YAZARLAR

Coşkulardan merdiven

Arkadaşının bir arkadaşı varmış. İnsanların arkadaşları olur. Senin bile var, onun niye olmasın? Arkadaşın ile arkadaşının arkadaşı arasında bir iş arkadaşlığı varmış. Ama sınırlı bir zamandaymış bu iş arkadaşlığı. Aslında birbirlerini tanırlarmış, ahbap olduklarını düşünürlermiş. Zamanında kimi işler de yapmışlar beraber ama yan yana çok zaman geçirmek zorunda kalmamışlar.

Bir arkadaşın anlatmıştı. Dinlerken anlatma iştahını tuhaf bulmuştun –ne çok tuhaf diyorsun; buraya ünlem yakışır ama onu da sevmiyorsun; sevmemek de değil, ünleme muhtaç olmayı yenilgi gibi bir şey sayıyorsun; noktalı virgüllerin içinde bir yerde gibi demeyi de yenilgi sayabilirdin ama şimdilik geçiyorsun. Geçelim. O iştah tuhaftı evet. Ama hissetmiş: Aklında yer edeceğini, bir gün aklına geleceğini, o emsalden etkileneceğini hissetmiş. Meselemiz merdiven. Normal olanı ve yürüyeni.

“Bu merdivenlerden atlaya atlaya çıkma işini bir dakika daha sürdürmek hoşuma giderdi; yani körü körüne, beni hangi cehennemin dibine götüreceğine aldırmadan sürdürmek. Bütün merdivenlerden basamakları atlaya atlaya çıkardı. Merdivenlerde seğirtirdi. Onun herhangi bir merdivende başka türlü davrandığını görmedim”

Arkadaşının bir arkadaşı varmış. İnsanların arkadaşları olur. Senin bile var, onun niye olmasın? Arkadaşın ile arkadaşının arkadaşı arasında bir iş arkadaşlığı varmış. Ama sınırlı bir zamandaymış bu iş arkadaşlığı. Aslında birbirlerini tanırlarmış, ahbap olduklarını düşünürlermiş. Zamanında kimi işler de yapmışlar beraber ama yan yana çok zaman geçirmek zorunda kalmamışlar. Hep “Aa ne güzeldi o günler, ne de eğlendik yahu” işleriymiş. Onlar kolay, yapılırmış, geçermiş. Ama bu iş öyle değilmiş; yan yana, sıkıcı saatler yan yana kalmak ve ortaklaşıp mühim kararlar vermek zorundalarmış. Üstelik yan yana oldukları yerde, ekranlara bakmak, renkleri renklerden ayırmak, anları anlara eklemek dertleri varmış. Dertlerinin adı işmiş. –dır’lı –dir’li cümleler kurmayı seven bir anlatıcı olsan, şimdi ne güzel, iş dediğin dertlerin eklenmesidir, derdin.

Bu işte, beraber karar vermek zorunda kaldıkları ve önünde sonunda uzlaşmak zorunda oldukları bu işte, birinin kara dediğine ötekisi ak diyebilirmiş. Ne derler, çok sübjektifmiş hadise. İş sandıkları şeyin çok dışına çıkmış yeni iş. Bir süre sonra, aslında birbirlerini ikna etmek isimli bir işe sahip olmuşlar. Arkadaşlıklarını yeni bir hatta, yeni yola sokan bu ikna etme isimli iş, aslında şimdiye dek arkadaşlıklarını asla sınamadıklarını fark ettirmiş onlara. İkisi de oldukça nazik bu iki arkadaş, eskiden adı iş olan ama artık sınav olan bu şeyle iştigal ederlerken, gerilen bütün sinirlerini, kahırlarını, yanak ısırmalarını saklayabilmişler. Esas film, çalıştıkları yerden çıkarlarken kopmuş.

Arkadaşının anlattığına göre, ilk birkaç gün arkadaşının arkadaşının ne yapmaya çalıştığını anlamamış. Çünkü yabancı oldukları bu bina, onların uzun çalışmasının sonunda hep bomboş oluyormuş. Aşağı, kapıya inmeleri için iki yol varmış. İlki, daha uzun olan ama aslında daha az zahmet gerektiren yürüyen merdivene ulaşan yol. İkincisi, daha yakın olan (burada arkadaşın “Bana göre daha yakın olan” demeyi ihmal etmemişti) normal, bildiğimiz binanın merdiveniymiş. Arkadaşına göre, tabii ki o merdivenleri kullanmak en doğal olanıymış. Hem saatlerce oturdukları için hareket de iyi gelirmiş.

“İlk birkaç gün gerçekten anlamadım. O saçma binanın birbirinin içine açılan kapılarını çözmek zaten ayrıca bir mesai gerektiriyordu. Arkadaşımın da benim gibi binanın yabancısı olduğunu biliyordum. O yüzden, ilk günler, bütün o yorgunluğun, gerginliğin, telaşın sonunda yanlışlıkla yürüyen merdivene seğirttiğini düşündüm. Ama bir şekilde benim tercihim baskın geldi, normal merdivenlerden, daha kısa olan yolu, doğru kapıya daha yakın şekilde indik. Ama üç ya da dördüncü gündü, şimdi Allah günah yazmasın, dördüncü gün olmalı, bir baktım gene aynı yere seğirtiyor. En uzun çalıştığımız gün de o. Bitiğiz. Tek hayalim o saçma binadan bir an önce çıkmak ve kapının önünde bir sigara yakmak.”

Dayanamamış arkadaşın. Arkadaşına, o yolun daha uzun olduğunu, uzun olmakla kalmayıp saçma olduğunu, binanın saçma bir kapısına gideceklerini söylemiş. Anlaşamamışlar. Arkadaşına göre, yaptıkları iş, yani artık sınav olan işin çözümü o anmış. Anlaşamayacaklarını, aslında arkadaşlıklarının o sınavdan kaldığını fark etmiş. Söylemiş mi, söylememiş mi; bunu anımsamıyorsun.

Merdiven kelimesinin kökeni çok eski. Bir yerinde “cennet” var. Bihişt olan cennet. Hatta uçmak var bir yerinde. Uçmag olan. Tersi de var. Tamu. Dayadım sırtımı merdivana da var. Hatta Maraş’ın bir ilçesi de var. Bunların konuyla çok alakası yok. Yunus Emre’nin var ama.

“Tutulmadı Yunus canı, geçti Tamu’dan, Uçmag’dan

Yola düşüp dosta gider, ol aslına uyakmağa”

Bir de Adnan Azar’ın iki dizesi.

“herkes ölü kaldı sormalı bir işe yarar mıyım

herkes ölü kaldı şimdi kaldırımlar kimi dalar ki”


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.