YAZARLAR

Uçurumun kıyısında

Putin bıçkın bir tavırla oturduğu uçak koltuğundan kanat ucundaki eşlikçi Rus avcı pilotlarını ifadesiz gözlerle izliyor. Şi, Çin Komunist Partisi Kongresi’nde sahne ışığını almış, onu alkışlayan binlerce delegeye mütebessim bir çehreyle bakıyor. Trump, dudaklarını büzmüş, fönlü saçları parıldayarak az önce imzaladığı ABD Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma yasasını taşıyan kartonu, kameralara gururla gösteriyor. Bizlerse bu seçkinler panteonunu gözlerimiz fal taşı gibi açık ürpermelerle izliyoruz.

Ülkemiz coğrafi olarak yüksek gerilim hatlarının ortasında. Popülizme henüz çare üretemeyen demokrasiler ile çevresinde liberal demokrasi görmek istemediği belirginleşen Putin’in Rusya’sı arasında. Artık kuzeyde, güneyde illiberal demokrasinin, otoritarizmin küresel sancaktarı Putin Rusya’sıyla komşuyuz. Askeri güç projeksiyonu ve onu destekleyecek ekonomik kapasitesi kısıtlı olsa da yeni bir özgüven bulmuş İran da komşu. İç savaşın kavurduğu ve ayakta kalan Baas diktası rejiminin hafızası hiç yadsınamayacak Suriye. Kürtleriyle Arapları arasında yeni bir gerilim dönemine giren, Sünnilerinin Şii merkezle ilişkilerinin oturacağı yeni denge belirsiz Irak.

Ülkemiz tarihsel olarak da geçmişiyle geleceği arasında sıkışmış durumda. Ekonomik, kültürel, demografik hatta siyasi yüreğimizi Balkanlar’da bırakıp göz açıp kapar gibi on milyon nüfusun altındaki bir Anadolu’ya dönmüşüz. Yine göz açıp kapar gibi, “Müslüman kardeşlerimiz” Araplar, nedenleri haklı/haksız, bizi bir başka emperyal güç Britanya ile değiş-tokuş etmiş. Kozmopoliten İstanbul başkentli çok uluslu imparatorluktan, “devrim” başkenti Ankara olan ulus devlete geçmişiz. Rumlar mübadeleyle, Ermeniler soykırımla sökülüp atılmış, Yahudiler örselenmiş, Aleviler can derdine düşmüş, Kürtler yeniden iç tehdit görülmüş.

Putin bıçkın bir tavırla (tabii kemer takmadan) oturduğu rahat uçak koltuğundan kanat ucundaki eşlikçi Rus avcı pilotlarını ifadesiz gözlerle izliyor. Şi, Çin Komunist Partisi Kongresi’nde sahne ışığını almış, mütebessim bir çehreyle onu dakikalarca alkışlayan binlerce delegeye mütebessim bir çehreyle bakıyor. Trump, dudaklarını büzmüş, fönlü sarı saçları parıldayarak az önce imzaladığı ABD Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma yasasını taşıyan kartonu kameralara gururla gösteriyor. Bizlerse bu seçkinler panteonunu gözlerimiz fal taşı gibi açık, sırtımızda soğuk ürpermelerle izliyoruz.

New York’ta İkiz Kuleler’e 11 Eylül 2001’de yapılan intihar saldırıları ABD için Pearl Harbour baskınından da ciddi bir travma yarattı. Bunun oradaki “Arap” ve “Müslüman” imgesini dönüştürdüğünü biz katılmasak da veri kabul etmeliyiz. Aynı biçimde, Kosova ve Bosna savaşları döneminde olmadığı biçimde, Suriye (ve öncesinde bir ölçüde Irak) kaynaklı Müslüman mülteci akını Avrupa’da nativist popülizmlere güç verdi. Öyle ki kimilerine göre bugünün Müslümanları, iki dünya savaşı arasının Yahudileri.

Tarihsel emperyal geçmiş bagajımız, nüfusumuzun neredeyse tamamının Müslüman oluşu, yüzümüzü yüzyıllardan beri Batı’ya dönmemiz bizi bu çağ burulmasının tam gözüne oturtmuş durumda. İki zaman boyutu arasında sıkışmış gibiyiz. Bizim için radikal İslam da dert, Avrupa’da yükselen İslam düşmanlığı da. Putin’in demokrasi düşmanı yakın çevre yayılmacılığı da, üyesi olduğumuz Batı ittifakının lokomotifi ABD’nin, yeni makinisti Trump’la porselen dükkanına dalmış fil yürüyüşü de.

Başa dönelim, Avrupa’da yeni popülizm ABD’den farklı biçimde kimlik değiştirdi. Şimdi, Yahudileri, kadınları, LGBTİ’leri dışlamadan laik demokratik toplum dokusu savunusu kisvesiyle Müslümanlar, Araplar, karakafalar şeytanlaştırılıyor. Bu yaklaşım, bu akımlar (henüz) muhalefette kaldıkları cihetle, dış politikada “ısıracak dişleri” olmasa da, bizi ilgilendiriyor. ABD’nin ise Muhammed bin Salman (MbS) Suudi Arabistanı’na (SA) ve o SA üzerinden bir ölçüde Sisi Mısırı’na adeta bir Faust pazarlığıyla ihale ettiği Ortadoğu siyaseti de ilgilendiriyor.

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı H. R. McMaster’in Türkiye ve Katar’ı bölgede radikal ideolojinin yeni sponsorları diye hedefe koyması bu siyasetin uzantısı. ABD’de Trump’ın seçim kampanyasını destekleyen, Kırım’ı ilhak eden, AB içinde her türlü popülist hareketi destekleyen Putin’in ülkemizde de Avrasyacılık adı altında yeniden piyasaya sürülen içi boş, sesi yüksek, devlet aygıtının güvenlik ve yargı ayaklarında etkin akıma en azından dolaylı yollardan omuz vermediğinden emin miyiz?

Sürüklenip geldiğimiz bu uçurumun kenarından nasıl döneriz? Hepimizin ortak vatanı olan bu ülkenin enkazı altında hep birlikte kalmadan dönebilecek miyiz? Demokrasi, hukuk devleti, laiklik, çoğulculuk, katılımcılık. Akılcı, gerçekçi, sağduyulu, soğukkanlı, uzgörülü bölgesel dış siyaset. Benim güdük aklım bu kadarına eriyor. Bunları mezarlıktan geçerken ıslık çalma ediminin ötesinde, itibarı iç ve dış barışta arayan yeni bir aktivizme evirmeyi becerebilmeliyiz. Beceremezsek yandı gülüm keten helva.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.