YAZARLAR

Zarrab davasını dürümlesek de mi yesek yoksa dürümlemesek mi?

Zarrab kişisi kolay kolay FETÖ’cü olarak dürümlenip paketlenemezse, olaylar bir süre daha A Haber mantık silsilesi içinden yorumlanacak demektir. Kıskanç eski dünyanın yemeyip içmeyip yeni Türkiye’nin kuyusunu kazdığı mantığı. Bu da bir mantık da, gideri tıkanmış gibi geliyor bana...

Abdülkadir Selvi, Reza Zarrab davasının arkasında FETÖ’nün olduğu bilgisinin giderek daha açık seçik hale geldiğini yazdı bu hafta. Enteresan bir yazıydı Allah için. Her şeye rağmen en belirgin karakteri bağımsızlık olan kadim ABD yargısını, FETÖ’nün, böyle semazen gibi entarisinde döndürecek bir gücünün olup olmadığını elbette ben de, kedi sever dostlarım da bilemeyiz, bilse bilse Abdulkadir Selvi filan bilir.

Evet böyle, toplumcak zaman zaman boş boş baksak da bildiğimiz şeyler var bizim de. Bir kere şunu biliyoruz ki, işler bir sarma sarmaya başlarsa, uğruna notalar döktürülen Zarrab’ın da Pensilvanya döneri olarak dürümlenmesi olsa olsa üç vakit meselesidir. Üç ay, üç gün ve hatta üç dakikada bile gerçekleşebilir bu dürümlenme. Sonrasında da A Haber’den evlere paket servis... Yeri gelmişken, toparlak surat bir hayırsever vatandaş için nota gönderilmesinin çok 'tekdire şayan' bir iş olduğunu da söyleyeyim. Bunu da bilin. Ben Mülkiye’de uluslararası ilişkiler tahsil ettim oradan biliyorum. Hocalarımız notaları da vetoları da tane tane anlatmıştı bizlere.

Ben de şimdi Zarrab meselesiyle ilgili naçizane izlenimlerimi sizlere tane tane anlatayım isterim.

Sevgili politik-aksiyon severler, yıllar ve yıllar sürmüş AKP-FETÖ ittifakının büyük cayırtılarla parçalandığını biliyorsunuz. İşte bahse konu o parçalanma esnasında da grotesk bir insan malzemesi kıymık gibi etrafa saçıldı. Bu insan malzemesi içinde Zarrab da vardı. Fakat arkaaş ne komple bir kıymıktı bu Reza ya, bir nevi Zelig mübarek. Her köşeden çıkıyordu...

Dedikodular da dur durak bilmiyordu. Söylenenlere göre, Zarrab bir yandan ülkenin en popüler, en sevgililerden sevgili beğenemeyen şarkıcılarından biriyle evlenmişti ama bir yandan da bağzı kimselere bahşişleri peşin dağıtmaya devam etmişti. Eşiyle kendisi için, Kanlıca sahilindeki Mehmet Arif Bey Yalılarından –bir tanesine sığamayacaklarından galiba- yan yana iki nadide yalıyı birden satın almıştı. Sonracıma Melih Başgan’ın bile hayal edemeyeceği bir mimari proje geliştirmiş ve o güzelim tarihi yalıları, aralarına kaymak gibi zıııt aşağı zıııt yukarı inip çıkan bir asansör yaptırarak birleştirmişti! Tarihi eser olarak tescilli bu yalıları Allah korumuştu da, Zarrab, araya tahterevalli yaptırıp günbatımını seyretmek için bir yalının bahçe katından ötekinin çatısına zıplamak filan istememişti.

Hikaye bu kadarla kalsa iyiydi. Genç ve zengin bir işadamı, fanatiği olduğu ünlü sanatçıyla evlenmeyi başarmış ve Kanlıca yolunda, aşığı kolunda, işleri yolunda yaşayıp gidiyormuş diyecektik biz de.

Oysa sadece Kanlıca yalılarını birbirine bağlayan asansörün duvarında değil, İran ve dış dünya arasına ambargo döneminde döşenen kestirme yollardaki birçok taşın altında da made in Zarrab yazıyordu. Bunun bir de Babek Zencani isimli İranlı bir ortağı vardı ki insan hayret ederdi. Böylesine –şu sakil sözcüğü ilk ve son kez kullanacak olursam- “oyuncaklı” bir ismin olacak ve sen... Off neyse ne, konuyu dağıttırmayın hemen. Zarrab bir yandan, “Amerigan emperyalizmi”nin ticaret ambargosu altındaki İran’la “dayanışıyor”, bir yandan da Türkiye ekonomisini kurtarmaya soyunuyordu. Muhtemelen sanat dünyamızı ve ekonomimizi hale yola koyduktan sonra, Türkiye akademisine de el atacaktı ve mücevher ihracatı dalında aldığı ihracat şampiyonu ünvanına bir de Prof. Fahri Bey ünvanını ekleyecekti. Fakat akademiye el uzatmaya fırsat bulamamıştı. İbişler, Mamoşlar, Kasadamlar filan öne atılıp, “sen kendini yorma yiğidim, o iş bizde” demişti. Reza da boşa çıkan zamanında bakanlarımızı filan kaç milyarlık saatlerle ve ayakkabı kutularıyla donatmıştı.

Dedikodular bununla da bitmiyordu, yok efendim aynı uçakla aynı altını (kim bilir pilotlar bile aynıydı) döndüre döndüre hem ihraç hem de ithal etmişti. Sonunda da bu kadar dedikodu adamcaazın başını yakmış, keli görünmüştü. Yeşilçam’ın en entrik filmlerine malzeme çıkaracak bir hayat sürttükten sonra gitmiş, kimilerine göre gönüllü olarak ABD’de mapus damlarına düşmüştü...

Ümit Kıvanç dünkü yazısında, Zarrab’ın ABD’de tutuklanmasını takiben, konunun Türkiye’de nasıl değerlendirildiğini Cumhurbaşkanlığı seviyesinden takiple bir bir hatırlatmış. İyi ki hatırlayanlar ve hatırlatmaktan vazgeçmeyenler var. Yoksa Zarrab’ın tutuklanma haberinin hemen ardından yapılan açıklamalar buhar olup giderdi. Ümit Kıvanç, Erdoğan’ın “Bu konu aslında ülkemizi ilgilendiren bir konu olmadığı gibi bir para aklama konusu mudur, değil midir, bilmeden değerlendirme yapamam” dediğini hatırlatıyor. Geldiğimiz noktada ise ne olduysa olmuştu ve mağdur bir hayırsever vatandaşımız olarak Zarrab, Türkiye’yi ABD’ye nota verecek kadar ilgilendirmeye başlamıştı.

Şimdi bana kalırsa, Zarrab Efendi yüzünden Türkiye siyaseti acayip bir tongaya düşürülmüştü. Düşürülmüştü derken dış “mihraklar” tarafından filan değil, basbayağı milli ve yerli danışmanlar tarafından düşürülmüştü demek istiyorum. Zira AKP’de bu kadar çok başdanışman varken, bir baş düşmana pek de ihtiyaç yoktu. İç mihrakı (d)oluşturan bu danışmanların yön verdiği siyaset neticesinde, koca ülkenin kiri pası altın varaklı bir İran halısının altına altına süpürülmüştü. Gelinen noktada o halının çekilip alınmasıyla kir pas içinde ortada kalmak da var... Ya da daha kötü bir ihtimal olarak, kire pasa dokunmaksızın o ülkeyi “I know what you did last summer” bakışıyla, yıllar boyu halının dibinde tutmak da var. Yine de bu seçeneklerin ardında Türkiye’ye karşı büyük bir komplo aramaya gerek olmadığını düşünüyorum. Uluslararası siyasetin dengesi budur işte. Kimin kontrolü kime yeterse. Şimdilik ABD’nin gücü hâlâ dünyayı şöyle ya da böyle kontrol altında tutmaya yetiyor. Aynı koz(alak)lar Türkiye’nin eline geçse, Türkiye de bu kozalaklarla aynı oyunu kurmakta tereddüt etmezdi. Bunu da hepimiz biliyoruz.

Sonuç olarak, Abdülkadir Selvi’nin verdiği bilgide, yani Zarrab davasının ardında FETÖ’nün olduğu bilgisinde, bir doğruluk payı olsa bile bu bilgi ağırlığını da ehemmiyetini de neredeyse sıfırlamış bir bilgi. Bir öz sıfırlama olayı. FETÖ’yle sürdürülen on küsur yıllık ittifaktan sonra, siyasetin yukarı katlarında doğru düzgün bir temizlik yapılmadığı yönünde yaygın bir intiba varken ve bu ittifakın inşası sırasında etrafa verilen rahatsızlıktan ötürü doğru düzgün bir özür bile dilenmemişken herkesi FETÖ’cülükle suçluyorlar! Akıl almaz bir pişkinlikle işlerine gelmeyen her tür muhalefete, en usturuplu biçimde yapılmış olanına bile FETÖ ağzı diyor, yediden yetmişe hoşlarına gitmeyen herkesi bangır bangır FETÖ’cü olmakla itham ediyorlar. O yüzden de en ihtiyaç duydukları anda FETÖ’cülük ithamı da FETÖ ağzı tespiti de elden ayaktan kesiliveriyor. Yani pek de ciddiye alınmıyor bu itham. Kıssadan hisse, FETÖ’cülük yönündeki iddia ve ithamların da bol keseden harcanmaması, biraz tasarruflu olunması gerekiyormuş.. Tasarruf bu ülkenin karakteridir...

Gelinen aşama böyle bir aşama; Zarrab kişisi kolay kolay FETÖ’cü olarak dürümlenip paketlenemezse, olaylar bir süre daha A Haber mantık silsilesi içinden yorumlanacak demektir. Kıskanç eski dünyanın yemeyip içmeyip yeni Türkiye’nin kuyusunu kazdığı mantığı. Bu da bir mantık da, gideri tıkanmış gibi geliyor bana...


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.