Hayal mi gerçek mi? Enes Batur ve Kelebekler
“Size de çıkabilir çocuklar!” Film bu hayali pazarlıyor işte, sayısız filmin, dizinin yaptığını biraz daha basitinden yaparak… Hayalsizliği daha doğrusu… İşin fena kısmı da o. Yaklaşık iki saatlik filmde arkadaşlarla keyifli zaman geçirmek, artık ezik olmamak, ünlü olup havuzlu evde oturmak dışında sunulan bir tek hayal yok!
Kapşonum kafamdaydı, bir güneş gözlüklerim eksikti. Sağı solu kolaçan ederek gişe görevlisine filmin adını fısıldadım. Görevli duymayıp, “HANGİSİ DEDİNİZ, ENES BATUR MU?” diye sorunca uzun bilet kuyruğu topluca bize döndü.
En bilgece olduğunu umduğum gülümsememi takınıp “Evet, yazacağım da…” diye gereksiz bir açıklama yaptım. Tıkış tıkış Cumartesi AVM’sinde akıl sağlığını korumak için otomatiğe bağlamış görevlinin de çok umurundaydı. Sıradaki.
Patlamış mısır hışırtısı ve çocuk sesleri, üç salonu doldurmaya yetecek düzeydeydi. 27 dakika süren reklamları izlerken, yanımda oturan Mert Fırat’ın küçüklüğü, bir türlü açamadığım dondurmayı elimden kapıp pıt diye açtı. “Sağ ol yakışıklı,” deyince de eyvallah manasında çapkınca gülümsedi. Büyüyünce çok canlar yakacaktı.
Film nihayet başladığında cep telefonumu çantama koyacakken içimden “ne lüzum var yea, altı üstü Enes Batur filmi…” diye bir ses yükselince irkildim. Vay be, toplumsal ikiyüzlülükten, ‘adamına göre muamele’ arızasından tam muaf değiliz demek hiçbirimiz.
Sinemada cep telefonu kullanımını doğru bulmuyorsan perdedeki Tarkovsky de olsa, Enes Batur da, kullanmayacaksın! Hemen kendime gelip telefonu çantama tıkarken yanımdaki etkileyici miniğin ‘aramızda’ gibisinden göz kırptığına yemin edebilirim. Onluk velet beni avcuna almak üzereydi! Bir Mert Fırat böyle böyle yetişiyor işte.
İtiraf etmeliyim ki başlarda ara ara eğlendim. Çünkü filme dair beklentim eksi kırklardaydı, ne gelse kârdı. Değişik ortam sevmek gibi bir rutin kırma zaafım da vardır. Küçük MF’nin uzattığı mısıra yanımdaki rahatsız olur diye düşünmeden foşur foşur el daldırmanın rahatlatıcı bir yanı vardı.
Tabii gevşemek de bir yere kadar. O “ailecek tombala oynamak gibi, ay ne tatlı!” hissim uzun sürmedi. İlk yirmi dakikadan sonra film yer yer öyle sıkıcılaştı ki yazacak olmasam duramayabilirdim.
Konuyu biliyorsunuzdur. Enes Batur isminden çoğumuz, Pantene Altın Kelebek Ödülleri’nde aldığı “en iyi yuğtubır” ödülüyle haberdar olduk. Ertesi gün epey bir “Enis/Enes Batur” esprisi dönmüştü. Türkçe’nin en iyi kalemlerinden birini muhtemelen hiç tanımayacak olan yeni nesiller bu, neredeyse adaşı ergencağızda hayatın amacını arıyordu, vay başımıza gelenlerdi… Vasatlığın kültürle böyle bir toslaşması hayatın tatsız bir şakası değilse neydi?
Sonra Youtube’a koyduğu bazı videoların uygunsuz içeriği nedeniyle Enes’in ödülü elinden alındı. Devamındaki gelişmelere tam hakim değilim. Filmden gördüğüm kadarıyla Enes Batur’u anlatayım.
Enes bildiğin, komşu oğlu. Her lisede bir sürü örneğine rastlayacağın, iyi kalpli ezik çocuk. Hayalleri aylarca biriktirdiği parayla yeni mouse, monitör almaktan ibaret. İçeceği üçüncü gazozun parasını hesap etmek zorunda kalan memur çocuğu. Bu kısım önemli. Yoksulluğun getirebileceği hayat deneyimlerinin indirimli bitirimlik ‘avantajlarından’ da yoksun. Kafasına vur, ekmeğini al cinsinden bir çocuk.
Aşık olduğu, sınıfın havalı kızı, arkadaşlarıyla beleş sinemaya gitmek için Enesciği bozuk para gibi harcamakta tereddüt etmiyor. Baba sürekli şehir dışı görevde. Gün aşırı nöbette olduğu için yorgun ama sevecen (filmin inandırıcılık standartlarının çok üstünde bir Ceyda Düvenci) annesi dışında pek kimsesi yok. Doğum günü partisine pasta yiyici iki ‘ezik’ çocuktan başka kimse gelmiyor.
Özetle, içe dokunmama, özdeşleşmeme ihtimali yok çocuklu-yetişkinli geniş bir kesimin bu hikayeyle. Dünyanın en risksiz hikayesi.
Enes Batur az kişiye armağan bir “sıfır pırıltıyla sevimlilik” avantajına sahip üstelik. Karizması aşırı sıradanlığında! Adam Sandler’ı, komedi film ve dizilerinde ‘sıradan adam’ı özdeşleşilmeye müsait bir başarıyla canlandıran tüm aktörleri düşünün. Kendi dışında bir şeyi oynayamayacak olması hariç, o kontenjandan işte Enes de. Hemen bir aşinalık hissi yaratıyor. O kondurma sivilceleri, diş telleriyle falan bağrınıza basmak istiyorsunuz.
Sonrası giderek inandırıcılığını yitiren, haşarı bile olmayan bir başarı hikayesi. Odasında çektiği videolar YouTube’da milyonlarca tık alınca Enes’in şöhreti giderek büyüyor. Okuldaki kötü çocuklardan bir güzel intikam alıyor, aşkı buluyor, parayı buluyor, yolunu kaybedip sonra tekrar buluyor falan işte.
Kamil Çetin’in yönettiği film, Enes’in bıdıcık hayatının gerçek hikayesi olma iddiasındaysa da o kadar basit, kağıt üstü çocuk tavlamacı bir düzenle ilerliyor ki bir noktadan sonra en ilkel cinsinden bir zevk almak bile pek mümkün değil…
Sorun da değil, hedef sen ben değiliz, yanımda oturan ondalık kesir zaten. Onlar da bundan iyisini izlemiştir kesin. Yine de Enes abilerini çok seviyorlar çünkü oturdukları yerden zengin, ünlü, herkesin sevgilisi olma cazip fikri sunuluyor. Sınav ve türlü proje etkinlik peşinde koşturmaktan bitap düşmüş, eğlencesi de tıkış tıkış AVM’lerde karbonhidrat tüketmekten ibaret bir nesil için, güzel hayal.
“Size de çıkabilir çocuklar!” Film bu hayali pazarlıyor işte, sayısız filmin, dizinin yaptığını biraz daha basitinden yaparak…
Hayalsizliği daha doğrusu… İşin fena kısmı da o. Yaklaşık iki saatlik filmde arkadaşlarla keyifli zaman geçirmek, artık ezik olmamak, ünlü olup havuzlu evde oturmak dışında sunulan bir tek hayal yok! Filmlere, romanlara, hayali kahramanlara gönderme bile yok doğru dürüst. İnsanlığa tırnak ucu kadar hayrım dokunsun, gidilmemiş şu yoldan gideyim gibi bir ideal yok. Mukavva gibi tatsız, hayalsiz bir hayat tasarımı, sunulan…
Üstelik gerçekleşmesi de çoook zayıf ihtimal. YouTube’a her gün düşen binlerce videodan ancak birkaçı bu kadar ilgi görüyor. Mad Men’de bir söz vardı: “Her küçük kız, istediği her şeyi yapamaz. Dünya bu kadar çok balerini kaldıramaz.” O hesap işte. Dünyada bu kadar çok Enes Batur’a yer yok. Piyango o.
Ne sıkça şikayet konusu edilen vasatlığı (vasatlık her yerde… boğamıza kadar vasata battık) ne zekadan yoksunluğu, aksine bu cinfikirliliği Enes Batur filmini ‘tehlikeli’ kılan, bence.
Hayatta en değerli şey, ‘insanı yetiştiren şey’ nedir diye sorulacak olsa, yataktan heyecanla kaldıran bir hayaldir derim… O hayal YouTuberlık, ‘ünlülük’ gibi piyangodan işler olmasın da, ne olursa olsun…
Nesli tükenmekte olan bir kuşun peşine düşmek mesela, mavi cennet kuşunu merak etmek, hayalsizlikten çok daha iyidir. Kimseyi ünlü, zengin etmez ama dünyada kimseye hesabını vermek zorunda kalmadığınız bir sırrın sahibi olursunuz. O sır, dünyanızı zenginleştirir. Ancak bir hayaliniz varsa, özgür olursunuz.
“Hayal mi gerçek mi” denince Enes Batur değil Tolga Karaçelik geliyor benim aklıma…
Kültür Bakanlığı’nın desteklemeye değer görmediği, yatırımcı bulamadığı için internetten bağış toplayarak çektiği filmi “Kelebekler”le Sundance’te en iyi film ödülüne denk gelen Büyük Jüri Özel Ödülü’nü olan Tolga Karaçelik…
Öğüt değil, dostane tavsiye kontenjanından bu son kısım, bu yazıyla karşılaşma ihtimali olan en genç okurlara gelsin…
Şu fotoğrafa bir bakın. Buradaki hak edilmiş sevincin coşkusuna bakın. Kantindeki kötü çocuğu alt etmekten, sınıfın en güzeli/ yakışıklısıyla çıkmaktan falan çok daha havalı değil mi ya?
Hayalin tadına varın. Hayalleriniz için destek falan da beklemeyin. Hevesinizi kimselerin kırmasına izin vermeyin yeter. Hevesiniz değil hatta, tutkunuz olsun. Gerçek bir tutkuyu kimse insanın içinden sökemez. Hayal etmekle kalmayın, hayalin kendisi olun. ‘Kelebekler özgürdür’…
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI