YAZARLAR

Şu Emirlikler meselesi!

Son dönemlerde bölgesel pek çok krizde Suudi Arabistan ‘amiral gemisi’ gibi dursa da Emirlikler ya bu geminin kaptan köşkünde ya da savaş takımlarıyla hemen yanında yer alıyor. Suudilerden daha sofistike çalıştıkları söylenebilir.

Türkiye’nin sorunlu dış ilişkiler ağında ‘profil dışı’ sayılabilecek Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) birden bire restleşme konusu oluverdi. Geçen yıl sızdırılan bazı yazışmalardan hareketle BAE’nin 15 Temmuz darbe girişimini desteklediğine dair çıkarımlar üzerinden Körfez’in bu küçük ülkesiyle ‘düşmanlık köprüsü’ kurulmuş oldu. Şimdi ise BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed’in ‘Medine Müdafii’ Fahreddin Paşa’yı hırsızlıkla itham edip “Erdoğan’ın atalarının Araplarla ilişkisi buydu” diyen bir tweet’i paylaşmasıyla iki ülke arasındaki gerilime tarihsel husumet de eklenmiş oldu. Kavgayı tetikleyen bu olsa da arkasında Türkiye’nin Katar ve Müslüman Kardeşler’le ilişkisi yatıyor. Müslüman Kardeşler meselesi niye bu kadar belirleyici? Bunu anlamak için Emirlikler’in ilişkiler ağına bakmak lazım.

***

Katar gibi Emirlikler de nüfus ve toprağa oranla uluslararası alanda orantısız yer işgal ediyor. Türkiye ile yolu gecikmeli keşişse de çevresinde birçok ülkeyle inişli çıkışlı ilişkilere sahip. Risk alan, cesur adımlar atan, hatta boyundan büyük işlere karışan yaklaşık 1 milyon nüfuslu, yedi emirlikten mütevellit bir devlet. Petrol ve doğalgaz gelirleri sayesinde dikilen gökdelenleri ve ithal inovasyon projeleriyle insanlarda durdukları yere göre yaratıcılık ya da görgüsüzlük hissi bırakıyor.

40 yıl öncesine kadar bakanlık yapacak eğitimli kadrolardan bile yoksun olan bir ülkenin geldiği yer kuşkusuz şaşırtıcı. Independent’tan Robert Fisk’in, Ebu Dabi’nin Filistin asıllı ilk konut bakanı Velid Sadık’tan aktardığı iki anekdot var:

Şu anki BAE lideri Halife bin Zayed el Nahyan’ın babası yani kurucu lider Şeyh Zayed bin Sultan el Nahyan, çamurdan yapılma bir sarayda yaşarken Japonlar yeni saray projesini önüne sermiş. “Burası büyük salon, burası mutfak, burası banyo ve burası da tuvalet” diye anlatmışlar. Şeyh Zayed sinirlenip salonu terk etmiş:

“Bu ecnebiler bize hakaret ediyor! Araplara göre tuvalet evin içine değil dışında olmalı!”

Bugün ise dünyanın önde gelen mimar ve mühendisleri ‘yaratıcı’ projelerine hayat vermek için Ebu Dabi ve Dubai’yi mesken tutmuş durumda.

İkinci anekdot; o zamanlar Zayed’in kardeşi Ebu Dabi Prensi Şeyh Şahbut kendisine vize vermeyen Britanya büyükelçiliğinin elektriğini kesmiş. Bugün Şahbut’un koltuğunda oturan Muhammed bin Zayed el Nahyan hem eski sömürgeci efendi Britanya hem de yeni patron ABD’nin Körfez’deki en muteber adamlarından biri.

***

Son dönemlerde bölgesel pek çok krizde Suudi Arabistan ‘amiral gemisi’ gibi dursa da Emirlikler ya bu geminin kaptan köşkünde ya da savaş takımlarıyla hemen yanında yer alıyor. Suudilerden daha sofistike çalıştıkları söylenebilir. Washington’da etkili kanallara sahipler, İngilizler başta olmak üzere Avrupa’da kürklerine hürmetkar liderler bulmakta zorlanmıyorlar. Yine başka coğrafyalarda da keselerinin gücüyle açılmaz denilen kapıları açıyorlar.

‘Suud-Emirlikler Ekseni’ yakıştırmasını hak edecek kadar son zamanlarda Suudilerle aynı kareye girdiler. Bu eksenin dış cephesinde İsrail ve ABD var. Yemen savaşı, Katar’ı çökertme hamlesi, Suudi Arabistan’da saray darbesi ve son olarak Kudüs’ü İsrail’e bırakan ‘Ortadoğu barış planı’ ile bu eksen konuşulur hale geldi.

Fakat Emirlikler’in Suudilerle müttefikliği pek netameli. Suudilerin arkasından iş çevirdikleri, Riyad’ı kendi planlarına çekmeye çalıştıkları, bunun için Muhammed bin Selman’ı veliaht prensliğe kaldıran operasyona yardımcı oldukları da söyleniyor.

Yemen müttefiklik görüntüsünün en sağlam verildiği ama iki gücün birbirine çelme taktığı yer oldu. İki yıl önce Yemen’e karşı başlatılan savaşta Suudilere şiddetle destek verdiler. Nahyan’ın danışmanı Abdülhalık Abdullah müdahale için “Kararlı Fırtına Suudi macerasından başka bir şey değil” dediğinde o zaman Emirlikler Yemen’de ne arıyor” sorusu gündeme geldi. Şeyh Muhammed bin Zayed’in bu maceraya eşlik etmesinde hem BAE’nin kendi özel gündemini takip etme hem de meydanı Suudilere bırakmama kaygısı yatıyordu. Malum Yemen savaşı İran’ın desteklediği Husiler ile devrik Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’e bağlı güçleri bertaraf edip Sana’dan kaçan Mansur Hadi’yi tekrar başkanlık koltuğuna oturtmak için başlatılmıştı. Ancak İran nüfuzunu kesmek ortak amaç olsa da Emirlikler’in derdi farklıydı. Hadi’nin meşruiyetini korumak Şeyh Muhammed bin Zayed’in umurunda değildi. Çünkü Suudi formülüyle koltuğu Ali Abdullah’tan devralmış olan Hadi’nin hükümetine Müslüman Kardeşler’in Yemen uzantısı Islah da ortaktı. Suudiler pek çok yerde Müslüman Kardeşler’i tepeleseler de Yemen’de Husilere karşı onları destekliyor. El Kaide’yi destekledikleri gibi. Emirlikler ise Müslüman Kardeşler’in en azılı düşmanı. Gazeteci David Hearst’e göre Emirlikler’in istediği Hadi değil Yemen’in Ebu Dabi Büyükelçisi Ahmet Ali Salih’in başkan olmasıydı. Eski Cumhuriyet Muhafızları komutanı olan Ahmet Ali Salih, Ali Abdullah Salih’in büyük oğlu. Hatta iddialara göre Şeyh Muhammed bin Zayed, Suudilerin Salih’in konutunu bombalama planını sızdırarak devrik lider ve oğlunun hayatını kurtardı. Tabi ittifaklar ebedi değil. (Husilerle ittifakı bozup Suudilerle anlaşan Ali Abdullah Salih 4 Aralık’ta konutundan kaçarken öldürüldü.)

Emirlikler’in Müslüman Kardeşler hassasiyeti çok ileri düzeyde. Suudi Arabistan’da 2015’te Kral Abdullah’ın ölümü üzerine tahta geçen Kral Selman’ın Müslüman Kardeşler’le daha dostane ilişkiler kuracağı beklentisi oluşmuştu. Bundan en fazla tedirgin olan da Şeyh Muhammed bin Zayed idi. Rivayet o ki bu ihtimal üzerine Emirlikler Suudi sarayının geleceğiyle yakından ilgilenmeye başladı. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın fiilen kral gibi davranacak duruma gelmesinde Şeyh Muhammed bin Zayed’in manevraları etkili oldu. Müstakbel Suudi kralının politik öncelikleri BAE ile aynı: Müslüman Kardeşler ve onu destekleyen Katar’ın belinin kırılması, İran’a karşı cephenin büyütülmesi ve İsrail’le barış.

***

İran hassasiyetinin temelinde ise Suudilerinki gibi mezhebi kaygılardan çok adalar üzerindeki anlaşmazlık yatıyor. Fars Körfezi’ndeki Ebu Musa, Büyük Tunb ve Küçük Tunb adaları üzerindeki hak iddiası Tahran’la ticari ilişkileri etkilemese de 2008’den itibaren İran’ın askerileştirme eğilimi eski defterlerin yeniden açılmasına neden oldu. Emirlikler’in bağımsızlığına kavuşmasının arifesinde yani İngilizlerin çekilmesinden bir gün önce İran adaları ele geçirmişti. İran’ın tezine göre 1903’te geçici olarak adaları ele geçiren İngilizler nihayetinde 1971’de giderken asıl sahibine iade etti. Haliyle o zaman henüz kurulmamış olan BAE egemenlik iddiasında bulunamaz.

Hak iddia eden BAE içindeki Ras el Hayme ve Şarika emirlikleri. BAE ve Suud’un Bahreyn’e kalkan olmasının nedeni de yine İran korkusu: İranlıların 1970’e kadar 14. eyalet olarak gördüğü Bahreyn’de Şii çoğunluğa iktidar yolu açılırsa Suudi Arabistan ve BAE’nin önündeki bariyer yıkılır. O zaman iş üç adayla sınırlı kalmaz!

Buna rağmen BAE, ABD’nin radarından kaçabildiği ölçüde İran’a dış ticaret kanalları açmaktan çekinmedi. Ki Amerikan ambargosunu atlatma mekanizması olarak kurulan Zarrab-Halkbank çarkının bir ayağı Dubai idi. Dış ticaret hacminde göğüsleri kabartan rakamların şişmesinde İstanbul-Dubai altın hattının hatırı sayılır bir payı vardı.

Suud-Emirlikler ekseninin Katar’ı çökertme planının en önemli nedeni Müslüman Kardeşler’e verdiği destekse ikinci neden Doha’nın Riyad’ın dümeninden kaçıp Tahran’la iyi ilişkiler kurmasıydı. 1995’te Katar sarayında Hamad bin Halife el Sani’nin kansız darbeyle tahtan indirdiği babası Halife bin Hamad el Sani, Suud’un perifesinde kalmaktan yanaydı. Tabi Suriye krizinde vekâlet savaşıyla çöken Doha-Tahran hattı, geçen haziranda Katar’ın tecrit, abluka ve ambargo çemberine alınmasıyla yeniden açıldı.

BAE, Katar karşıtlığında işi o kadar ileri götürdü ki sosyal medyada Katar’a empati duymayı bile suç saydı.

Katar, İngiliz projesi olan emirlikler federasyonunun dışında kalan ayrık bir emirlik olduğu için husumetin tarihsel bir geçmişi de var. 1971’de Ebu Dabi Prensi, diğer emirliklere güvenmeği için İngiliz ordusunun garantör güç olarak kalmasını istemişti. Bunun için para da teklif etmişti.

Bahreyn de orijinalde dokuz emirlikten oluşan projedeydi. Ama Sünni azınlığın yönettiği Bahreyn’in nazik durumu Katar kadar sorun edilmedi.

2009’da Fransızlara hava, deniz ve kara üssü veren BAE, son dönemlerde Katar’da 10 bin civarında Amerikan askerinin bulunduğu El Ubeyd üssünün de Emirlikler’e taşınması ve böylece Temim hanedanlığının korunmasız bırakılması için de kulis yaptı.

BAE’nin Washington Büyükelçisi Yusuf el Uteybe’nin sızdırılan e-postalarından birinde bu üs meselesi geçiyor. Yazışmaya göre ABD’de İsrail yanlısı düşünce kuruluşu FDD’nin danışmanı John Hannah, Katar’da Ebu Dabili bir işadamına ait otelde Hamas’ın toplantı düzenleyecek olmasından dolayı rahatsızlığını iletince Uteybe şu yanıtı veriyor: “Siz üssü taşıyın biz de oteli:)”

(Türkiye’deki darbe girişimiyle BAE’yi ilişkilendirenlerin dayanağı da Uteybe-Hannah yazışmalarıydı. Hannah gönderdiği e-postada Erdoğan’ın ülkeyi İslami diktatörlüğe götürmesine izin vermeyeceği senaryosundan bahsediyordu.)

Halbuki Katar ile BAE ‘Körfez İşbirliği Konseyi’nde de ortak. Bu halleriyle bir de Sünni dünya için ortak ordu kuracaklardı. Ordunun hedefi Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan’da nüfuz kabiliyetini artıran İran olacaktı. Başlangıçta Türkiye’nin şevkle destek verdiği bu planın ayaklarındaki çelişkiyi göstermesi açısından Robert Fisk ile eski Katar Emiri Şeyh Hamad arasındaki şu diyalog çarpıcı:

- Amerikalıları El Ubeyd Üssü’nden neden defetmediniz?

- Çünkü yapsaydım benim Arap kardeşlerim beni işgal ederdi.

***

Ailedeki bu düşmanlığa karşın BAE’nin İsrail’le ilişkileri fena sayılmaz. Tabi tüm ilişkiler resmi tanınma olmadan yürüyor. 2015’te İsrail Ebu Dabi’de Yenilebilir Enerji Ajansı’nın (IRENA) merkez binasında bir ofis açmıştı. İsrailli bakanların ülkeye girişleri yasak olmasına rağmen İsrailli yetkililer 2009’da itibaren IRENA’nın konferanslarına katılım adı altında BAE’yi ziyaret etti. Ayrıca gizli tutulan bakan ziyaretleri de var. Ebu Dabi’nin sokaklarını dikizleyen ‘Falcon Eye’ izleme sistemi de İsrailli bir şirkete ait. İsrail’in BAE’ye ihracatı da tahminen 5-6 milyar dolar civarında. Bu ticaret genelde Ürdünlü ya da Ürdün görünümlü İsrailli şirketler üzerinden yapılıyor. Menşei maskelenmiş ürünlerle birlikte bu rakam daha da artabilir. Arap dünyasına girmek İsrail için önemli bir adımdı. Daha önce 1996’da Katar ve Umman İsrail’in ticari ofis açmasına izin vermiş ama bu ofisler 2000’de Filistin’de İntifada patlak verince kapatılmıştı.

Kuzey Afrika’da Libya ve Tunus’ta olduğu gibi Eritre, Cibuti, Etiyopya ve Somali-Somaliland gibi Afrika Boynuzu’ndaki ülkelerle ilişkilerde de Emirlikler ve Katar iki eksen olarak kapışıyor.

Girişte “Müslüman Kardeşler meselesi niye bu kadar belirleyici” diye sormuştum. Yanıtı sonraki yazıya kaldı…


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.