüşler / Kaybettiklerim bir dönsün / Sen beni o zaman gör // Yalnızlık ne demek / Kül olsun uykular / Kuşlar silinsin gözlerimden / Sen beni o zaman gör // Saçlarımda kırılsın kar / Baştan çizilsin uçurumlar / Kırılsın camlar / Sen beni o zaman gör…”

Ahmet Kaya’nın hayatını anlatıp yazıyı uzatmayayım. Çok yazıldı, yazılacak. Geçtiğimiz yıl bu sayfalarda yayımlanan yazımda hayatının kırılma noktalarından söz etmiş, hikâyesini kısaca özetlemiştim; arşivde duruyor. Şarkıları derseniz, hâlâ çok şey anlatıyor ve 43 yılda yaşadıkları, onlardan süzerek söyledikleri, bugün bize yol gösteriyor. Dinlemek, dinletmek, biraz da bu yüzden boynumuzun borcu.

Ahmet Kaya bugün aramızda değil belki ama aslında o kadar canlı ki…


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.