YAZARLAR

Vatan sizden büyüktür!

Bizde artık hiç mi hiç işlemediği için ABD’de işleyen yargı süreçlerini memnuniyetle izliyoruz diye, “cezasızlığın” ilanihaye sürmeyeceğine seviniyoruz diye, “yetiş ya Amerika” dediğimizi kim, nereden çıkarıyor? ABD’de devam eden yargı sürecinin ortaya döktüğü bilgilerle, iç politikadaki kirlenmişliği, yozlaşmayı ve her türlü hak gasbını göstermeye çalışmak başka bir şey, ABD’ye siyaseten bel bağlamak ve ondan kurtarıcılık beklemek bambaşka bir şey.

Bu memlekette sapla samanı birbirine karıştıran ve hamasetten müteşekkil politik analizlere acayip prim veriliyor. Herkes değilse de makul, makbul ve muhterem bir toplum kesimi bu tür politik analizlere pek çabuk ikna oluyor. Yandaş medyanın gayretkeşliği eşliğinde her Allah’ın günü yenisi uydurulan siyasi yalanlara ikna olmayanların, hayın ve terörist olduğu ya da en iyi ihtimalle AKP karşıtlığı tarafından esir alındığı düşünülüyor. Bu makul ve makbul, aynı zamanda iyi bir televizyon izleyicisi olan muhteremler, mesela Süleyman Soylu Kemal Kılıçdaroğlu’na “bittin sen” dediğinde veya cumhurbaşkanı “mankafa” ya da “ana hıyanetin başı” filan diyerek hakaret ettiğinde, neden dehşetten dehşete sürüklendiğimizi de anlayamıyor. Öyle ya, devlet bu; döver de, sever de, söver de… Durup dururken niye dövsün veya niye sövsün?

Bu muteberlerin muhakemesi, TRT spikerlerinin haber bülteni sunmazdan az evvel pudralanmış yüzleri gibi gözeneksiz ve tozpembe! Ne güzel... Ona “cezasızlığın” kural halini almasının, hukukun ve ifade özgürlüğünün ayaklar altına alınmasının bir felaket olduğunu filan anlatmaya kalktığınızda, lafı ağzınızdan kapar ve bu değerlerin ana vatanı sayılan Batı’nın esasen ne ceberut olduğunu anlatmaya kalkar. Ortaçağ Avrupa'sını, Nazi Almanya’sını filan hatırlatır. Hiçbir şey bulamazsa sosyal medyadan Avrupa köle pazarlarının fotoğraflarını bulup bulup burnunuza dayar. Bunlarla zaten en çok Batılı tarihçilerin ve sol entelijansiyanın hesaplaştığını; Avrupa’nın karanlık zamanlarına, faşizmine ve soykırımlar tarihine dair bildiklerimizin çoğunu onların çalışmaları ve yüzleşme çabaları sayesinde bildiğimizi anlatamazsın. Tarihin aynı dönemlerinin dünyanın geri kalanı bakımından da daha aydınlık ve sicili parlak dönemler olarak yaşanmadığını, günümüzde yaşadığımız hak ve özgürlük ihlallerini, Avrupa’nın bu dönemleriyle karşılaştırarak meşrulaştıramayacağını filan da anlatamazsın. Oradan derhal zıplayarak, “Fransa’da da daha düne kadar olağanüstü hal vardı” der bu sefer. Akıl işte. Onlarınki de böyle çalışıyor. Bununla yarışamazsın…

Böyle olunca, politik gündemi yandaş bir hattan değerlendiren kalemler de rahat rahat 6. Filo'dan girip Deniz’in parkasından çıkabiliyor! Nutkumuz tutuluyor vallahi. Utanç duygusunun bu kesimde bu denli ihmal edilmiş olmasına insanın resmen ağlayası geliyor.

6. Filo’ya defol diyen 68 kuşağı

Yandaş kalemşorlar tarihin neresinde kazı yapsak da bulduğumuz hububattan ekmek yapıp vatandaşa yuttursak diye aranıp duruyorlar öyle. “6. Filo Defol’dan ‘Yoldaş Amerika’ya” filan gibi başlıklar altında döktürüyorlar fikirlerini. Tabii 6. Filo'ya karşı çıkanlara, Denizler’e, 68’lilere filan utangaç da olsa bir methiye dizmek zorunda kalıyorlar önce. Sonra da Zarrab davasında ortaya dökülen bereketli malzemeyi “malzeme yapmayı” reddeden “yurtsever” bir solu tenzih ederek, "yetiş ya FETÖ, yetiş ya Amerika" diye tempo tutan bir solun nasıl da bütün dünyaya yetecek bir ayıp ürettiğini söylüyorlar. Şahane bir akıl yürütme, öyle basit ve öyle akı(l)cı ki o kadar olur.

Bize 6. Filo’dan söz eden yandaşlar, o gün orada “6. Filo defol!” diyen protestocu solcu gençlere saldırarak, iki kişinin öldüğü ve 200 kişinin yaralandığı “Kanlı Pazar”a yol açan sağcılarla, bu kanlı olayları iki gün öncesinden provoke eden Milli Türk Talebe Birliği üyeleriyle ve daha sonra bu gençleri darağacına göndermek için Meclis’te el kaldırırken bir an bile tereddüt etmeyen siyasetçilerle

AKP’nin ideolojik akrabalığını filan hatırla(t)mıyor tabii. Ama hiç mahcubiyet duymadan başka bir akrabalık kuruyor ve 6. Filo’ya defol diyen 68 kuşağının devamı sol siyasetlerin bugün ABD’ye “yoldaş” dediğini filan uyduruyor. Kimse artık bu ABD’ye yoldaş diyen solcular, onu da bilemiyoruz.

Tarihe ters takla attırarak önümüze getirilen meselenin özü şu oysa ki; kendi ülkemizde hakkındaki onca iddiaya rağmen yargılanmayan, sorgulanmayan, üstelik “hayırsever yurttaş” diyerek ödüllendirilen bir madrabaz ve bir dolandırıcı, ABD’de de olsa yargı önüne çıktığı ve kendisi gibi bakara makaracıların ipliğini pazara çıkardığı için tabii ki memnuniyet duyuyoruz. Burada hukuk önüne çıkarılsaydı memnuniyet duymakla kalmaz; hırsızlığa, uğursuzluğa, soysuzluğa izin verilmedi diye bizzat kendi ülkemizle gurur da duyardık… Fakat yoldaşlık da nereden çıktı? Kimmiş o ABD’ye “yoldaş” diyenler? Kimsenin ABD’yi yoldaş moldaş bellediği yok. Onlar olsa olsa sizin yoldaşınız olur… Şimdilik ve sadece Zarrab davasından menkul biçimde ABD ile mesafelendiniz diye, Trumpet’in seçim zaferine zillerle eşlik ettiğinizi de unutmadık.

Velhasılıkelam, bizde artık hiç mi hiç işlemediği için ABD’de işleyen yargı süreçlerini memnuniyetle izliyoruz diye, “cezasızlığın” ilanihaye sürmeyeceğine seviniyoruz diye, “yetiş ya Amerika” dediğimizi kim nereden çıkarıyor? ABD’de devam eden yargı sürecinin ortaya döktüğü bilgilerle, iç politikadaki kirlenmişliği, yozlaşmayı ve her türlü hak gasbını göstermeye çalışmak başka bir şey, ABD’ye siyaseten bel bağlamak ve ondan kurtarıcılık beklemek bambaşka bir şey. Sağ popülizm böyle bir açıklama münasip görüyor diye de gerçek olmuyor bu tür iftiralar. Türkiye topraklarında ABD’ye “defol” denmiş olmasıyla övünmek için bile elli yıl öncesinin solcu gençlerine muhtaçlar. Cumhurbaşkanını kahramanlaştırmak için bile “parkasız Deniz” imgesine ihtiyaç duyuyorlar. Sağ cenahlarında model alabilecekleri birini bulamıyorlar. Çatlılara, Pekerlere çıkıyor bütün sokaklar.

6. Filo'ya defol diyenlerin soyundan gelen bazı solcuların, Kılıçdaroğlu’nun “Man Adası” filan gibi çıkışlarını nasıl desteklediğini de anlamıyormuş bazı yazarlar. Zira onlara göre Kılıçdaroğlu eline ABD’nin tutuşturduğu kağıtları Meclis kürsüsünde sallamakla emperyalizme hizmet etmiş ve sonuç olarak da ihanet içine girmiş oluyor.

Oysa Kılıçdaroğlu’nun salladığı ve eline ABD’nin tutuşturduğu iddia edilen dekontların mikro bir örneği olsun, nano bir parçası olsun bir AKP’li muktedirin eline geçse, değil Meclis kürsüsünden sallamak, Birleşmiş Milletler Asamblesi'ne koşup, orta yere bayrak diye dikerdi o dekontu. Böyle bir belge bulamadıklarından olacak, Kılıçdaroğlu’nun ne yapıp da batırdığını ya da ne zaman batmış olduğunu tam anlayamadığımız bir SSK teranesidir dönüp duruyor yıllardır. Ne SSK imiş be! Fakat ne zaman SSK yolsuzluğundan söz edilse vatandaş da diyor ki “helal olsun vallahi, yılların genel başkanı bir çöp götürmemiş demek ki SSK harabelerinde dolanıyorlar hâlâ.” Kılıçdaroğlu’nun vatan hainliğiymiş…

Bunlara anladıkları lisanla ve kendi terminolojilerinden esinle konuşmak gerek: Vatan siz değilsiniz beyler! Vatan sizden, sizin “karışık” ilişkilerinizden daha büyüktür.


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.