Kudüs ateşinde sırtını kurutanlar
Öfke Cuması eda edilecektir, İsrail lanetlenecektir ve cemaat huşu içinde evine çekilecektir. Ya Filistinli çocuklar? Onlar da Ramallah’ta, El Halil’de, Doğu Kudüs’te taş atmaya ve ölmeye devam edecektir. Bir sonraki ‘Gazap Cuması’na kadar tepeden tırnağa zırha bürünmüş ve teknolojiyle donatılmış İsrail askerleri tarafından yalın ayak sürüklenen minik Ebu Ammarları, El Hekimleri, Naci Ali’nin Hanzala’sını kimse görmeyecektir.
Evet, Donald Trump fincancı katırlarına dalmaktan çekinmeyen bir çöl yabanisi, cahil, umursamaz ve bencil. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımanın en somut adımı olarak elçiliği Tel Aviv’den bu kente taşıma kararıyla Ortadoğu yangınına birkaç galon benzin döktü. Ancak onun “Yok hükmünde” sayılan bu kararı, biri Filistin sorununun geleceğine, diğeri Arap ve İslam dünyasının içinde bulunduğu derin çelişkiye dair iki gerçeği yok etmiyor:
Birincisi Trump ‘sorumsuz’ kararıyla oyunun kurallarını değiştirdi.
Ebu Ammar’a (Yaser Arafat) imzalatılan Oslo Anlaşması, Arapları, Filistinlilerin 1967 öncesi işgal ve gasp edilmiş topraklarından feragat etmelerine ve iki devletli çözüm çerçevesinde Doğu Kudüs’ün başkent olduğu Filistin devletine razı etti. Dahası Ebu Ammar’ın imzası, yeni kolonilerle Batı Şeria’daki işgalin yüzde 60’lara kadar genişlemesini önleyemedi.
ABD Başkanı'nın ‘Kudüs zarı’ iki tarafın imzası olmadan fiili bir durum yaratıyor. Trump, bu kararla, koloni finansörü bir ailenin oğlu olan damadı Jared Kushner’e yürüttürdüğü temaslarla yeni bir müzakere masası kurmaya çalışırken pazarlığın çıtasını İsrail lehine farklı bir yere koyuyor. Kudüs’ün İsrail’e “bölünmez ebedi başkent” yapıldığı, Batı Şeria’daki işgalin kalıcı hale geldiği, Filistinli mültecilerin dönüş haklarının unutulduğu bir yer.
Abartılı bir tespit mi? Suyun aktığı yere bakarsak değil.
İsrail’in gelecek tahayyüllerine dair yapılan değerlendirmeler iyice süzüldüğünde elde şu kalıyor: İsrail sürekli kendi lehine değişmesine rağmen mevcut durum üzerinden kalıcı bir barış istemiyor. Çünkü Kudüs’ten daha önemlisi Kudüs’ün barındırdığı Filistinlilerdir. Doğu Kudüs’te vatandaş olmayan yaklaşık 300 bin Filistinli yaşıyor. İsrail vatandaşı olan Filistinli Arapların sayısı ise nüfusun yüzde 20’sine tekabül ediyor. Filistinlilerin nüfusundaki artış oranı İsrail’in gelecek tahayyülündeki en büyük kâbustur. Ki İsrailli uzmanlar bu durumu ‘Saatli nüfus bombası’ olarak tanımlıyor. Hatta Arap ülkelerinden göç etmiş olan Yahudileri de (Mizrahim) bu saatli bombaya koyan paranoya mahsulü senaryolara rastlamak mümkün. Buna göre “İsrail öyle bir yol ayırımına gelecek ki Arap Yahudileri (yani Doğulu Yahudiler/Mizrahim) yönetimi ellerinde bulunduran Avrupalı Yahudilere (Aşkenazi) karşı Müslüman-Hıristiyan Araplarla ortak hareket edecek.”
İsrail’in Yahudi karakterinin kaybolması varoluşsal bir korku. O yüzden İsrail kendi geleceğini 70 yıldır sürdürdüğü ‘Filistin Holokostu’nun tekâmülünde görüyor.
ABD’nin elçiliği taşıması kuşkusuz İsrail’in Doğu Kudüs’ü Filistinlilerden temizleme çabalarına daha fazla ivme ve işlediği suça dokunulmazlık katacaktır. Batı Şeria’da da Filistinlilerin nefes aldığı alanlar ne kadar eritilirse “Arapsız Filistin” hedefine o kadar hızlı yaklaşılmış olacaktır.
İsrail’in aradığı koşullar, Corc Habaş’ın sloganında ifadesini bulan “Denizden Nehre Filistin” (Akdeniz’den Ürdün Nehri’ne) ülküsünü hepten hayale dönüştürecek bir zemini gerektiriyor. Oslo sonrası tarihi Filistin topraklarının yüzde 22’sinde bile bir Filistin devletinin kurulmasına fırsat vermeyen İsrail, Trump’ın müzakerelerin koşullarını değiştirmeyi hedefleyen kararından sonra, eğer ki barış süreci yeniden başlarsa, Filistin’in sembolik bakiyesinde ‘apartheid’e mahkûm edilmiş yarı açık cezaevini Filistinlilere ‘ev’ diye dayatacaktır.
(1995 Oslo Anlaşması, Batı Şeria’yı A, B ve C diye bölgelere ayırmıştı. Batı Şeria’nın yüzde 18’ini oluşturan A Bölgesi Filistin’in kontrolünde. Batı Şeria’nın yüzde 21’ini oluşturan B Bölgesi’nde sivil idare Filistin’de, güvenlik İsrail’le ortak. Ama İsrail askerinin olduğu yerde Filistin polisi bir şey ifade etmiyor. Batı Şeria’nın yüzde 61’ini oluşturan C Bölgesi’nde ise hem sivil idare hem güvenlik İsrail’de. Koloniler de ağırlıklı olarak burada.)
***
Trump’ın kararını açıklamadan önce Ortadoğu’da Suud sarayında sergilenen sirkte yaşananları tekrar gözden geçirince Kudüs hamlesi biraz anlaşılır hale geliyor.
Geçen mayısta Riyad’da 110 milyar dolarlık silah anlaşmasıyla Trump’ın başını döndürüp kılıç dansına kaldıran Suudi krallığı, İran’a karşı ortak cephenin ödülü olarak Filistin’i satışa koydu. Trump’ın ziyaretini Filistin trafiği izledi. Amerikalıların üzerine yatırım yaptığı Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Kızıldeniz’de İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile bir yatta buluştu. Güya “Harameyn’in Müstakbel Hizmetçisi” bu şekilde Arapların gözünde İsrail’i ziyaret etmek gibi bir skandaldan kaçınmış oldu.
Gizli tutulan bu buluşmayı, Trump’ın icazetiyle Ortadoğu’nun ‘yeni yetme’ oyun kurucuları rolüne giren Muhammed bin Selman ile damat Jared Kushner’in temasları izledi. Ağustostaki ziyaretin ardından ekimde gizlice tekrar bölgeye giden Kushner, İsrail’e geçmeden önce Riyad’da 4 gün kaldı. Kushner’e Trump’ın Ortadoğu Özel Elçisi Jason Greenblatt ve Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Dina Powell da eşlik etti. Netanyahu’dan daha çok İsrail’in çıkarları için titreyen bir ekip!
Ardından ‘emir kipi’ ile Ebu Mazen (Filistin lideri Mahmud Abbas) 6 Kasım’da Riyad’a çağrıldı. El mahkûm gitti. (Tıpkı Riyad’da zorla istifa ettirilen Lübnan Başbakanı Refik el Hariri gibi…) İsrail ve Amerikan basınının iddiasına göre Muhammed bin Selman, Ebu Mazen’in önüne iki devletli çözümün yeni koşullarını koydu:
- Filistinliler Doğu Kudüs’ü unutacak. Bunun yerine Ebu Dîs, Filistin devletinin başkenti olacak. (Utanç duvarı ile çevrili olan Ebu Dîs, Kudüs’ün dışında bir kasaba.)
- Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkından vazgeçilecek.
-Batı Şeria’daki yasadışı Yahudi yerleşimleri kalacak.
İddia o ki 32 yaşındaki Selman, 82 yaşındaki Ebu Mazen’e “Trump’ın sunacağı barış planını kabul et ya da görevi bırak” diye şantaj yaptı. Bölgenin başına belalar açacak çok tehlikeli bir arkalanmışlık bu!
Plan kabul edilmezse Filistin’e yardımların kesileceği de söylendi. Ebu Mazen’in yerine düşündükleri kişi de Selman’ın akıl hocası Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid el Nahyan’ın yarınlar için beslediği El Fetihli Muhammed Dahlan. Yani adı darbe teşebbüslerine karışan ‘Filistin’in karanlık prensi’.
Herhangi bir duruş sergileyemeyen Ebu Mazen’in durumu içler acısı; söylenenlere bakılırsa 23 Mayıs’ta Beytüllahim’deki buluşmada da Trump tarafından azarlanmış.
Görüldüğü gibi Filistin, Suudi Arabistan ve BAE’in Trump’la tutturduğu yolda hiç olmadığı kadar köşeye sıkıştırılmış durumda.
Sokaklara taşan ve hoparlör patlatan öfke sönümlendikten sonra şimdilik perde arkasında dönen koşullar yeni ambalajlarla Filistinli liderlerin önüne konulacak. Herkesin birbirini yediği bölgenin içinde bulunduğu koşullar da Filistin’e ‘Hayır’ diyecek gücü vermiyor.
***
İkinci maddeye yani Arap ve İslam dünyasının Filistin hassasiyetine dair gerçekliğe gelirsek…
Trump deli ama İslam dünyasında Kudüs için dökülen gözyaşlarının neleri gizlediğini göremeyecek kadar kör ve aptal değil. Kuşkusuz ABD’den uzak coğrafyalarda biraz ateş yakmak Rusya ve Türkiye bağlantılı dosyalar yüzünden kendi evinde cendereye alınmış olan Trump’a iyi gelecektir. Bu ateşte sırtını kurutacak olan sadece Trump mıdır?
Maalesef Filistin’i ateşe atan da Filistin’e sahip çıkan da aynı ateşten medet umuyor. İktidarını Kürt’ü insanlıktan aforoz eden tedhiş politikalarıyla, sınırsız baskı ve hak ihlalleriyle, hayatları zehir eden KHK’larla sürdüren Tayyip Erdoğan da, Zarrab’ın itirafları ve dekont dekont saçılan Man Adaları rezaleti yüzünden bunalmışken Kudüs için kükreyecek ve Filistin davasının neferi olarak kalpleri fethedecektir.
Nasıl olsa hafızamız nakıstır; ‘One Minute’ten sonra İsrail’e ticaretin beş kat arttığını hatırlayacak değiliz ya! Ya da Mavi Marmara Davası’nın 20 milyon dolara satıldığını! Trump’a öfke gününde özel sektörün İsrail’le yaptığı 18.6 milyon dolarlık ortaklık anlaşmasının da önemi yok. “Ticareti bu işe karıştırma” sözünü anlayacak taban bu tabandır. “Bütün Suriyeli mültecilere kapılar açıkken Suriye’de meskûn Filistinlilere kapıyı kapatan kimdi” diye soran da olmayacak. Şunu soran da çıkmayacak:
Gazzeli ve Batı Şeria’dan gelecek Filistinliye vize muafiyeti tanımayan kimdi? Ya da İstanbul’daki Filistinlilere her seferde ‘Uslu uslu oturun yoksa kovarız’ diye efelenen?
***
Maalesef Kudüs, coğrafyamızdaki tüm zorbaların kirli ellerini yıkadıkları bir suiistimal makamıdır. Kudüs bugün kendi insanlarını katledenlerin, zulümde sınır tanımayanların, karanlıktan medet umanların ağlama duvarıdır. Kudüs kendi ülkesinde İsrail’in Filistinlilere yaptığının 10 katı yapılırken sessizliğe bürünen İslamcıların günah çıkarma kabinidir.
Filistin çok kullanımlık bir maskedir.
Hanzala Filistin’de direnen çocuktur, bizde ise maskottur.
***
Öfke Cuması eda edilecektir, İsrail lanetlenecektir ve cemaat huşu içinde evine çekilecektir.
Ya Filistinli çocuklar? Onlar da Ramallah’ta, El Halil’de, Doğu Kudüs’te taş atmaya ve ölmeye devam edecektir. Bir sonraki ‘Gazap Cuması’na kadar tepeden tırnağa zırha bürünmüş ve teknolojiyle donatılmış İsrail askerleri tarafından yalın ayak sürüklenen minik Ebu Ammarları, El Hekimleri, Naci Ali’nin Hanzala’sını kimse görmeyecektir. İsrail hapishanelerinde ömürlerinden ömür çalınan Filistinlilerin sesi de duvarları aşamayacaktır.
Gazze’de doğmak hapishanede doğmak gibidir. Siz gazetelerinizde “Türkiye sayesinde ambargo kalktı” manşetleriyle böbürlenirken orada bu alınyazısını kazıyan çıkmayacaktır.
Suriye ya da Lübnan gibi yerlerde kamplarda yaşamaya mahkûm bırakmış Kudüslüler, Yafalılar, Nasıralılar 1948’de evlerinden çıkarılırken yanlarına aldıkları anahtarları ve tapuları insanlığın vicdanına doğru sallamaya devam edecektir.
***
Filistinliler için her gün Nekba’dır, her gün Neksa’dır; kara gün sadece Trump’ın armağan ettiği değildir. Ve bütün satışlara rağmen Hıristiyanıyla Müslümanıyla Filistinliler kelamlarında “Yevm’ül Evda”yı (Dönüş Günü) eksik etmeyecektir. Çünkü Filistin ısrardır, senin dilindeki pelesenk değildir.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Fars’ın stratejik aklı ne diyor; ‘Vur’ mu, ‘Dur’ mu? 28 Ekim 2024
Öcalan sahneye neden davet edildi? Ne tür oyunlar dönüyor? 24 Ekim 2024
Kelle koparma ya da ateşkes 21 Ekim 2024
Orta Doğu’da Rusya ile Çin’in hırs ve kapasite uyumsuzluğu 17 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI