YAZARLAR

Bir kadın seçildiğinde… - II

Osmanlı’nın son dönemlerinde, dünya savaşında ve Milli Mücadelede onca etkin ve güçlü olan kadınların, kendilerinin bu hakları kazandığını devletin ve siyasetin erkek aklı bir türlü içine sindiremedi. Önce talepleri bastırıp o yıllarda CHP’den bile önce parti kuran Nezihe Muhittinleri ve sendikal faaliyetlere girişen Yaşar Neziheleri medeni ölüme mahkum etti.

Bir kadın seçildiğinde başına neler geldiğini görüyor, yaşıyoruz, bir haftadır. Önümüzdeki günlerde de bir kadının seçim başarısıyla siyasi dengelerin ne ölçüde etkileneceğini göreceğiz hep birlikte. CHP yönetimi, dirayetle Canan Kaftancıoğlu’nun arkasında durur, demokratik seçim kazanmış İstanbul İl Başkanını, AKP, MHP, Vatan Partisi ve parti içi muhalefetin yırtıcı iştahına kurban etmezse tabii.

Kadınların siyasi hak talepleri başladığından bu yana seçme hakkından ziyade seçilme hakkı rahatsız etti, erkek aklını. Kadınların, erkeklerle aynı ortamda, aynı düzlemde siyaset yapabilme ihtimalinden ürktü devlet aklı. Kadınların erkekleri seçmesinden daha çok, erkeklerin de kadınları seçebilme ihtimali rahatsız ediciydi. Siyasi tarihimizde ‘seçilmiş kadın’ korkusunun izini sürmek mümkün.

Mesela miladî 16 Mayıs 1924’e tekabül eden Rumî 16.3.1340 tarihli meclis görüşmelerini okuyarak bulabiliriz bu izlerden birisini. (T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ »-«» c: 7-1, 13.içtima s. 540-545)

Tarihi metinlerin lezzeti bir başka. Hele de yakın tarihte değişen dengelerle siyasi pozisyonlardaki farklılaşmalar gibi tartışmaların üslubunu, siyaset dilinin inceliğini görerek zamanın ruhunu kavramak da mümkün oluyor. Tabii aşağıda parçalar alıntılayacağım tutanağın Latinize edilmiş nüshasındaki kimi yanlışlıkları okurken tolore etmek de gerekiyor. 1924 anayasasının maddeleri mecliste görüşülürken kadınlara seçme hakkı tanıyan 10'uncu maddenin oybirliğiyle kabulünü görmek de çok keyifli:

“Madde 10. — Onsekiz yaşını ikmal eden her 

Türk mebusan intihabına iştirak etmek hak-

kını haizdir. 

REİS — Maddeyi aynen reyinize vaz'ediyo-

rum. Aynen kabul edenler lütfen el kaldırsın. 

Aksini reye vaz'ediyorum. Kabul etmiyenler 

lütfen el kaldırsın. Madde müttefikan kabul 

edilmiştir."

Evet, yanlış okumadınız. 1924 anayasası 10'uncu maddesinde “18 yaşını dolduran her Türk, milletvekili seçimlerine katılma hakkına sahiptir” hükmü getirilmiş. Ve milletvekilleri bu maddeyi oybirliğiyle kabul etmişlerdir. Tutanakta görüldüğü gibi hiçbir tartışma ve aksi görüş, itiraz beyanı yaşanmamış mecliste. Madde, encümenden (komisyon) geldiği şekliyle genel kurulda oybirliğiyle kabul edilerek, Türkiye’de kadınlara seçme hakkı 1924’de tanınmıştır, parlamentonun yazdığı anayasayla. Üstelik 1924 yılında seçme yaşının 18 olarak kararlaştırıldığını görmek de önemli. Elbette “her Türk” lafzı ve bu tanıma hiç itiraz olmayışı, bütün etnik kimliklerin Türk adı altında eritilmesi yönünde 2. Meclis'in oybirliğini de açıkça gösteriyor. Uluslaşma sürecinin kimlikleri yok edişinin tartışmasız benimsenişini konuşmak gerekir. Ancak bu yazının konusu açısından Türk lafzı içine kadının girip girmeyeceği yolundaki 11'inci madde tartışmalarını ele alacağım. Madde şöyle:

“Madde 11. — Otuz yaşını ikmal eden her 

Türk mebus intihabedilmek salâhiyetine haiz-

dir. 

REİS — Söz istiyen var mı?”

Sadece otuz yaşını doldurmuş olmayı yeter şart olarak gören 11'inci madde, yine, her Türk’e seçilme hakkı tanımış oluyor, encümenden gelen tasarıya göre. Ancak meclis başkanının tavrındaki değişiklik de bu maddede pek açık. Bir önceki seçme hakkına ilişkin maddeyi hemen oya sunmuş olan başkan seçilme hakkına sıra geldiğinde aynı şekilde derhal oylamaya geçirmemiş, genel kurulu. Belki salondaki kıpırtılar, itiraz halleri üzerine “söz istiyen var mı?” sorusunu yönelttiği düşünülebilir. Ancak tutanak yazım usulü açısından böyle bir hal yaşansa kayıtlara geçirilmiş olacağını biliriz. Dolayısıyla mahzuru yoksa amiyane tabirle “reis uyanmış ve uyarıyor” denilebilir. Soru üzerine alınan söz haklarını ve yaşanan tartışmayı tutanaktan takibe devam edelim:

“ŞEFİK B. (Bayezid) — Şimdi onuncu mad-

deyle kabul eidilen esasa güre, her Türk mebus 

intihabına iştirak hakkını haizdir. (Türk) lâf-

zının içinde kadınlar da mevcuttur. 

REFİK B. (Konya) — Onlar da olacaktır. 

ŞEFİK B. (Devamla) — Şu halde bunun 

için istisnai bir şey koymazsanız tabiî kaidınlar 

iştirak eder. 

FERİDUN FİKR B. (Dersim) ^- Zaten 

maksadımız oduir, kadınlar da rey verecektir. 

(Alkışlar)”

Dersim mebusu Feridun Fikri Beyin sözlerinin alkışlarla karşılanması, milletvekili çoğunluğunun bilinçli şekilde kadınlara seçme hakkı tanıdığını gösteriyor. Neyse ki itirazlar, 5'inci yüzyılda Vatikan ve geçen yıllarda Suudi Arabistan’da gerçekleşen “kadın insan mıdır?” sorusuna dönüşmüyor. Ancak bir önceki maddeyi oybirliğiyle kabul eden vekillerden bir kısmının zihnen, Türk isimlendirmesinin içine kadını dahil etmediği ve maddedeki ifadeyi değiştirme fikrini ancak seçilme hakkı karşılarına geldiği vakit akıl ettiği de ortada. Tartışmanın özeti mahiyetinde bir örnek yeterli olacaktır:

“AHMED SÜREYYA B. (Karesi) — Arka-

daşlar (Otuz yaşını ikmal eden her Türk me-

bus intilhabeidilmek hakkını haizdir) deyince, 

Şefik Bey biraderimizin buyurdukları (otuz 

yaşını ikmal eden her Türk) kelimesi içerisin-

de kadın da dâhil bulunduğundan bizde de bir 

Türk kadınının mebus intihabedilebilmesi mâna-

sı çıkar ve bu; memleket ve milletimiz için çok 

şayanı arzu ve çok şayanı temennidir. Ancak…”

Ancak dendikten sonra uzayıp giden ve pek çok vekilin daha söz aldığı tartışmalar, "anayasa mı kanuna uymalı, kanun mu anayasaya uymalı" şekline dönüşüyor. Mevcut seçim kanununa sığınıyor vekillerin bir kısmı ve anayasada hak tanınmış olmasına rağmen bir sonraki seçimde uygulanamayacağı tezine sarılıyorlar, Ahmet Süreyya Bey'in uzun konuşmasının sonunda söylediği gibi:

“Binaenaleyh bu maddeyle kadınların da 30 yaşında bulunduktan ve Türk sıfatını haiz olduktan sonra mebus intihabına iştirak edeceklerini ve buraya mebus olarak gelebileçeklerini kabul etmemiş olduğumuzu buraya kayıt ve tesbit ve işaret ediyorum.”

Bir örnek de karşı görüşten okumak iyi olabilir:

“RECEP B. (Kütahya) — Efendim, Süreyya Beyefendinin ifadelerinden (Türk tâbirinin şü- I mulü dâhilinde kadınların olmadığı anlaşılıyor. ve bu suretle nevama kadınların dâhil olmadığı gibi bir vaziyetin zapta geçmesi hâsıl oluyor. I Bundan evvelki maddede de bendeniz elimi kal- I dınrken kadınlar intihaba iştirak etmek hak- I kını haizdir kanaati mevcudolarak kabul etmiş I ve ona göre reyimi vermiştim. (Gürültüler) Mü- I saade buyurunuz kanaati âcizanemi sükûnetle I arz edeyim. Hattâ bu maddede dahi her Türk I tâbirindeki mutlakiyet mânayı, intihabedilmek I mevkiinde dahi Türk kadınlarının da bulunabileceği kanaati âcizasinde bulunuyorum… Binaenaleyh meselede hak vermek hukuku siyasiye vermek noktai nazarından değil, alelıtlak I dünyada mevcut hukukun en basiti ve en birincisi olan intihabetmek ve edilmek şıklarında I Türk kadınının da hakkı olduğunu ve bu hak- I kın Heyeti Oelilenizce teslim buyurulmak lâ- I zımgeldiği kanaatindeyim.”

Recep (Peker) Bey, kadının seçme seçilme hakkı lehinde oy verişinin gerekçelerini uzunca açıklayıp meclisin tümünü de bu yönde oy vermeye davet ettiği halde sözlerinin sonunda:

“(Nüfusu zükûr) tâbiri konmadıkça bu maddenin şümulüne kadınlar dâhildir.” şeklinde bir hatırlatmada bulunuyor.

Sonraki tartışmalarda Dersim mebusu Feridun Fikri Beyin Teşkilatı Esasiye Encümeninden (anayasa komisyonu) gelen maddenin aynen oya sunulması yönündeki teklifini başkan dikkate almıyor ve önergeleri okutarak teker teker oylatıyor. Madde lehine verilen önergelerden birisi de ünlü şairimiz Yahya Kemal’e ait. Yıllar boyu kimilerince “gerici” yaftasıyla anılan Yahya Kemal ile gene aynı kesimlerin “ilerici” tanımladığı, Kemalist rejimin taktisyenlerinden Celal Nuri’nin bu önerge aşamasında aldıkları pozisyonları görmek de “hakikat ve hafıza” açısında oldukça öğretici.

Önergelerden bu iki örneği bu neden aşağıya alıyorum:

“(Otuz yaşını ikmal eden, kadın ve erkek her Türk mebus intihabedilmek salâhiyetini haizdir) şeklinde tasrihini teklif ederim. Urfa Mubusu Yahya Kemal”

Önergenin kabul edilmediği ilan edildikten sonra alkışlar yükselince Recep Bey'in “kadınlara hak vermediniz bari alkışlamayın yahu!” demiş olmasını da tutanaklardan hoş bir detay olarak ilave edeyim.

Netice olarak sonradan İleri soyadını alacak olan Celal Nuri Bey'in önergesiyle “her erkek Türk” ifadesi, yine Feridun Beyin “ iltibas yaradır efendim, kadın Türk değil mi?” itirazına rağmen oya sunularak kabul ediliyor. Tabii bu sırada “sülüsan ekseriyet yoktur” şeklinde yükselen çoğunluk yeter sayısının bulunmadığı yönündeki itirazların da “vardır” sesleriyle bastırılmış olduğu görülüyor. Bunca gürültü patırtıdan sonra 1924 anayasasının 11'inci maddesi Celal Nuri Bey'in teklif ettiği gibi “otuz yaşını ikmal eden her erkek Türk, mebus intihap edilmek hakkını haizdir” şeklinde kesinleşmiş oldu.

Tutanakların büyüsüne kapılarak okuyucuya da aynı zevki tattırma gayretiyle çok uzattığımın farkındayım. Seçme hakkından daha çok seçilme hakkının itirazlara yol açtığını ortaya koymanın başka yolu yoktu, sanırım. Ve bu tartışmalar sırasında hiç "Kadınlar Halk Fırkası"ndan söz edilmeyişi de ayrıca ilginç. Biliyoruz ki 1923 yılı Ağustos sonlarında Nezihe Muhittin ve arkadaşları, partilerinin kuruluşunu bir dilekçeyle Dahiliye Vekaletine bildirmişlerdi. Yine biliyoruz ki bakanlık dokuz ay boyunca dilekçelerine cevap vermemişti. Anayasa tartışmaları sonrasında bakanlığın elinde beklettiği dilekçeye cevap de geldi. Cevap “kadınların seçme ve seçilme hakkı olmadığı” gerekçesiyle Kadınlar Halk Fırkasının kurulmasının ret edildiği yönündeydi.

1930’da yerel, 1934’te genel seçimler için kadınlara siyasal haklar tanındığına göre altı ile on yıl arasında nelerin değiştiğini, aynı Celal Nuri’nin bu defa kadınlar lehine karara destek verişinin arka planını merak etmemek imkânsız. Bu aşamada yeterli bilginin kaynaklarda açıklıkla yazılmayışı bizi feminist ve spekülatif yorumlara itiyor. Mesela “kontrol delisi” devlet aklının kadınları yönetip yönlendirebileceği zaman ancak siyasal hakları tanıdığını söyleyebiliriz.

Osmanlı’nın son dönemlerinde, dünya savaşında ve Milli Mücadelede onca etkin ve güçlü olan kadınların, kendilerinin bu hakları kazandığını devletin ve siyasetin erkek aklı bir türlü içine sindiremedi. Önce talepleri bastırıp o yıllarda CHP’den bile önce parti kuran Nezihe Muhittinleri ve sendikal faaliyetlere girişen Yaşar Neziheleri medeni ölüme mahkum etti. Haklarımız için emek sarf edip ömür tüketen kadınlara yapılan onca eziyet ve sosyal dışlamadan sonra tanınan haklar da lütfedilmiş ihsanlar gibi sunuldu topluma.

Canan Kaftancıoğlu’nun il başkanı seçilişi de lider veya parti ihsanıyla, kotayla filan değil kendisinin ve ekibinin azmiyle gerçekleştiğinden, erkek siyasetin eski reflekslerini canlandırdı muhtemelen. Siyasetin mevcut dengelerini nasıl değiştireceğini en çok hangi partileri etkileyeceği de başka yazıların konusu olsun.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.