Bir gün Çin Denizi
Aslında Borges’in yüzünden buradaydım. Çinli kadın korsan Ching Shih’in hikayesini okumuştum. Yanında 50-60 bin kadar korsanı vardı. Kralları, zenginleri ve tüccarları soyuyordu. Hikayenin bizim Koreli ihtiyar balıkçı ile pek ilişkisi yoktu ama ‘Bir gün Çin Denizi’nde’ demek hoşuma gidiyordu. Hikayeye katılmış gibi oluyordu insan.
Sabah çok erken kaldırıyordu. Ne dediğini anlamıyordum. Gırtlaktan çıkan Korece bir kelime ama herhalde "kalk" diyor olmalı diye düşünüyordum. Kelimeyi bir tarafa koyup, ihtiyacım olunca kullanmak isterdim ama sanırım bu şekilde söyleyebilmek için çok fazla sigara içmek, yetmiş yaşına kadar her sabah Çin Denizi’nin rüzgarını yemek ve pirinç rakısıyla sık sık boğazını ıslatmak gerekiyordu. Aslında kaldırmasa da mutlaka uyanırdım, balık ağlarının üzerinde uyuyordum çünkü. Sonra bana kendi yağmurluğunu uzatıyordu. İnsan ilk giyince çok üşüyordu bu yağmurluğu. Deriden yağmur sızdırmak için yapılmış gibiydi.
Kayığa bindiğimizde, "Sen üşümüyor musun?" diye soruyordum. Cevap vermiyordu. Nedense İngilizce soruyordum bunu. Halbuki İngilizce bilmediğini biliyordum. Türkçe de sorabilirdim nasıl olsa onu da bilmiyordu. Dil hegemonyası işte. Plastik çizmeler de onundu. Oldukça küçük geliyordu. Çok sorun olmuyordu bu. Zaten kayığa binerken 5-15 adım atıyordum en fazla, dalgasına bağlı artık. Hem küçük olduğundan, içine daha az su giriyor diye düşünüyordum. Bu da dalgasına bağlı tabii ki.
Aslında Borges’in yüzünden buradaydım. Çinli kadın korsan Ching Shih’in hikayesini okumuştum. Yanında 50-60 bin kadar korsanı vardı. Kralları, zenginleri ve tüccarları soyuyordu. Hikayenin bizim Koreli ihtiyar balıkçı ile pek ilişkisi yoktu ama ‘Bir gün Çin Denizi’nde’ demek hoşuma gidiyordu. Hikayeye katılmış gibi oluyordu insan.
Başka kitaplardan da topladığım böyle cümleler var, böyle diyebildiğim ve henüz diyemediğim. Filmlerden de. Mesela geçenlerde bir Jim Jarmusch filminde vardı; "İşten çıkınca bir bara gidiyorum. Bir bardak bira söylüyorum. Bardağıma bakıp, şükran duyuyorum." diyordu. Herkesin hayatının birkaç amacı oluyor işte. Yoksa Kore Çiftçi Sendikası’yla dağ bayır ve daha çok çeltik tarlalarında takılıp, salyangoz dağıtıyorduk. Kuru oluyorduk en azından ya da en fazla, dizine kadar ıslak çeltik tarlasında.
Bir gün Çin Denizi’nde ağ atıyorduk. Güneş biraz yükseldiğinde topluyorduk. Denizden çıktığında sırtı gümüş gibi parlayan balıklar takılıyordu ağa ya da bir ejderha zırhı gibi keskin süzgeçleri olanlar ve çekiç kafalılar ya da bacaklarından dolanmış ahtapotlar… İhtiyar balıkçı bazılarını bana gösterip sepete atıyordu. Bir şeyler diyordu. Tabii ki anlamıyordum ve galiba bizim yüzümüz gibiydi onun bütün vücudu. Pek üşümüyordu.
Bir gün Çin Denizi’nde kadın korsan Ching Shih, korsanlar için kurallar koyan bir kitap da yazdı. 200 yıl kadar önce. Mesela içinde kadın esirlere, çocuklara tecavüz edenlerin, kellesinin uçurulması gibi kuralları vardı.
Nedense Ching Shih aklıma geldi… Bir gün Çin Denizi’nde…