N.A.
Bugün memleketin dört yanında ‘savaş karşıtları’ avına çıkan boğucu siyasal atmosfer, sanıldığı gibi bir ‘tek adam’ eseri değil, bir devlet geleneğinin devamıdır. 1990’da, “1 koyup 3 almak” hülyası gördükleri savaşa karşı çıkan çocukların üstünde tepinenler; bugünkü iktidar blokunun da müteahhitleridir. Aynı iktidar bloku devlete hâkimdir ve ‘bildiği gibi’ yapmaktadır.
1990…
Ağustos ayında Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak Kuveyt’i işgal etmiş ve aslında bu işgale ‘yol verdiği’ daha sonra anlaşılacak olan ABD bölgede savaş hazırlıklarına başlamıştı. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Irak’a saldırmaya hazırlanan ABD’yle birlikte savaşa katılmaktan yanaydı. Ülkedeki savaş karşıtı genel havayı dağıtabilmek için ise “1 koyup 3 alacağız” diyordu.
16 yaşındaki Pendik Lisesi öğrencisi Nermin Alkan 3 Ekim 1990 günü okulunun duvarına “Bu haksız savaşa hayır demek insanım diyen herkesin görevidir” yazılı bir afiş astı. İç duvarlarında dev harflerle “Yurtta sulh, cihanda sulh” yazmakta olan Pendik Lisesi’nin müdürü Süleyman Yolcu, ‘Savaşa Hayır’ diyen öğrencisini önce polise ihbar etti, ardından disiplin kurulu kararıyla okuldan attırdı. Nermin Alkan ertesi gün evinde ‘yakalandı’ ve 9 gün gözaltında tutulduktan sonra çıkarıldığı Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından tutuklandı. Nermin’in İstanbul Gayrettepe’deki ünlü işkence makamı Terörle Mücadele Şubesi’nde tutulduğu 9 gün içinde savcı iddianameyi hazırlamıştı ve çocuğun 20 yıla kadar hapsini istiyordu.
Nermin 18 yaşından küçük olduğu için, kendisiyle ilgili haberlerde “N.A.” olarak anılıyordu. Liseli N.A., 1990 Türkiyesi’nde savaş karşıtı bir simgeye dönüştü. Lise öğrencileri olarak, bulabildiğimiz her şeyle, okullarımızın duvarlarına “Savaşa Hayır” yazmaya başladık. Doktorlar muayenehanelerine, muhasebeciler ofislerine, işçiler fabrikalarına savaşa hayır afişleri astılar. Bu yüzden peş peşe başka tutuklamalar geldi. Dönemin hükümeti, savaşı savunmaya kararlıydı.
Lise öğrencisi ‘N.A.’nın, savaşa hayır dediği için tutuklanması o dönem Meclis gündemine de geldi.
23 Ekim 1990 günü Kars milletvekili Mahmut Alınak gündem dışı söz alarak şunları söyledi:
“Sayın Özal savaş istiyor diye, 55 milyon insanın da koro halinde savaş çığlıkları atması isteniyor. Savaşa karşı çıkanlar ya da gösteri yapanlar tartaklanıyor, dövülüyor, gözaltına alınıyor, cezaevlerine atılıyorlar, işte, N.A. isimli 16 yaşındaki lise öğrencisi kız çocuğunun başına gelenler... Daha, bir çocuk... Savaş, küçücük yüreğinde büyük korkular yaratmış. Savaş çıksın istemiyor ve ‘Savaşa hayır’ diyor; ama hiç beklemediği bir tepki alıyor. Devlet, polisiyle bu küçücük çocuğun yakasına yapışıyor ve N.A, bilindiği gibi, cezaevine atılıyor (…) ‘Savaşa karşıyım’ diyen çocukları bile cezaevlerine atan, işkenceyi kurumlaştıran, köy ve orman yakan bu anlayışın terör ile de mücadelede samimi ve başarılı olacağına inanmak mümkün değildir.”
Bunun üzerine hükümet adına bugünkü başbakan yardımcılığına tekabül eden pozisyonuyla bir devlet bakanı söz aldı ve söyledikleri TBMM tutanaklarına şöyle geçti:
“Sayın Alınak'ın kürsüye getirdiği konu, aslında çarpıtılmış bir konudur. Tutuklanmalar ve hakkında dava açılmalar, ‘Savaşa hayır’ dedikleri için değil, halen meri mevzuatı ihlal ettikleri içindir (…) Liseli genç dediği, dersleriyle uğraşmıyor; uğraştığı konular, hep izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak, lisenin duvarlarına yazı yazmak, okula giden çocuklara Türkiye'nin birliği ile bütünlüğü ile alakalı konularda bildiri dağıtmak... Herhalde, bir lise talebesinin yapması gereken hususlar bunlar değildir. (…) Bu terbiyeyi bu memlekette gerçekleştiremezsek, o takdirde, demokrasi adına söylenen sözlerin hepsi, demokrasinin istismarından başka bir şey değildir. (ANAP sıralarından ‘Bravo’ sesleri, alkışlar)…”
Henüz 16 yaşında bir çocuğu ‘izinsiz toplantı yaptığı’ ve ‘bildiri dağıttığı’ için tutuklamayı hak gören, bütün memlekete bu ‘terbiyeyi’ getireceğini söyleyen bakan tanıdık bir isimdi: Cemil Çiçek.
2001’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşuna katılacak, 2002-2007 arasında Adalet Bakanı, 2007-2011 arasında Başbakan Yardımcısı ve 2011-2015 arasında Meclis Başkanı olarak en üst düzey görevlerde bulunacaktı. “AB kriterleri”, “askeri vesayetle mücadele”, “ileri demokrasi” gibi parolalarla Türkiye’ye bol bol ‘demokrasi’ vaaz edilen dönemin önemli isimlerinden biriydi ve bu etkileyici ‘demokratlık serüveni’ istikrarını hiç bozmadı: 16 Nisan referandumunda ‘Türk tipi başkanlık’ sistemini destekliyordu.
Ama biz şimdi 1990’a dönelim.
O günlerde, SHP İzmir milletvekili Neccar Turhan da N.A.’nın tutuklanmasıyla ilgili bir soru önergesi vermişti. Dönemin İçişleri Bakanı, 14 Kasım 1990 günü bu önergeyi şöyle cevapladı:
“Karton afişi asarken yakalanan Nermin Alkan ile ilgili incelemede; yasadışı örgütün Pendik Lisesi sorumlusu olduğunu ve örgütün üst düzey sorumlusu Bünyamin Yücel'den aldığı talimatla hareket ettiğini beyan etmiştir.”
Henüz 16 yaşında olan Nermin Alkan, Gayrettepe’de gördüğü işkenceye rağmen böyle bir ‘beyanda’ bulunmamıştır oysa.
Peki bir çocuğun tutuklanmasını bu ‘olmayan beyan’ ile mazur göstermeye çalışan dönemin içişleri bakanı kimdir?
Abdülkadir Aksu’dur…
O da 2001’de AKP’nin kurucuları arasında yer alacak, 2002’de kurulan ilk AKP hükümetinde yine İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturacak ve 2007’ye kadar da görevde kalacaktır.
Görüldüğü gibi, 1990’da “1 koyup 3 almak” hülyasıyla katılmak istedikleri savaşın haksızlığını, bunu dile getiren 16 yaşındaki çocukların üstünde tepinerek unutturmaya çalışan kadrolar; 12 yıl sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi, “yenilik”, “yenilikçilik”, “Türkiye’yi demokrasiye taşımak” gibi iddialarla yeni bir iktidar blokunun kuruluşuna müteahhitlik edebilmişlerdir. Bugün memleketin dört yanında ‘savaş karşıtları’ avına çıkan boğucu siyasal atmosfer, sanıldığı gibi bir ‘tek adam’ eseri değil, bir devlet geleneğinin devamıdır. Aynı iktidar bloku devlete hakimdir ve ‘bildiği gibi’ yapmaktadır.
* * *
Nermin Alkan tutuklandıktan 4 ay, ABD’nin Irak’a yönelik saldırıları bittikten, bir hafta sonra, 1991 Mart’ında tahliye oldu. Pendik sınırlarında okuması yasaklanmıştı. Kaydı Kadıköy’deki bir okula yapıldı. Okulun adı ‘Kenan Evren Lisesi'ydi! Nermin üniversiteye gitti ve öğretmen oldu. Onun bir çocukken tutuklanmasını haklı göstermeye çalışan iktidar yetkililerinin, Türkiye’ye ‘yeni umutlar’ satmaya başladığı 2002’de, 12 yıl önce kolundan tutulup atıldığı Pendik Lisesi’nin kapısından öğretmen olarak girdi.
Ve Özal, değil “1 koyup 3 almak”, “3 koyup 1 bile alamadı”. Bir yıl sonra, 1991’de yapılan seçimleri “demokrasi ve şeffaflık” vaat eden DYP ve SHP karşısında kaybetti. İktidardaki partisi ANAP, güneşe konmuş bir kartopu gibi eridi ve sonunda çamurlu bir su gibi siyasi tarihin mazgalına akıp gitti.
Savaş karşıtlarını tutuklama gayretkeşlerinin ve bu kirli bulanık hava donup kalacakmış da memleket hakikati söylemeye cesaret edenlerin sesini hiç duymayacakmış gibi, açıktan dan dan ya da utanarak yan yan harp cephesine yanlayanların hisse alması gereken kıssa, bilgisayar oyunlarını savaş diye yutan/yutturan, cephedeki askere savaş mönüsü hazırlayanların değil, 16 yaşındaki ‘N.A’nın kıssasıdır… Alıp almamayı kendileri bilir.
Hakkı Özdal Kimdir?
1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.
Türkiye’nin ‘anlık’ görüntüsü: Xiaomi-Salcomp’ta sendika direnişi 17 Eylül 2021
Menderes’in elini yakan büst 10 Eylül 2021
28 Şubat ‘intikamı’: Güç değil, zayıflık alameti 24 Ağustos 2021
Köylüler ve ‘beyaz etçi’ler: Halk ve sermaye 06 Ağustos 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI