YAZARLAR

Erken gelenler neyin habercisi?

Bahçeli'nin açıklaması ve Erdoğan'dan aldığı karşılık, iktidar bloğunun "seçim odaklı" düşünmeye devam ettiğini, zorlanmasına rağmen "istediğini almaktan" vazgeçmediğini gösteriyor. İttifak açıklamasıyla, seçmen dahil herkes şimdiden tarafını seçmeye çağrılmış oluyor. Bahçeli ve Erdoğan'ın konuşmalarında altı çizildiği gibi, "kim ne hesap yapacaksa, bu sınırlar içinde yapsın" kuralı konuyor.

Siyaset ve seçim gündeminde bu hafta iktidar ve muhalefetin ana partileri değil MHP ve HDP öne çıktı. İki partinin içindeki, etrafındaki gelişmeler, yapılan açıklamalar, sorular ve tartışmalar üretti: HDP'de Demirtaş'ın "aday olmama kararını" açıklamasıyla başlayan süreç, MHP'de de Bahçeli'nin peşin ve uzun vadeli ittifak açıklaması. İkisi de sürpriz, beklenmedik gelişmeler değildi belki, ama özellikle zamanlamaları ve başlattıkları süreç, siyaset gündeminde erken bir "hareketlilik" yarattı. Fazla spekülatif bir değerlendirme yapmayı göze alarak; bu gelişmeleri şaşırtıcı yapan "erkenliğin", her şeyi erkene taşıyacak bir takvimi başlatmış olabileceğini de söylemek gerek. Bu yüzden, epeyce tartışılan ve tartışılmaya devam edilecek "ne oldu, neden oldu" sorularının yanına, "nereye gider, neyi çağırıyor" sorularını da eklemek gerek.

Önce, MHP cephesindeki gelişmelerin çıktılarına bakalım: Bahçeli'nin açıklaması ve Erdoğan'dan aldığı karşılık, iktidar bloğunun "seçim odaklı" düşünmeye devam ettiğini, zorlanmasına rağmen "istediğini almaktan" vazgeçmediğini gösteriyor. İttifak açıklamasıyla, seçmen dahil herkes şimdiden tarafını seçmeye çağrılmış oluyor. Bahçeli ve Erdoğan'ın konuşmalarında altı çizildiği gibi, "kim ne hesap yapacaksa, bu sınırlar içinde yapsın" kuralı konuyor. İktidar bloğu, alışık olunduğu üzere "siyasi hattı ben çizerim, ismini ben koyarım" diyor. Abdullah Gül'e bu kadar erken ve yüksek saldırının nedeni de, çizilen hattın "öteki" tarafına itmek, kendi tarafında bir aktöre izin vermemek için. Referandum kampanyasında denenmiş ve pek sonuç almadığı görülmüş olan "güçlü Türkiye" benzeri zayıf pozitif çağrışımın yerine de açık bir "milli savunma" talebi konularak, kampanyanın çerçevesi de çizilmiş oluyor.

Erken yapılan ittifakın bir başka çıktısı da; seçime dönük taktik manevralarda bütün dikkatin artık bereketli bir alan gibi görünen "muhalefeti bozmaya" tahsis edilecek gibi görünmesi. 1+1 iki etmese bile, "teke tek meydana çıkılsa" ben kazanırım diye düşünen iktidar, muhalefeti zayıf mutabakata zorluyor. Muhalefetin ayrı ayrı daha güçlü, "birlikte" daha zayıf olduğunu hesaplayarak, "karşıma birleşip gelin" diyor, böyle düşünmeyi açık, örtülü destekliyor. İlk tur için bunu sağlayıp rahat bir galibiyet elde edemese bile, muhalefetin ikinci tur seçeneklerini de bozabileceğini hesaplıyor. Oy oranlarını etkileyemeyecekse, karşı taraftakilerin "davranma" ve birlikte davranma iştah ve enerjisini düşürmeye çalışıyor. Referandumda olduğu gibi (belki daha da çok,) seçmeni sandığa götürebilme ve sandıktan çıkanı koruyabilme eşitsizliğinin önce moral, sonra da alan avantajını kullanmaya hazırlanıyor.

Muhalefet cephesinin uğradığı saldırılarla ve önüne çıkartılan zorluklara kıyaslandığında en yüksek direnci göstermiş unsuru sayılabilecek HDP, yeni sıkıntıların eşiğinde. 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminden itibaren, AKP karşısındaki oy direncinin sembolü ve sürükleyicisi olan Demirtaş'ı denklemde tutacak bir formül bulamamış, galiba yeterince de aramamış, ikna edici biçimde gerekçelendirememiş HDP'nin, olası sandık performansı üzerine soru işaretleri artıyor. Mevcut sıkıntılar yetmezmiş gibi, Türkiye'de siyasetin bütün alanlarında hüküm süren milliyetçiliğin, HDP içindeki tartışmalarda da gölgesi beliriyor, kokusu duyuluyor. Tartışmaları görünür hale getirmek, hatta biraz da karışmak konusunda "dışarıdaki" iştaha ve "içerideki" sertleşme heyecanına bakınca da, meselenin ortaya çıkma gerekçelerinin önemi azalıyor, üreteceği sonuçlar daha öne çıkıyor.

Önümüzdeki dönemde, HDP üzerinde güvenlik ve yargı ablukasının yoğunlaştırılması; bu hamlelerin de, sadece "kriminalize etme" amacıyla değil, partinin "iç tartışmalarını" kışkırtan, besleyen etkiler gözetilerek yapılması hiç şaşırtıcı olmayacak. Muhalefet bloğunda yer alan bütün aktörlerin, sandığa girecek ve sandıktan çıkacak her HDP oyuna özel bir ihtimam göstermesi gerekirken, gelişen tartışmaları "zaten ..." diye başlayarak, sorunlu mesafeli duruşlarına dayanak yapmaya yönelmesi de başka bir mesele. Yakın dönemde yapılan pek çok araştırmada, HDP'nin barajı aşabilecek bir oy direnci gösterdiği, AKP'nin kaybettiği Kürt oylarını geri alamayacağının anlaşıldığı söylenirken oluyor bütün bunlar. Dolayısıyla, seçim barajının engelleyici etkisine tam güvenemeyenler, "alternatif barajlar" konusunda çabalarını artırırken, muhalefet cephesinin -ve HDP'nin- hazır bir karşı hamlesi olmadığı ve geliştiremediği anlaşılıyor.

MHP ve HDP cephesinde bu yaşananlar, sürekli tekrarlanan "erken seçim yok" laflarına rağmen asla soğumasına izin verilmeyen seçim gündemiyle ilişkilendirildiğinde bir şeyleri erkene almanın veya çağırmanın işareti sayılabilir mi? İki türlü yorum yapılabilir: Stratejisinin iki ayağını oluşturan güçleri birleştirme ve muhalefeti bozma hamlelerini erken başlatan iktidar, hızlı sonuç alarak ve konjonktürün aleyhteki riskini düşürmek için seçimi de erkene çekebilir. İkinci yorum ise, muhalefet bloğunu bozmak ve seçim kıskacında tutma takviminin kolay ve hızlı sonuç vermeyeceği, ittifak işlerinin de biraz zaman alacağı düşünülerek süreç erken başlatılmış olabilir. Her durum, önümüzdeki dönem hareketlenmenin artacağı anlamına geliyor.

Ve ilginç bir şey daha yaşanıyor, muhalefetin iktidarı seçime doğru itmesi gerekirken, iktidar muhalefeti seçime sıkıştırmaya çalışıyor. İktidar, ekonomi, dış politika ve hemen her alandaki yönetememe krizini, seçim gündemiyle perdeliyor; siyaset gündemini konjonktürün ve zaman faktörünün yarattığı risklerden temizliyor. Dezavantajlı konumda olmasına rağmen, seçimin ağırlığını muhalefetin üzerinde bırakıyor. Muhalefet ise, siyasetin gündemini seçim gündeminden (hesaplarından) daha geniş bir alana yayamıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimini, rejim değişimini durduracak "ikinci şans" olarak Türkiye'nin önüne koymakta zorlanıyor. Muhalefetin bir kısmında çareler, formüller bütün ilgiyi emerken, bir kısmında da "çaresizlik" hissi ve aksiyon süsü verilmiş "vazgeçme" eğilimi derinleşiyor. Ama süreç terse döner, iktidarın meselesi haline getirilirse hesaplar işlemeyebilir.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).