YAZARLAR

Yargı dedi ki: Ahmet Şık, çok haklısın!

Hiçbir yargıç, “yargılama düzeni”ni savunma hakkı aleyhine karar alarak koruyamaz. Ahmet Şık duruşmasında hakimin atıfta bulunduğu kanun maddesi açıkça söylüyor bunu. O halde mahkeme Ahmet Şık’ı duruşmadan çıkararak, Ahmet Şık’ın haklı olduğunu tescil ve ilan etti.

“Böyle savunmaya izin vermem.”

Demek ki iki savunma var. Biri izin verilen, diğeri izin verilmeyen. Modern Türk büyüklerinin çok sevdiği retorik soruyu biz de soralım: Böyle bir şey olabilir mi? İdeal düzlemde asla olamaz, uygulama düzleminde bal gibi oluyor, oldu işte. Oldu bitti.

Savunma, izin verilen savunma ve izin verilmeyen savunma olarak ikiye bölündüğü anda, biter. Savunma bitince yargı da biter. Ahmet Şık hakkında mahkemenin verdiği karar, Ahmet Şık hakkında değil, kendi hakkındadır. Yargının bittiği kararıdır. Yargının yargı olmadığının ilanı. Ahmet Şık’ın, yargıcın sinirlenmesine yol açan sözü, bizzat aynı yargı tarafından tasdik edilmiştir.

Gerekçe? Yargılama düzenini bozmak.

Yargılama düzeni? Nedir yargılama düzeni? Yargılananın nasıl bir savunma yapıp nasıl bir savunma yapamayacağının yargıç tarafından kararlaştırılması mı? Değil. Hiç değil.

Şudur: Yargılama, adil olmayı hedefler. Adil yargılama, sanığın kendisine yönelik suçlamalara hiçbir dış etki, müdahale, gürültü olmadan cevap verebilmesidir. Sanık bunu yapabiliyorsa, yargılama adildir, yapamıyorsa değildir. Yapamadı. Bitti. Oldu bitti.

Yargıç, bir kişi değil, bir konum ve bir işlevdir: “Siz adil bir mahkeme değilsiniz” dediğinde alınacak kişi yargıç değildir. Bacanak olabilir. Görümce olabilir. Ama yargıç o değildir.

Hakim, kararını gerekçelendirirken, iki maddeye atıfta bulundu, CMK 203 ve 204.

Bakalım CMK 203/2 ne diyor: “Mahkeme başkanı veya hakim, duruşmanın düzenini bozan kişinin, SAVUNMA HAKKININ KULLANILMASINI ENGELLEMEMEK koşuluyla salondan çıkarılmasını emreder.”

Yani? Savunma hakkını engelleyecek şekilde kimsenin salondan çıkarılması emredilemez. Yani, savunma hakkı, “yargılama düzeni” denilen şeyin engelleyebileceği bir şey değil, koruması gereken bir şeydir. Savunma hakkı yangından ilk kurtarılacak ve sonuna kadar yakılacak şeydir. Kim tarafından? Hakim tarafından. Fakat hakim kanuni emrin aksine hakkı bitirdi. Oldu bitti. Artık savunma hakkı lafzen bile kalmamıştır.

Savunma, suçlamaya verilen cevap anlamında savunma, Türkiye Cumhuriyeti ceza hukuku mevzuatına göre sadece tek bir şeyle kısıtlıdır esasen: Kişisel hakaret. Ki bu bile “duruşmadan atma”yı değil, suç duyurusunda bulunmayı gerektirir en fazla. Üstelik, hakaretin zaten suçlamanın kendisi tarafından işlendiği yerde steril bir cevap sadece müsamere yargıda olur, gerçek yargı, suçlananı susturduğu, savunmayı kestiği anda bitmiştir. Bitti. Oldu bitti.

Bu, yeni Türkiye’nin özetidir: Hakla yetkinin yer değiştirmesi. Savunma hakkını korumayı emreden bir kanun maddesinin savunma hakkını ortadan kaldırması ancak bu “yeni”likle mümkün. Bir devlet organı olarak yargının, bir devlet görevlisi olarak yargıcın savunmayı kesmeye “hakkı” yoktur; çünkü hiçbir hakkı yoktur. Hak yargılananın, savunma yapanın, yurttaşındır. Devlet görevlilerinin sadece yetkileri vardır, kanunda tanımlanmış ve denetime tabi. Kanun diyor ki, “savunmayı koruyacaksın.” Laf iktidardan açıldı diye savunma kesiliyorsa, Ahmet Şık haklıdır. Korunan iktidardır, adalet değil.