'Koruma kararı' neden koruyamıyor?
Koruma kararları özü gereği aciliyeti olan kararlardır. Şiddet görenin can tehlikesiyle karşı karşıya olduğu varsayımı göz önüne alınmıştır. Bu sebeple koruma kararları, hiçbir delil aranmaksızın, beyan esas alınarak en geç 24 saat içinde verilen acele kararlardandır. Dolayısıyla, bu kararlara bağlı her kararın da –kararın ihlali halinde hükmedilen zorlama hapis cezası gibi- derhal uygulanması gerekir.
Hafta bir gol bir, 2018’e girer girmez yine kadın ve çocuk hakları ihlallerinde birden fazla skandal haber aldık. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın internet sitesinde buluğ çağına giren çocukların evlenebileceğine dair fetvası, Van’da pembe otobüs talep eden kendini bilmez bir kısım erkek, Diyarbakır’da 16 yaşındaki öğrencisini istismar eden öğretmenin şeriata göre cezalandırılmak istemesi, hakkında yürütülen baştan savma soruşturma ve cezasızlık hali ve Maltepe’de pompalı tüfekle önce iki çocuğunu sonra kendini vuran bir adam...
Bu haberlerin her birinin ayrı ayrı ele alınması gerekir; fakat ben bu yazıda Maltepe’deki olay vesilesiyle yasal bazı noktalara açıklık getirmek isterim:
Ali Yardım isimli şahıs, şiddet vakalarında sıkça rastladığımız üzere, eşinin kendisinden boşanma kararını hazmedemeyen iki çocuk sahibi bir baba aynı zamanda ve durum böyle olunca hakkında 6284 Sayılı Kanun’a göre verilmiş üç aylık koruyucu ve önleyici tedbirler içeren bir karar var. Yani “koruma kararı”.
Biliyorsunuz; son dönemlerde Akit gibi gazeteler tarafından “yuva yıktığı” gerekçesiyle 6284 Sayılı bu yasaya ciddi bir saldırı söz konusu. Kadın örgütleri ve hak savunucuları olarak hepimiz bu konuda tetikteyiz ve her yerde yasayı anlatma çabası içerisindeyiz. Yukarıdaki olay, sorunun yasada olmadığının, yasayı uygulayamayanlarda ve eksiklikleri gideremeyenlerde olduğunun açık bir ispatı esasında.
Neden?
Kural olarak, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 31'inci maddesine göre; koruma kararları şiddet uygulayan kişiye tebliğ edildikten sonra, bu kararı yerine getirmek üzere görevli olan kişiye ve kuruma gönderilir. Bu kurum genellikle şiddet uygulayanın adresine en yakın kolluk kuvveti yani polis merkezidir. Uygulamada, polis kişiye ulaşır ve kişiye hakkında verilmiş böyle böyle bir karar olduğunu bildirir, kararı açıklar ve karara uymadığı takdirde zorlama hapis cezasına mahkum edileceği hususunda uyarıda bulunur.
Aynı yönetmeliğin 35'inci maddesine göre ise; şiddet uygulayan kişinin önleyici tedbirlere uyup uymadığının kontrol edilmesi gerekliliği öngörülmüştür. Bu kontrol korunan kişinin; bulunduğu konutun haftada en az bir kez ziyaret edilmesi, ikinci derece dâhil olmak üzere yakınları ile iletişim kurulması, komşularının bilgisine başvurulması, oturulan yerin muhtarından bilgi alınması, bulunduğu konutun çevresinde araştırma yapılması, şeklinde yerine getirilir.
Diyelim ki; şiddet uygulayan kişi, önleyici tedbirleri yerine getirmedi, yani koruma kararını ihlal etti, bu durumda şiddet gören/korunan kişinin Aile Mahkemesi’ne şikayeti üzerine, şiddet uygulayan zorlama hapsine çarptırılır. Karar şiddet uygulayana tebliğ edilir. Şiddet uygulayanın kararın kendisine tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde itiraz hakkı saklıdır.
Burada iki temel sorunumuz var: Birincisi, uygulamada bu prosedürlerin uygulanmasında ciddi aksaklıklar söz konusu. İkincisi yasanın kendisinde bir eksiklik mevcut.
Nasıl?
Şöyle ki; koruma kararının şiddet uygulayana tebliği çok uzun sürelerde gerçekleştiriliyor ve tebligat yapılana kadar geçen sürede şiddet görenin başına her şey gelmesi mümkün. Örneğin, mahkeme koruma kararına hükmediyor ve koruma kararı şiddet uygulayana çeşitli sebeplerle (mahkeme kaleminin yoğunluğu yahut memurların sorumsuzluğu gibi) geç tebliğe çıkarılıyor. Kişiye ulaşması da bir süre alıyor ve aradan “ay” ile niteleyebileceğimiz uzun süreler geçebiliyor. Kişi, bu süre içerisinde hakkında önleyici ve koruyucu tedbir verilen kişiye çok kez şiddet uyguluyor hatta mevzu bahis olaydaki gibi bu kadınları/çocukları öldürüyor. Tam bu noktada şöyle bir sorun ortaya çıkıyor; koruma kararı şiddet uygulayana tebliğ edilmediği için, bu kişiye bu ihlalleri sebebiyle zorlama hapis cezası verilemiyor.
Yahut, kolluk kuvveti şiddet uygulayan kişiye kararın tebliği ve açıklaması konusunda gereken özeni göstermiyor. Bunun dışında örneğin 35'inci maddede öngörülen kontrol mekanizması, uygulamada hiçbir şekilde gerçekleştirilmiyor. Bu kontrol mekanizmasının amacı şiddet uygulayan kişinin kendisinin kontrol altında olduğunu hissetmesidir esasında. Oysa uygulamada, bu kişilere karar açıklandıktan sonra tanrıya emanet bir durum söz konusu.
Uygulamadaki bu sorunların çözülebilmesi için işin çok daha fazla ciddiye alınması lazım. Hoş, ülkedeki aşırı artan kadın cinayetlerini dikkate aldığımızda, meselenin ciddiye alınması için daha ne olması gerekiyor, bilemiyoruz artık. Örneğin, kararların uygulanıp uygulanmadığını kontrol eden kolluk kuvveti üzerinde bir denetim/yaptırım mekanizması uygulanabilir. Diyelim ki; kararın ihlali gerçekleşti, oradaki polis merkezinin 35'inci maddeyi işletip işletmediğine ilişkin bir üst makamca ya da mahkemece bir rapor istenebilir. Gerekli rutin gerçekleştirilmemişse, mesleki sorumluluk gündeme gelebilir. Belki, iş böyle olunca polisler kendilerine şikayete gelen kadınları eşiyle barıştırmaya da çalışmaz ya da kadın, koruma kararının ihlal edildiği gerekçesiyle polisi aradığında polis harekete geçmemezlik etmez, kapıya dayanan adamla ahbaplık ilişkisi kurmaz. Bunların yerine işini yapar. Polislere çok yüklendik gibi oldu; fakat yanlış anlaşılmasın işini çok iyi yapan polis arkadaşlar elbette ki var. Biz yalnızca uygulamadaki problemleri dile getirme ve çözüm önerme çabasındayız.
Mahkemelerdeki yoğunluk için ise önerimiz; yoğunluğu çok olduğu mahkemelerde, yalnızca kadına yönelik şiddetle ve koruma kararları ile ilgilenen ayrı bir Aile Mahkemesi kurulmasıdır. Özellikle büyük şehirlerde ve kadına yönelik şiddetin fazla görüldüğü bölgelerde bu gerçekleştirilebilir.
Yasal eksiklikler noktasında ise; yukarıdaki uygulama sorunlarını giderecek mekanizmaların yasaya eklenmesinin yanı sıra, örneğin konumuz olan olaydaki gibi şiddet uygulayan kişinin, hakkında çıkan zorlama hapis cezası kararlarından haberdar olması ve kararların uygulanması için ayrıca ek hükümler getirilmesi zaruri. Bir kere; bu ceza kararlarının kişiye tebliği ile yetinilmemeli. Mutlak surette tıpkı koruma kararlarının tebliğinde yapıldığı gibi, kişiye bizzat bildirilmeli, açıklanmalı. Olayda, adam hakkında iki kez zorlama hapis cezasına hükmedilmiş. İsterseniz yüz kez hükmedilsin, kişinin bu karardan haberi olmadıktan sonra cezanın ne gibi bir caydırıcılığı olabilir ki? Somut durumda, adama niçin tebligat yapılamadığı konusunda bir bilgim yok; lakin adam adresinden taşınmış dahi olsa, eğer yönetmeliğin 35'inci maddesindeki kontrol mekanizması işletilseydi, buna göre önlem alınır hatta kişinin taşındığı yer de bilinirdi. Kişi kayıtlı adresinde bulunmuyorsa dahi muhtara tebligat yapılabiliyor. Bu tür durumlarda çoğu zaman kişilerin bu tebligatlardan haberi olmuyor. Eğer, önerdiğimiz üzere bu cezalar kolluk kuvvetine de bildirilseydi, böyle bir riskin önü alınmış olurdu. Ya da diyelim ki, şiddet uygulayan kişi ortadan kayboldu, sistemde kayıtlı bir adres de görülmüyor. Bu tarz durumlarda, derhal kişi hakkında yakalama emri çıkarılması şart tutulmalı. Kısacası, her türlü ihtimal göz önünde bulundurularak, öyle ya da böyle bu kişilerin sıkı bir kontrol altında tutulması zorunlu.
Koruma kararları özü gereği aciliyeti olan kararlardır. Şiddet görenin can tehlikesiyle karşı karşıya olduğu varsayımı göz önüne alınmıştır. Bu sebeple koruma kararları, hiçbir delil aranmaksızın, beyan esas alınarak en geç 24 saat içinde verilen acele kararlardandır. Dolayısıyla, bu kararlara bağlı her kararın da –kararın ihlali halinde hükmedilen zorlama hapis cezası gibi- derhal uygulanması gerekir. Aksi halde, koruma kararı almanın da, şiddet uygulayan hakkında cezaya hükmetmenin de hiçbir anlamı yoktur. Tam olarak bu sebeple, ihlal sebebiyle hapis cezası kararlarına itiraz süresinin kısaltılması yönünde değişikliğe gidilmelidir.
Tabii, biz burada yasayı nasıl daha iyi bir hale getirebiliriz diye düşünürken, birileri de bir yerlerde yasaya çamur atmakla meşgul. Neymiş, yuva yıkıyormuş. Yahu, evlatlarını öldürecek kadar canileşmiş bir insanla yuvan olsa ne olur? Zihniyet; "aman yuva yıkılmasın da kadın şiddet mi görüyor, ölüyor mu, çocuk istismara mı uğruyor, ne olursa olsun" zihniyeti. Yobaz, gelenekçi, ataerkil, ötekileştirici, cani bir zihniyet.
Evet, olayda eğer karar eksiksiz şekilde uygulansaydı, adam kontrol edilseydi, belki de korkacaktı ve kararı ihlal eden davranışlarda bulunmayacaktı. Tutun ki yine de bulundu, bu ihlali sebebiyle hakkında verilen cezadan haberdar olsaydı, cezasını çekecek ve ikinci ihlali gerçekleştirmeyecekti. O masum çocuklar bugün yaşayacak, annelerinin isyan ettiği gibi, emzikleri elinde kalmayacaktı.