YAZARLAR

Hamili kart yakinimdir!

Sosyal bilimlerde yakınlar arasındaki iltimaslı ilişkiler için uygun bir kavram var, nepotism yani ‘yeğencilik’ deniyor bu tür durumlara. İlke basit: Yakınına ver! Ver ki sana da kolayca dönsün. Ne olarak mı? En özet biçimde söyleyecek olursak ‘formunu koruma’ olarak: Gücün, iktidarın sürekliliği de, her türden çıkarın garantilenmesi de, hâsıl olduğunda değişik ihtiyaçların giderilmesi de buna dâhil. Bir karşılıklılık hali, al gülüm ver gülüm, bugün sana yarın bana!

Bir iki gündür tekrar birkaçı daha haberlerle döküldü ortalığa. Oysa çok uzun zamandır farkındayız. Üstelik bilmediklerimiz bildiklerimizin katbekat üstünde, bunun da ayırdındayız. En azından bir kısmımız. Şu ortalığı sarmış olan telaştan, birinin bir makama gelmesiyle birlikte el çabukluğu ile en yakınından başlayarak akrabalarını, ahbaplarını değişik biçimlerde ihya etme telaşına düşmesinden bahsediyorum.

Makamını maddi güce tahvil etmek mi dersiniz, kendisine bağlı makamları karısına, kızına, enişteye, yeğene, artık Allah ne verdiyse işte, bahşetmek mi dersiniz, kendine yakın kişilere başka türden imkânlar sağlamak mı dersiniz gırla gidiyor maşallah. El çabukluğu diyorum da belli ki öyle suhuletle falan değil, çokluk pek çok insanın hayatını zindana çevirme pahasına basbayağı hoyratlıkla gerçekleşiyor bütün bunlar.

Üç kağıdın bini bir para desek abartmış olmayız. Tabii makamlar da etkileri ve yetkileriyle farklı farklı. Büyüğü küçüğü derken lülelerin sayısı değişiyor, akıttıkları su da. Neme lâzım diyerek en kısa sürede parsayı toplama peşindeler.

Anlıyoruz ki makamı kapmak yeterli değil, tekinsizlik kol geziyor o makamlarda, güvensizlik had safhada onları dolduranlar arasında. Besbelli biliyorlar ki makamı kaybetmek birilerinin iki dudağı arasında çoğun. "Eee haydan gelir huya gider" diyesi geliyor insanın.

Buna bir de ulufe bekleyip elleri boş kalanların ya da yeterli ölçüde nemalanamayanların kıskançlıklarıyla girişebilecekleri tezgâh ihtimallerini eklemeli. Ha bir de makamı tevdi edenlerden saklamaya çalıştıkları, aleyhlerine kullanılmaya pek uygun kirli çamaşırları var sanki. Yoksa bu kadar yağlama yıkama, ‘ben buradayım başkan’ durumlarına, mide bulandırıcı, ucuz mu ucuz komik hallere gerek olur muydu? O nedenle olabildiğince seri davranmaları gerekiyor anlaşılan. Ama işte gözlerini hırs bürümüş, belli ki korkudan tir tir titreyen halleriyle telaşla giriştikleri düzenlerini ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar. Biz de bu sayede üçünden beşinden haberdar oluveriyoruz.

Sosyal bilimlerde yakınlar arasındaki iltimaslı ilişkiler için uygun bir kavram var, nepotism yani ‘yeğencilik’ deniyor bu tür durumlara. İlke basit: Yakınına ver! Ver ki sana da kolayca dönsün. Ne olarak mı? En özet biçimde söyleyecek olursak ‘formunu koruma’ olarak: Gücün, iktidarın sürekliliği de, her türden çıkarın garantilenmesi de, hâsıl olduğunda değişik ihtiyaçların giderilmesi de buna dâhil. Bir karşılıklılık hali, al gülüm ver gülüm, bugün sana yarın bana!

BENİ KÖR KUYULARDA MERDİVENSİZ BIRAKTIN!

Karşılıklılıkla işleyen bu yakınını koruma kollama hali, doğası gereği kaçınılmaz olarak beleşçiliğe, avantacılığa, dalavereye, hilekârlığa, düzenbazlığa kapıyı ardına kadar açıyor. Ancak, ‘formu koruma’yı sürekli kılmak dalavereyi kontrol altında tutmayı, çevredeki diğer dalaverecileri uzaklaştırmayı gerekli kılıyor. Aksi takdirde işler tersine dönebilir. Kaş yapayım derken göz çıkarmak pekâlâ mümkün. Aynı durum hilekârlık için de geçerli, hatta biraz daha fazla maharet gerektiriyor. Hileleri gözlerden saklamak, onlara inandırıcı kılıflar bulmak gerekiyor ki sonuca sağ salim ulaşılabilsin. Yani öyle ustalıkla yalan söylenecek ki yalan ‘doğruya’ evrilsin. İkna kabiliyeti gelişkin olmak, lafı iyi dolandırıp karşıdakinde ‘yapılır mı bu böyle bir adama’ düşüncesini yaratabilmek yani iyi bir polemikçi olmak, yeri geldiğinde safa yatmak, yeri geldiğinde şaklabanlık yapmak, belki de en önemlisi makamın getirdiği imkânlarla işleyiş kurallarına müdahale edebilmek olmazsa olmazlardan. Tabii dalavereyi kontrol edip hilekârlığı gizleyebilmek için tehdidin, zorun çok önemli araçlar olduğunu, yeri geldiğinde bunlara başvurmaktan çekinilmediğini unutmamak gerekir.

Tabii yakına verilecek de yakınlık derece derece, çember içre çember! Yakınına ver de en yakınına en çok ver! En büyük yatırımlar onlara elbet. Böyle de buradaki iltimasın dalaveresi es kaza ortaya çıkarsa ne olur? Seyreyleyin pandomimayı artık diyeceğiz belki ama kişinin makam sayesindeki bağlantıları kadar toplumsal ortam önemli değişken. Bunlar sayesinde durumu kurtarmak mümkün, yalnız bir öfke patlaması olmasa bile tedirginlik yaşamamak, telaşlanmamak elde değil gibi.

Yakınlık derece derece dedik ya, yakınlık çemberleri merkezden uzaklaştıkça geri dönüşün kendisinin zayıflamayla malûl olduğunu akılda tutmak, ihya edilenlerin riyayla karşılık verme olasılıklarının artabileceğini hesaba katmak gerek aynı zamanda. Üstelik kazançlar kadar kayıplar, hayal kırıklıkları şuradan buradan baş verebiliyor. Her daim olmasa da tedirginlik elde var bir. Hele de sinirler sağlam değilse, soğukkanlılığını koruyamıyorsa kişi, durum vahim olabilir, beklenenden daha yakın olabilir yıkım.

Ez cümle yakınını koruyup kollayacaksın da etkini, yetkini kötüye kullanarak düzenbazlığa giriştiysen öyle ya da böyle, şimdi değilse yarın hüsran kaçınılmaz. Hem boşuna dememişler: Akrep yapmaz akrabanın akrabaya yaptığını, yoksa besle kargayı oysun gözünü mü demeli! Binlerce yılın tecrübesinden süzülüp geliyor işte böyle hile hurdayla alavereyle dalavereyle yakınını koruyup kollamaya veciz uyarı.


Zeliha Etöz Kimdir?

İzmir Karşıyaka’da doğdu. Ege Üniversitesi’nde Sosyoloji okudu. ODTÜ’de yine aynı alanda yüksek lisansını tamamladı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Siyaset Bilimi doktorasına başladıktan sonra, aynı fakültede Sosyoloji kürsüsünde asistan olarak çalışmaya başladı. Biraz yazı çizi, konferans işiyle çokça ders verip sınırlı sayıda tez yönettiği görevinden profesör kadrosundayken 7 Şubat 2016’da yayımlanan 686 sayılı KHK ile atıldı. Şimdi ‘Gazete Duvar’ın dibinde haftalık yazılar yazmaya çalışıyor.