Kürt 'Zeytin Dalı'nı görmesin mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ey HDP sokağa çıkarsanız biliniz ki güvenlik güçlerimiz ensenizdedir” demesi “düşman unsuru” anlamamız için biraz daha ipucu veriyor ve aslında bilinçaltını ortaya çıkarıveriyor: Bu harekat sadece bir örgüte karşı değil Orgeneral Hulusi Akar’ın kullandığı “dost ve kardeş bölge halkının” dışında kalanlara da karşı. Bunların başında Kürtler geliyor. Laik, yönetim yanlısı Sünniler, Şiiler ve Hıristiyanlar da “düşman unsurlara” eklenebilir.
Afrin’e yönelik harekatın sebepleri, şekli, kazanç/kayıp tartışmaları gırla gidiyor. Gazeteler ve haber siteleri günlerdir konuyu enine boyuna işliyor. Söz almak için kimsenin kimseden müsaade istemediği bu ortamda birbirinden aşırıp yazanlar, konuşanlar, fikir beyan eden uzmanlar o kadar çok ki “acaba gerçekten ne oluyor?” diye düşünenlerin vay haline!
Oysa olan biteni anlamak için onlarca tartışmayı izlemeye gerek yok. Resmi, gayrıresmi açıklamalarda kullanılan kelimelere / cümlelere bakınca tablo tüm çıplaklığıyla önümüzde duruyor.
Afrin’e yapılan harekatın adından başlamak lazım. Nefret dilinin en üst seviyelerde kullanıldığı, bombardımanın eşlik ettiği bir operasyona “zeytin dalı” adını vermek yeni Türkiye’nin alamet-i farikalarından biri olsa gerek.
Bombardımanlardan ve resmi açıklamalardan ilk olarak şunu anlıyoruz: “zeytin dalı” herkese uzatılmıyor. Her savaşta olduğu gibi bu savaşta da “dost” ve “düşman” unsurlar var yani.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın harekat ile ilgili açıklamasında “dost ve kardeş Suriye halkı” yerine “dost ve kardeş bölge halkı” ifadesini kullanması bilinçli bir tercih mi?
Buradan da anlıyoruz ki kendi toprağında operasyon yaptığımız ve başbakan Binali Yıldırım’ın “dolaylı olarak görüşüyoruz” dediği Suriye, Genelkurmay nezdinde muhatap değil. Akar da “dost ve kardeş halk” derken Kürtleri kastetmiş olamayacağına göre geriye ÖSO ve çevresi kalıyor.
Diğer yandan açıklamasında IŞİD, KCK, YPG gibi isimleri sayan Akar, El Nusra, Ahraruşşam, Türkistan İslam Partisi gibi isimleri anmıyor. Yine anlıyoruz ki bu örgütler Türkiye tarafından terörist ve/veya zararlı olarak görülmüyor. Türkiye topraklarından geçirilerek harekat bölgesine taşınan militanların ise “dost unsurlar” oldukları kesin.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ey HDP sokağa çıkarsanız biliniz ki güvenlik güçlerimiz ensenizdedir” demesi “düşman unsuru” anlamamız için biraz daha ipucu veriyor ve aslında bilinçaltını ortaya çıkarıveriyor: Bu harekat sadece bir örgüte karşı değil Orgeneral Hulusi Akar’ın kullandığı “dost ve kardeş bölge halkının” dışında kalanlara da karşı.
Bunların başında Kürtler geliyor. Laik, yönetim yanlısı Sünniler, Şiiler ve Hıristiyanlar da “düşman unsurlara” eklenebilir.
Hedef bu şekilde çerçevelendirilince içeride “meşruiyet sağlanmış” oluyor ama bu açıklamalar gerçekten neler olup bittiği konusunda fikir vermiyor.
Bu durumda tek cümle ile tarif edecek olursak Türkiye’nin Afrin’de yaptığı; “Suriye Kürtlerinin elde ettiği kazanımları ve bu kazanımların Türkiye’ye sirayet etme olasılığını bertaraf etmenin yanı sıra Suriye’de doğrudan ya da dolaylı olarak desteklenen ve / veya işbirliği yapılan örgütler vasıtasıyla elde edilen hakimiyet ve alanlarını kaybetmemek” cümlesi ile özetlenebilir.
Bütün bu gelişmeler -iktidar dikte etmediği için olsa gerek- kimse tarafından dile getirilmeyen yeni bir olguyu da ortaya çıkarıyor. İktidar, Suriye sınırları içinde bir ordu daha kuruyor. Bu ordunun temelleri elbette daha önce atıldı. Ancak artık tamamen Türkiye’ye bağlı ve gerektiğinde sınırlarımız içinde de kullanılabilecek bir militan güç var. Bu güç de Akar’ın çerçevesini çizdiği “dost kuvvetlere” dahil ve bundan sonra yıllar boyu kullanılabilecek bir unsur.
ULUSLARARASI BOYUT
Harekat ile birlikte Rusya – Türkiye – Suriye arasında pazarlıkların olduğu da iddia edildi. Bu pazarlıkların yapıldığı doğrudur. Ama anlaşma ile sonuçlandığını söylemek çok da gerçekçi olmayabilir.
Şu veriler ilgili tarafların pozisyonlarını daha net anlamamıza yardımcı olabilir:
Türkiye’nin Suriye’de tamamen temizlemeye çalıştığı tek unsur Kürtler. Kürtlerin dışında kalan örgütler ya işe yaradığı / yarayacağı için ya da ilgilendirmediği / Suriye yönetimine karşı savaştığı için Türkiye’nin hedefinde değil. Kaldı ki bunların önemli bir bölümü yukarıda çizmeye çalıştığımız çerçevede yeni ordu olarak hayatımızın bir parçası olmaya doğru gidiyor.
Türkiye diğer yandan bu unsurları siyasi pazarlık masalarına daha güçlü oturabilmek amacıyla muhafaza edecektir.
Suriye bir yandan Türkiye’nin müdahalesine razı değil ama diğer yandan Kürtlere de “ders verilmesine” de sessiz kalıyor. Son tahlilde Kürtlerin kendisine dönmesini istiyor ve bu gibi gelişmelerin Kürtleri buna zorlayacağını hesaplıyor.
Rusya’nın Kürtleri ve Türkleri değil ABD’yi suçlaması dikkat çekici. Rusya aslında Suriye’nin Idlib’te tam hakimiyet kurmasını ister ancak bu şartlarda bunun kolay olmadığının farkında. Diğer yandan Suriye gibi, “Kürtlerin ABD’den vazgeçmesi” beklentisi içinde. Bu nedenle Türkiye’nin harekatına aslında razı olmasa da bir yandan da “Kürtlerin gerçekler ile yüzleşmesini de” istiyor. Bunun yanında Moskova’dan Türkiye’nin “abartmaması gerektiği” açıklamalarını yakında duyarsak şaşırmayalım. Nitekim gelecekle ilgili kaygılar dile getirilmeye başlandı ve “toprak bütünlüğü” vurgusu yapıldı. Bunun Türkçesi şu: oradaki ÖSO unsurları ile yeni bir oluşuma gitme!
ABD “Afrin bizim alanımız” değil derken iki şeye vurgu yapmış oldu: bizim alanımız Rojava bölgesi ve bu bölgeye harekata izin vermeyiz. Bu açıklama ABD’nin derdinin Kürtler değil hakim olabileceği bir coğrafya olduğunu da gösteriyor. Öyle olmasaydı Afrin’deki Kürtleri de korumak için harekete geçerdi. Ancak Amerikalılar da Kürtlere “makul sınırlar içinde kalma” mesajı vermek istiyor olabilir.
Son dönemde Türkiye ile yakınlaşan İran ise operasyonun mümkün olan en kısa sürede bitirilmesi mesajı verdi. Kürtler İran’nın da umurunda değil. İran bu açıklama ile “Türkiye’nin Suriye’de kök salmasından endişe ediyoruz” demiş oldu.
MEDYANIN DİLİ
Başbakan Binali Yıldırım’ın medya patronları ve yöneticilerine “haberleri nasıl yapmaları gerektiğini” anlatmasına gerek var mıydı?
Yazılısı, görseli, işitseli, interneti ile medyamız zaten iktidarın istediğinden fazlasını yapıyor. 20 Temmuz (1974) Barış Harekatı’ndan bu yana yazılı basında birinci sayfalar sanırım ilk kez böyle çıktı.
Afrin’de sahadaki durum Türk medyasının yansıttığı gibi şenlikli mi? Sahadan gelen bilgiler öyle olmadığını düşündürüyor.
Bu arada biraz daha satmak, birkaç tık daha almak uğruna sergilenen savaş çığırtkanlığı halkı yanlış bilgilendirmekle kalmıyor aynı zamanda çok tehlikeli bir şekilde toplumsal ayrışmayı da hızlandırıyor.