Kardeşini terk edenin yalnızlığı
Nedense Grímur Hákonarson’un “İnatçılar” isimli filmini izlerken Kiddi Kürt, Gummi ise Türk’müş gibi geldi bana. Gummi’ye demek istedim ki, “Hey Gummi, eğer bu Kürt kardeşinle yürüyecek bir yol, onunla konuşacak bir dil bulamazsan, ömrün boyunca da yanında kendinden, kendi gölgenden başkasını bulamazsın. İnsan kendi kendine dostluk edemez.”
Bugün epeyce düşünüp taşındıktan sonra size Gummi ve Kiddi’den söz etmeye karar verdim. Hayır, kedi ismi değil bunlar. Lütfen kedilerinize de bu isimleri vermeyin bence. Kediye insan ismi koyacaksanız dosdoğru milli ve yerli isimler seçin. Bu şekil isimlerden en sevdiğim isim de İdris’tir. Arkadaşım Süheyla’nın kedisinin adı. Yeni tanıştığımız zamanlarda, sohbetlerde adı geçen İdris’i Süheyla’nın kayınpederi zannetmiştim. Çünkü İdris’in bakım ihtiyacından, İdris’in yalnız bırakılamaması gibi mevzulardan söz ediliyordu. Yine de bir gaf yapmayayım diye, İdris’in kayınpeder olduğuna ilişkin kanaatimi kendime saklamıştım. Allah’tan yani...
Sonunda anladım ki bu İdris canlısı, bir kayınpeder olmadığı gibi, “Kedi İdris” lakaplı yaşlı bir akraba da değilmiş. Bildiğiniz kedi hayvanıymış kendisi. Kısacası, yerli ve milli isimlerden İdris, İzzet ve Basri olsun veya Yağmur, Mehveş ya da Ferhunde olsun, hepsini kedilerde gördüm.
Evet, ne diyordum? Gummi ve Kiddi birer kedi değil... Ayrıca şunu da söyleyeyim, bir gün bu kedi meselesine pis dalacağım. Şimdilik dalmamak için şahsımın yüzde ellisini bedenimde zor tutuyorum.
Gummi ve Kiddi’ye gelince, onlar iki kardeş. İki aksi persona. Grímur Hákonarson’un “İnatçılar” isimli filminin iki “karakteri”. Bir filme konu oldunuz diye “kahraman” olmuyorsunuz günümüz dünyasında. Onların da kahramanlıkla bir alakaları yok.
Filmlerin dünyasına açılmışken sıkı durun çok klişe bir şey söyleyeceğim: “Sinema, insanoğlunun başına gelen en güzel şeydir.” İsveç, İzlanda, Danimarka Finlandiya, Norveç filan gibi ülkelerin Kuzey sineması da bana kalırsa sinemanın başına gelen en güzel şey. Ayrıca Kuzey’in başarısı sinemayla sınırlı kalmıyor, televizyon dizileri de izleyiciyi kıskıvrak yakalayan bir kalite olarak dünyayı dolaşıyor.
“Bana kalırsa” diyerek, Kuzey sinemasına değer biçmeye girişmişken, neden bana kalması gerektiği konusundaki gerekçemi de açıklamam lazım sanırım. AYM kararını tanımayan mahkemelerin sunduğu gerekçeden daha anlamlı bir gerekçem var üstelik. Filmin iyisinden, mücevherin kıymetini bir bakışta anlayan kuyumcu kadar olmasa da epeyce anlarım. Daha beşinci dakikasında, “Bak bu film çok iyi” derim. “Güzel film” derim... Öyle de çıkar.
İzleyip etkilendiğim bir filmi de kısacık birkaç cümleyle anlatmaya göreyim, etrafımda müthiş bir izleme arzusu uyandırırım. Hayat işte yetenekleri böyle böyle pay etmiş. Vedat Milor yemekten, Nusr-Et yemeğe tuz fırlatmaktan, Demir Küçükaydın da siyasetten anlıyor. Filmler ve diziler felan da bana kalmasın mı? Kaldı sanırım ki, bir süredir Duvar’da filmleri ve dizileri hayata yedirerek yazıyorum böyle.
Yine Beştepe’ye bağladım olayı. Karşıma bir oda çıkınca az bi içeri bakayım sonra ana koridora dönerim diyorum, hooop bir de bakıyorum ki daha da arkada başka bir odaya düşmüşüm. Üstelik benim yazılar Beştepe’deki sarayın dehlizlerini mumla aratır.
Gelelim şimdi Gummi ile Kiddi’ye. Bunlar köylü. İzlanda’nın köylük yerlerinden. Köylü demişken, Kürtçe’de köylüye “gundi” derler. Frankfurt hayvanat bahçesinde bir canlının yanı başındaki tabelada “Gundi” yazdığını görünce, Alamancı bir görevlinin hayvancaaza kötü bir şakası sanmıştım önce. Fakat değilmiş. Gundi hayvanıymış kendisi. Sonra St. Wiki’ye bir sormuştum “Kimlerdendir bu Gundi” diye de Kuzey Afrika’dan, Ctenodactylus familyasından geldiğini öğrenmiştim. Aileye bu adı vermişler! Gundilerin dedeleri steno daktilo kullanıyormuşsa demek...
Evet Gummi ile Kiddi... “İnatçılar”. Nihayet geldim oraya. İzlanda buzuluna yapışıp kalmış iki kişilik bir aile dramı. Bir hüzün. Yazımın bundan sonrası filme ilişkin olarak tadınızı kaçırmayacak kadar bir spoiler içerecek. Söylemedi demeyin. Söylüyorum ama ben olsam ciddiye almazdım. Kuzeyin cennet sinemasının en güzel tarafı bu. Olaylar olayları takip etmiyor, gündelik durumsallıklar durumsallıkları takip ediyor çoğunlukla. Dagur Kári olsun, Baltasar Kormákur olsun, benim büyük aşkım Akiciğim olsun, hatta yenilerde Square ile birlikte bir filmini daha izlediğim Ruben Östlund olsun, istedikleri kadar başarılı olay örgüleştirmeler yapsınlar, ben de istediğim kadar onları size spoil edeyim, yine de bir gram bir şey eksilmiyor filmlerden. O kara kış sahnelerindeki mükemmel durumsallığın bir zerresi bile kaybolmuyor. Buz gibi sinema. Frigo buz.
Gummi ile Kiddi. İki kardeş 40 yıldır tek sözcük konuşmamış. Bildiğiniz “gundi aile” geçimsizliği işte. Anadan babadan kalma toprağı ikiye ayırmış, sırtlarını birbirine dönmüş, öylece yaşayıp gidiyorlar. Kırk yıl dile kolay. Koyun yetiştiriyorlar. Arada koçlar da var tabii. Besili koç yarışlarına katılıyorlar. Bir de Somi var; haberci köpek. Temkinli ve hesapçı Gummi çok mecbur kaldığında hırçın Kiddi’ye yazdığı notları Somi’nin ağzına sıkıştırarak gönderiyor.
Sonra işte bir felaket geliyor köyün başına. O karlı buzlu, Sarah Lund kazaklı ve kar kızaklı İzlanda kışının ortasına, tıpkı bizim Cebeci çukuruna, AdıBugünLazımOlmayan, the greatest evil ever known tarafından getirilen türden bir felaket bomba gibi düşüyor... Sakin, mutlu, umutlu İzlanda köylüsü bildiği tek işi, sahip olduğu tek şeyi bir gecede yitiriveriyor. Telefonlarına gece yarısı Whatsapp’lan bir KHK haberi inmiyor, hayır. Sanırım zaten oralarda çekmiyor ki hiç kimsede cep telefonu da yok. Onlara bulundukları yüksekliğe uygun olarak yukarıdan bir gazap iniyor.
Herkes felaket sonrası için yeni bir yol bulmaya gayret ediyor. Gummi ve Kiddi hariç. Onların bir yol bulabilme imkanı yok. Onlar dağ başında “peppo gibi yalnız” iki yaşlı adam... Peppo da kim derseniz, çabalarıma rağmen tam olarak doğrulayamasam da onun pepo, pepûk yani guguk kuşu olduğunu sanıyorum. “Peppo gibi yalnız olmak” Diyarbakır’da ve ayrıca Maden dolaylarında yapayalnız olmayı ifade etmek için kullanıldığını bildiğim ve aile arasında bizim de sık kullandığımız bir ifade. Buradaki yalnızlık ise Pepûk kuşu efsanesinden türüyor bence. Kardeşini katledenin / terk edenin ebedi yalnızlığı...
Peki “kardeşliği” çoktan terk etmiş Kiddi ve Gummi ne yapacak? Yolun sonu göründüğünde birbirlerine mi sığınacaklar, yoksa ne olacak? İzleyin bence. Çok güzel bir hikaye. Kuzey'in hikayelerinde hep umut var. Zalım umut...
Nedense izlerken Kiddi Kürt, Gummi ise Türk’müş gibi geldi bana. Gummi’ye demek istedim ki, “Hey Gummi, eğer bu Kürt kardeşinle yürüyecek bir yol, onunla konuşacak bir dil bulamazsan, ömrün boyunca da yanında kendinden, kendi gölgenden başkasını bulamazsın. İnsan kendi kendine dostluk edemez.”
Biraz Kuzeyli bir üslup mu oldu bu, bilmiyorum. Fakat yeni diller, yeni üsluplar denemek her zaman iyidir.