Ara toplam – II
Yıkılmak ve sinmek, lükstür. Şu zaferi bir görelim, ondan sonra varoluşçu da oluruz, nihilist de!
Geçen hafta yazdığım gibi bu yazıyı ihracımın birinci yılı içinde neler olup bittiğine ayıracağım. Hemen söyleyeyim; ihraç tuhaf bir şey. Herkesin bir yıl boyunca sana paso “bir ihtiyacın varsa söyle, walla bak, çekinme” dediğini düşün; öyle bir şey.
Geçim diye bir şey var elbette. Sendikam Eğitim-Sen’in katkısı var. Var olsun. Çeyrek asır önce “bütün sesimi vermişim” dediğim fırtına uzaklardan kol kanat gerdi. “Xîret”i kimliği yapmış dostlar dayanışmayı büyüttü. Ama bütün hayatları yok edilmiş insanların içinde hayatta kalmaktan söz etmek bile mahcup edici.
Daha önce “ünlü olan her Kürt kendine aristokratik bir geçmiş bulur” demiştim. Eh yarı ünlü bir Kürt olarak zamanında bir eyalet kadar arazileri olan Temo’nun torunu olduğum sır değil. Yalnız bu Temo’nun hangi Temo olduğunu bilmiyorum. Çocukken ezberlettikleri bir soy ağacı vardı. Babamdan başlardım ki şöyleydi: “Evdilhekîm, Hecî Mihemed Hadî’nin oğludur; Hecî Mihemed Hadî, Xelîlê Temo’nun oğludur; Xelîlê Temo, Temoyê Temo’nun oğludur; Temoyê Temo, Temoyê Temo’nun oğludur; Temoyê Temo, Temoyê Temo’nun oğludur; Temoyê Temo ise, Temoyê Îno’nun oğludur!” Böylece yedi ata bulunuyordu ama bu şeceredeki dört Temo’yu ayırmak güç!
Kürd Teavün ve Terakkî Cemiyeti gazetesinin, 1909’da, “Diyarbekir’le Siird’in fasl-ı müşterek-i tabiîsi olan mevakı’ ve cibal-ı menîada temekkün etmiş, hükûmeti senelerce yormuş, her zaman isti’mal-ı silâh eylemiş, hiçbir şeyden gözü yılmamış, hükümet, rüesasını derdest ve te’dîb için mütemadiyen uğraşdığı halde muvaffak olamamış” diye tarif ettiği Reşkotan’ın mensubu olan son Temo dedenin yas ve direnişle özetlenebilecek uzun tarihinden sonra 11 köyünden kala kala bir köy kalmış. O da onlarca hisseye bölününce payıma bir saksılık toprak düştüğünü söyleyebilirim. Bu yaz yeğenim Rohat’la üç dönüm bostan, bir dönüm de hıyar ektik. Hıyar kısmına “Xiyargeha Artukluyê” (Artuklu Hıyarlığı) tabelası koymayı düşünüyordum. Ama Horasan kitabından başımı kaldıramadım bütün yaz. Rohat ise uzaklarda bir yerde iş buldu. Hıyarlar tarlada kaldı!
Genel atmosfer bu kadar kötü olmazsa, bir tür özgürlük diyeceğim ihraca. O garip yaratıklarla muhatap olmuyorsun bir kere. Hangi laboratuarda üretildiler bilmiyorum, ama hemen hepsi masasına tapıyor. Onurdan bir zırnık nasiplenmedikleri için onurlu kalan herkese azgın bir nefretle saldırıyorlar.
Ama biz muhrecler birbirimizi daha iyi tanıdık. Döndüğümüzde orada olmayacak gevreklerin bizi birbirimize nasıl düşürdüklerini öğrendik. Birbirimizin yüzündeki tebessümü, sıcaklığı, hatta gamzeyi fark ettik. Birer epistemik canlı olmanın sokaktan ve gökyüzünden nasıl kopardığını gördük. Bize zaman ve emek olarak büyük maliyeti olan akademik maceramızı gözden geçirdik. Yıkılınca omuz verenler oldu, yıkılanlara omuz verdik; diz çökmedik, gelmek zorunda olan o güne onurumuzla yürüyoruz.
Bu kriz dönemleri, “o muhteşem son” için hazırlanma dönemleri sayılmalı. Yıkılmak ve sinmek, lükstür. Şu zaferi bir görelim, ondan sonra varoluşçu da oluruz, nihilist de!
Kalktım ölü Fransızcamı diriltmeye giriştim ben de. Farsça çalışmaya başladım. İngilizcemin epey gittiğini gördüm. Kürt dili ve edebiyatı alanının ilk doçenti olacakken pazar tezgâhında çalışamayacak hale geldim ama biri Kürtçe, biri Türkçe iki akademik makalem yayınlandı. Gazete Duvar’da 55 yazım çıktı. Kürtçe bir blog yayınlamaya başladım. Pek çok dostun katkısıyla Almanca, Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce, Kürtçe (Kurmancî, Soranî, Zazakî), Rusça ve Türkçe kaynaklardan yararlanarak 600 sayfalık “Gurbette Bin Yıl: Horasan Kürtleri” kitabını tamamladım. Hiç şiir yazamadım!