Yemen’deki hesaplaşma
İran etkisinden duyulan korku bir ülkeyi halkıyla, üzerinde oturduğu medeniyetiyle, tarihi şehirleriyle yok etmeyi haklı çıkarabilir mi? Böyle bir mantık, İran’a gelmeden önce Yemen’i selefileştiren ve El Kaide’nin bu coğrafyada kök salmasını sağlayan Vahhabi etkisini bahane edip Suudi Arabistan’ı yerle bir etme hakkı vermez mi?
Suudi Arabistan ve işlerini daha çok arka planda yürüten Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) büyük bir dokunulmazlık içinde iki yılda Yemen’i ölüm, yıkım, açlık ve salgın hastalıkların pençesine attı. Korkunç trajedi ekranlarda ‘seyirlik’ olmaya bile değer görülmüyor.
BM’ye göre Suudi öncülüğündeki koalisyonun müdahalesi sonucu bugüne kadar 8 bin 670 kişi ölürken 49 bin 960 kişi de yaralandı. Dayatılan abluka yüzünden 20 milyon insan açlıkla yüz yüze.
Gıda, su ve ilaç yokluğu yüzünden önlenemeyen kolera salgını nisandan bu yana 2 bin 211 can aldı.
Kızılhaç’a göre 27 milyonluk Yemen’de insanların yüzde 77’si hayatta kalmak için yardıma muhtaç; yüzde 66’sı yeterli gıda bulamıyor; yüzde 60’ı temiz suya erişemiyor; yüzde 52’si sağlık hizmeti alamıyor; yüzde 12’si ileri derecede kötü besleniyor. Hastanelerin yüzde 55’i çalışmıyor. Kolera virüsüne taşıdığından şüphelenilenlerin sayısı en az 960 bin. Bunlara ilaveten difteri patlak vermiş durumda. Uluslararası yardım kuruluşları bir aydır Hudeyde, Salife ve Sanaa limanlarına yardım ulaştıramıyor.
***
Bu zebanilik milletler arenasına “İran’ın bölgeye uzanan el ve ayaklarını kesme” ameliyesi olarak lanse ediliyor ve hakim güçler nezdinde anlayış görüyor. Bu dokunulmazlığın en önemli dayanağı kuşkusuz ABD. Tabii farklı platformlarda Suudilerin işlerini kolaylaştıran İsrail’i de anmasak olmaz. Barack Obama, İran’la nükleer anlaşmaya köpüren Suudilerin zehrini akıtacağı yer olarak Yemen’i kurban etti. Ardılı Donald Trump ise tam tersine İran’a karşı sert politikaya uygun olarak Suudilerin elini daha da rahatlattı. Trump’ın “Önce Amerika” sloganıyla Riyad’da kaldırdığı ‘deve yükü’ de burada belirleyici.
İran etkisinden duyulan korku bir ülkeyi halkıyla, üzerinde oturduğu medeniyetiyle, tarihi şehirleriyle yok etmeyi haklı çıkarabilir mi? Böyle bir mantık, İran’a gelmeden önce Yemen’i selefileştiren ve El Kaide’nin bu coğrafyada kök salmasını sağlayan Vahhabi etkisini bahane edip Suudi Arabistan’ı yerle bir etme hakkı vermez mi? Günün siyasal söylemleri, tarihsel arkaplanla yüzleştirilmeden tekrarlandığında fazlasıyla yanıltıcı olabiliyor.
***
İran’ın siyasal retoriğinden etkilenen Husilerin örgütü Ensarullah ortalıklarda yokken de Yemen’in tepesindeki ceberrut Suudi Arabistan’dı.
Kimse asırlardır Sünni Şafiler ve Şii Zeydilerin hoşgörü içinde yaşadığı Yemen’de nasıl olup da cihadi selefiliğin kök salabildiğini sormuyor. Buradaki mezhepçi radikalliği tahrik eden Suudilerin eğitim hibesi adı altında yapılan yardımlara paralel olarak zerk ettiği vahhabi düşüncesiydi. Şiiler ve Sünniler aynı camide namaz kılabilecek ya da aynı âlime kulak verecek kadar birbirine yakındı. Elbette Zeydilerin merkezle her zaman sorunları olageldi. Yani Zeydiler isyan etmeyi İran’dan öğrenmedi. Husi hareketi bir şekilde o tarihsel devamlılığı da yansıtıyor.
Rivayet o ki 1953’te İbn Suud ölüm döşeğindeyken Yemen’e dikkat edin, orası sizin Aşil topuğunuzdur” diye vasiyette bulunmuş. Kral Selman ve oğlu Veliaht Prens Muhammed bugün o vasiyetin hakkını veriyor.
Suudiler Yemen’i ‘itaatkâr’ bir rotada tutmak için hem Sanaa’da hükümete hem de istedikleri zaman iktidara kamasını gösterebilecek olan aşiret liderlerine milyonlarca dolar akıttı.
Suudiler siyasi dayatmaları reddettiklerinde de Yemenlileri cezalandırmaktan çekinmedi.
***
Yemen’i birleştirme çabalarına taş koyan da Suudilerdi. 1977’de bölünmüş Yemen’e son vermek üzere Komünist Güney’e gitmeye hazırlanırken öldürülen Devlet Başkanı İbrahim Hamdi’ye suikast düzenleyenler o zaman Suudilerin finanse ettiği Ahmer aşiretiydi. Paradoksal olarak Suudilerin son zamanlarda farklı yerlerde düşman bellediği İhvan’ın Yemen’de teşkilatlanmasına ön ayak olan bu aşiret, 2011’de Ali Abdullah Salih’e karşı halk isyanının arkasındaydı. O isyan sırasında sarayı bombalanan ve tedavi için ülke dışına çıkarılan Salih, Suudilerin iktidarın emin ellere geçmesini temin için geliştirdikleri anlaşmayla 2012’de koltuğunu yardımcısı Mansur Hadi’ye bırakmıştı. Tek adaylık parodi bir seçimle başkan seçilen Hadi’nin 2014’te ulusal hükümet kurulması yönündeki anlaşmaya uymaması siyasi krizi derinleştirmişti. 2014’te geçiş sürecinden memnun olmayan bazı Sünnilerin de desteğiyle başkentte eylem başlatan Ensarullah, Ocak 2015’te başkanlık sarayını kuşatmıştı. Bu baskı karşısında Hadi, Şubat 2015’te Aden’e kaçmış, bir ay sonra da istifa edip ülkeyi terk etmişti. Hemen ardında Suudiler de Hadi’yi koltuğuna döndürme adına koalisyon kurup savaş başlatmıştı. Suudilerin silah tedarikçisi ABD, Britanya ve Fransa da lojistik ve istihbarat desteğiyle bu savaşta yer almıştı. Koalisyonun müdahalesiyle Hadi’nin üs olarak kullandığı Aden’in Husilerin kontrolüne geçmesi önlenmişti.
Bu arada Husi milislerin direnme kapasitesini fırsata çeviren Salih de daha önce Suudilerin desteğiyle 2004-2009 arasında 6 kez savaştığı Husilerle ittifak yapıp Suudi liderliğindeki koalisyona cephe almıştı. Suudilerin Mayıs 2015’te Salih’in Sanaa’daki evini bombalamasıyla temeli atılan bu ittifak, bir yıl sonra da ülkeyi yönetecek ortak siyasi konseyin kurulmasıyla ileri bir boyuta taşınmıştı. Bir tarafta Sanaa’yı kontrol eden Husi ve Salih’e bağlı güçler, diğer tarafta Aden’de üstlenen Hadi, Sünni aşiretler ve ‘ayrılıkçı’ güneyliler.
***
Ensarullah istediği zaman tankerlerle günlük 5 milyon varil petrolün geçtiği Bab el Mendeb Boğazı'nı tehdit edebileceğini ve Riyad’ı vurabileceğini gösterince Suudiler bir süredir direniş koalisyonunun içeriden çökertmek için Salih’i yokluyordu. Nihayetinde geçen cumartesi Salih, Suudilere zeytin dalı uzatınca dengeler değişti. Ensarullah bunu ‘ittifaka darbe’ olarak görüp eski ortağını ihanetle suçladı. İki ortak arasında başlayan çatışma Suudi-Emirlikler oyununun tuttuğuna işaret ediyor. Ancak Amerikalıların da hâlâ nasıl olduğunu bir türlü anlayamadıkları İran’ın ‘görünmez’ yardımlarını kesmek için Suudiler bütün Yemen’i abluka altında tuttukları halde Husilerin ateş gücünde azalma yok. Salih’in saf değiştirmesinden sonra da pes etmeleri zor gözüküyor. Bunun birkaç nedeni var:
- Husilerin yakaladığı ideolojik zemin Ensarullah’a güç vermeye devam ediyor.
- 2000’lerdekinden farklı olarak direnişin alanı ve kapasitesi çok büyüdü.
- Ayrıca bu kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış olanların savaşı.
- Bir önemli nokta; bu ateş, Suriye, Irak ve Lübnan’ı da içine alan daha büyük bir nüfus savaşının parçası. İran’ın ‘görünmez eli’ gidişatı tayin etmeye devam edecektir.
Haliyle bu ateş kolay kolay hararetinden bir şey kaybetmez.
***
Tarihte çok sayıda medeniyetin gelip geçtiği Yemen’e münasip görülen ad ‘Refah içindeki Arabistan’ idi. Tarihi kodları Suudilerin kontrolündeki Arabistan’dan daha derin ve güçlü. İbn Suud’un “Aşil topuğu” uyarısı haklı bir korkuya işaret ediyor.
Suudilerin siyasi telakkilerinin ötesinde Soğuk Savaş döneminde Yemen, Ruslarla Amerikalılar arasında nasıl paylaşım savaşına sahne olduysa bugün de farklı aktörler için kendi kaderine terk edilmeyecek bir ülke özelliğini koruyor. Yani herkes kendi Yemen’ini yaratma çabası içinde. Bu arada dokunaklı bir ülke insanı, kültürü ve tarihiyle birlikte yok oluyor.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Açılımda Kandil ve Suriye yok! Peki sahada olan ne? 31 Ekim 2024
Fars’ın stratejik aklı ne diyor; ‘Vur’ mu, ‘Dur’ mu? 28 Ekim 2024
Öcalan sahneye neden davet edildi? Ne tür oyunlar dönüyor? 24 Ekim 2024
Kelle koparma ya da ateşkes 21 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI