Yaprak döker bir yanımız/Bir yanımız bahar bahçe*
2017 yılı eğer bir mevsim olsaydı, kış olurdu. Ama öyle karın kötülükleri örttüğü bir kartpostal kışı değil, sert, acımasız, fırtınalı bir kış.
Geçip giden yıllarımıza bir mevsimin ismi verilecek olsaydı, 2017 kış olurdu. Ama öyle karın kartpostal dinginliğinde toprağı örttüğü, tüm günahların, kötülüklerin, acıların üzerini kapattığı; çatılarında biriken beyaz karlarla kırmızı kiremitli evlerin bacalarından tüten dumanın insanın içini ısıttığı; çocukların ve gençlerin neşeyle cıvıldaşarak kartopu oynadığı bir kış değil. Sert, acımasız, fırtınalı bir kış.
Tam şu anda, sokak lambasının ışığını boğmak istercesine coşkuyla yağan karın, arabaların, ağaçların, toprağın üzerini usulca ve tembel bir edayla, lapa lapa değil, geriye hiçbir iz kalmasın diye hırçın ve öfkeyle örtüşü gibiydi… Ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmışçasına kararlı; eskiden olanın, alışılagelenin izlerini tümüyle ortadan kaldırıp belirsiz bir süre acımasızca hükmedebilmek için var gücüyle yağan tipi gibiydi… Öyle bir geldi ki, uzun, karanlık, hastaları yolda bırakan, okulları tatil eden, kuşları, sokak hayvanlarını donduran, ekmek kavgasındakileri ayazda, yoksulları çaresiz, aç bırakan, bitmeyecek bir kış, dinmeyecek bir fırtına gibi…
2017, kimilerinin gücüne güç, mevkiine mevki, parasına para, itibarına itibar, yalanlarına yalan, şakşakçılarına şakşakçı kattı, evet, kabul… Geri adım attıklarında tepetaklak gideceklerini bilenler, bu kışı sonsuza dek sürdürebilmek için giriştikleri şer ittifakında her şeyi yaptı ve yapacaklardır da. Biliyoruz… Baskı ve zulüm dönemlerinde hep olduğu gibi, bu dönemde de gemisini yürütmekle kalmayan, aynı zamanda bu değirmene su taşıyanlar; coşkuyla destek olanlar; hatta zulmünü az bulup daha fazlası için tezahürat edenler çoktu; bu da malum. Bir de fazla gürültü çıkarmadan ya da sessizce onaylayanlar oldu… Öyle çok değil, küçücük çıkarlar, pozisyonlar, kadrolar, ünvanlar almak ya da var olanları koruyabilmek adına; her şey sütlimanken yanında durdukları, alkışladıkları, öykündükleri gazetecilerin, siyasetçilerin, akademisyenlerin, hak savunucularının, sanatçıların ve türlü branşlardan meslektaşlarının uğradığı haksızlığa, zulme, soruşturmalarla, davalarla, tutuklamalarla sadece sessiz kalmadılar; bu pozisyonlarına kendilerince “yüce” bir açıklama da buldular. Bazıları “ama onlar da çok oldu” dedi; bazıları “devletimiz” dedi; bazıları “bütün dünya bize düşmanken”, “ülkemiz, milletimiz, birliğimiz, beraberliğimiz tehlikedeyken” dediler; bazıları da “kurumu korumak” adına yeni düzene uyum sağlamak zorunda olduklarını, itiraz ederlerse kendi küçük çıkarlarının değil, varlıklarını ve onurlarını armağan ettikleri “kurumlarının” zarar göreceğini düşündükleri için böyle davranmayı yeğlediklerini açıkladılar. Bazıları sadece korktu. Öyle çok korktu ki, görünmez olmak istedi ve oldu da… İmkânı olanlar çoktan çekip gitti… Yolları açık olsun. Gidemeyenler, sıranın onlara da geleceği günü beklemekte…
Zor bir yıl oldu. Neredeyse her sabah yeni bir habere uyanırken, iyi şeyler duymaya hasret kaldığımız bir yıl. Yok artık, bu kadarı da olmaz, dediğimiz ne varsa yapıldı. Ardı ardına yayımlanan KHK’lara, yıl çıkmadan, Pazar sabahı bir sonuncusu eklendi. Yine yüzlerce ihraç; kapatılan kurumlar; tutuklu ve hükümlülere çağdışı tek tip kıyafet zorunluluğu; taşeron işçilerle ilgili düzenlemeler… Adı OHAL KHK’sı olan, ancak OHAL’e sebep olan koşullardan gayrı her şeyi düzenleyen KHK’lar. Yıl boyunca çıkan kararnamelerle kar lastiğinden güzellik merkezlerine, evlilik programlarından muhtarların prim ödemelerine, akıllarına gelen her şeyi attıkları bu torbayı, şimdilik karın altına saklamak kolay görünüyor olmalı. Oysa kar eninde sonunda erir ve eridiğinde o torbanın içine doldurdukarı her saçmalık, her haksızlık, her hukuksuzluk, her zulüm çırılçıplak çıkacak gün ışığına.
Çetin bir kıştı. Sevindiğimiz iyi haberler, çoğunlukla haksız yere özgürlükleri ellerinden alınan dostlarımızın, tanıdıklarımızın uzun tutukluluklardan sonra serbest kalması gibi şeylerdi. Hukuk dışı bir iddianameyle, hiçbir somut delil, dayanak olmaksızın yargılananların beraat ettiği anlar; ya da çok büyük mağduriyetler yaşayan kimi arkadaşlarımızın, örneğin açmış oldukları bir mobbing davasını ya da bir göreve iade davasını kazanması gibi şeylerdi…
Ümitlendiğimiz anlar da oldu… Nihayet hukukun işleyeceğini; sağduyunun kazanacağını ümit ettiğimiz anlar; böyle zamanlarda genelde bir ileri, iki geri gitti işler… Adaletin terazisi bir kez bozulunca, bir eliyle verdiğini öteki eliyle almaya başlamıştı…
Bütün bunlar yaşanırken de direnenler çıktı. Direnenler hep çıkar. Kış ne kadar uzun, ne kadar korkunç ve öfkeli olursa olsun. Direndiler, dayak yediler; direndiler, yasaklandılar; direndiler, tutuklandılar; direndiler, kapatıldılar; hakarete uğradılar; tehdit edildiler; direnenler, ölüme yatanlar ve olup biteni tüm dünyaya haykıranlar oldu. Birbirine sırtını dönmeyenler… Bu zor zamanlarda, dayanışmanın ne denli güçlü, ne denli önemli olduğunu gördük. Aynı kaderi paylaşanların, aynı zulme uğrayanların, aynı acıyı yaşayanların bir arada durma çabasının bu ayazda nasıl da sıcak tuttuğunu insanı.
Tipi gece boyunca devam edecek gibi… Gece uzun. 2017’nin en uzun gecelerinden… Ama bir şey söyleyeyim: Hava durumu, yarın Ankara’da güneşli bir günü gösteriyor. Elbette hemen olmasa da, dört bir yanı kaplayan bu kar eriyecek. Ankara büyük bir şehir; fırtınaya boyun eğen, sessiz kalan ya da alkış tutan kalabalıklar kadar, özgürlüğüne düşkün insanların da yaşadığı bir yer. Ve şehirde kar, uzun süre kalmaz. Bir süre dona çekse de, en sonunda erir. Vıcık vıcık, yapışkan bir çamur bırakır ardında; ama erir ve kış biter. Sonra yeniden yeşilleniriz. 2017’de boran, tipi, yapraklarımızı çokça döktü; 2018’imiz bahar bahçe olsun.
*Hasan Hüseyin Korkmazgil
Ülkü Doğanay Kimdir?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.
İktidarın siyaset korkusu, deprem ve sivil toplum 02 Mart 2023
Seçimleri ertelemek: Asrın felaketi mi asrın gaspı mı? 15 Şubat 2023
Muhalefet loading! 05 Ocak 2023
İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Akşener: Muhalefete her yol aynı kavşağa mı? 22 Aralık 2022 YAZARIN TÜM YAZILARI