YAZARLAR

Afrin aynasında İdlib ve Rus ruleti

Plan bu ya da artık ‘buydu’ demek lazım. İdlib’i kimin nasıl kontrol ettiğini bilenler bu plana bakıp büyük bir kahkaha atabilirler ya da Rus lider Vladimir Putin’in yüzündeki ‘hınzır’ gülüşüne dikkat kesilebilirler.

İdlib’de cehennemin kapıları açıldı. Türkiye Afrin sarmalındayken başka bir cepheden savaş üzerimize üzerimize geliyor.

Malum hükümet bütün başarısızlıklara rağmen Suriye’de oyunda kalmak, Kürt bölgelerine müdahale için zemin yakalamak ve Esad yönetimine karşı savaşan örgütlerin sahadan tamamen silinmesini önlemek için Rusya’nın Astana sürecinde ‘gerilimi azaltma bölgeleri’ oluşturma planına ortak oldu. Bir bakıma mecburdu ama bunu yaparken ‘oyunbozan’ kapasitesini kullanarak süreci kendine yontmaya da çalıştı. Ruslar da Ankara’nın yoğurdu kendi tarzıyla yemesine kerhen rıza gösterdi. Nedeni basitti; Suriye’de silahlı gruplar üzerindeki etkisi ve isyanı besleyen lojistik kanal olması hasebiyle görmezden gelemediği Türkiye’yi kendi çıkış stratejisine ortak etmesi gerekiyordu. Küresel çerçevede Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırmak için yakaladığı fırsatı kaçırmak istemiyordu. Ve tabii ekonomik alanda stratejik yatırımlardaki işbirliğini sürdürmesi gerekiyordu.

Netameli Rus-Türk ortaklığının en kritik boyutunu Doğu Halep’teki silahlı grupların tahliyesinden sonra İdlib’de ‘seçici’ çatışmasızlık rejimine geçilmesi oluşturuyor. Tam olarak ateşin kesilmesini öngörmediği için dört bölgede hayata geçirilecek bu plana ‘gerilimi azaltma bölgeleri’ denildi.

Geçen yıl Astana’daki görüşmelerin yedinci turundan çıkan mutabakata göre İdlib üç etki alanına bölünüyordu.

Muhalif kaynakların verdiği bilgilere göre, kuzeyden güneye inen tarihi demiryolunun doğusu ‘birinci bölge’ olarak Rusların denetimine bırakılıyordu. Burası İdlib’in doğusuna ilaveten Halep’in güneybatısı ve Hama’nın kuzeyinden parçalar içeriyordu. Birinci bölge silahlı gruplardan arındırılacak ve ‘askersizleştirilmiş bölge’ olarak Rusya’nın gözetimine bırakılacaktı. Ruslar güvenliği temin ederken yereldeki sivil idarelere dokunmayacaktı. Şam-Halep uluslararası otoyolunun batısı Türkiye’nin gözetiminde olacaktı. Türkiye’nin desteklediği örgütler de siyasi çözüme kadar burada konuşlanacaktı. Buranın adı ‘üçüncü bölge’ idi. Demiryolu ile otoyol arasında kalan orta kısım ise ‘ikinci bölge’ olarak planın ‘cehennem’ kısmına tekabül ediyordu. Ateşkes dışı tutulan El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi’nin (Şam’ın Fethi) başını çektiği Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) bu bölgeye hapsedilmesi hedefleniyordu. Plan bu ya da artık ‘buydu’ demek lazım.

İdlib’i kimin nasıl kontrol ettiğini bilenler bu plana bakıp büyük bir kahkaha atabilirler ya da Rus lider Vladimir Putin’in yüzündeki ‘hınzır’ gülüşüne dikkat kesilebilirler.

***

Türkiye nüfuz edebileceği örgütleri hizaya sokabileceğini ve hedefteki örgüt HTŞ’yle uzlaşarak bir yol bulacağını düşündü. Hakikaten de “El Kaide ile birlikte çalışıyor” suçlamasına aldırmadan HTŞ ile anlaşarak İdlib’e girdi. Ama bu giriş plandaki gibi değildi. Rusya bunu da dert etmedi. HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani 17 Ocak’ta yayımlanan ses kaydında Türkiye ile neden anlaştıklarına açıklık getiriyordu:

“Astana anlaşması, batı bölgesinde Türk askerlerinin kontrol noktaları kurmasını içeriyordu. Biz bu girişimi de reddettik. Çünkü bu yerlerin daha sonra rejime teslim edilmeyeceğine dair bir garanti yoktu… Ardından gerilimin maliyetini en aza indirecek ve Müslümanlara vereceği zararı önlemek amacıyla Türkiye ile bir formül bulma yolunu seçtik. Bu gelişme Türkiye'nin İdlib'e girmesini ve bizimle savaşmasını isteyen rejim ve müttefiklerini çileden çıkardı.”

Başka HTŞ kaynaklarından bilgiler ışığında çıkan sonuç şuydu: HTŞ’nin kontrolüne son verilmemesi ya da hedef alınmaması koşuluyla Türk ordusunun gözlem noktası kurmasına izin verildi.

Halbuki Astana mutabakatı IŞİD, Nusra ve bunlarla bağlantılı örgütlerle savaşın sürmesini öngörüyor.

Rusların aklında HTŞ’yi Şam-Halep otoyolu ile demiryolu arasına sıkıştırmak, diğer iki bölgede çatışma potansiyelini düşürdükten sonra buranın da icabına bakmak var ya da vardı.

***

İdlib’in TSK’nin nüfuz alanına sokulması Türkiye’nin omuzlarına sadece ‘imkânsız’ bir görev bırakmadı, aynı zamanda bu bölgeden Rus ya da Suriye güçlerine yapılacak saldırıların sorumluluğunu da yüklemiş oldu. 31 Aralık ve 5 Ocak’ta Hmeymim Üssü’ne düzenlenen saldırılardan sonra Rus basını Türkiye’yi parmakla gösterdi, Rus güçleri de elde ettikleri psikolojik avantajla Hama’nın kuzeyinden İdlib’e doğru başlayan harekâtın şiddetini artırdı. Son olarak 3 Şubat’ta Sukhoi Su-25 tipi uçağın Serakıp’ta düşürülmesinin ardından yine Rus medyası saldırıda kullanılan roketin (MANPADS) Türkiye’den sokulmuş olabileceğini iddia etti. Rus ordusu da İdlib’i cehenneme çeviren jetlerin dizginlerini iyice çözdü. Türkiye’nin 24 Kasım 2015’te Rus uçağını düşürmesi de Ankara’nın Suriye politikasında Rusların istediği kırılmayı sağlayan ilk hataydı. Suriye’de Türkiye’nin hanesine yazılan her gelişme, Ankara’yı daha fazla Ruslarla işbirliğine mecbur eden sonuçlar üretiyor.

Afrin aynasına bakarken görüntüye İdlib’in girmesi Rusların satranç tahtasındaki hamlelerine uygun gelişiyor.

***

Ankara’nın Ruslarla işbirliğinin sunduğu manevra alanında araya sıkıştırdığı kendi stratejisine gelirsek:

İdlib’e gözlemci yerleştirme planında yaptığı ilk şey Afrin’e müdahale için Seman Kalesi ve Dar’et İzze taraflarına asker konuşlandırmak oldu. Bu, HTŞ dahil YPG ile husumet içindeki diğer örgütlerin de işine gelen bir hamleydi. İkincisine bugünlerde şahit oluyoruz. Türk askeri konvoyu dün Tel el Is bölgesine yerleşmek üzere ikinci hamlesini yaptı. 29 Ocak’taki ilk hamle Suriye güçlerinin askeri konvoyun bölgeye intikalini önleyecek şekilde yaptığı bombardıman yüzünden başarısız olmuştu. Burada kritik olan şudur:

Suriye ordusu ve İran’la ilintili müttefik güçler, Rusya’nın hava desteğiyle 26 Aralık’tan bu yana süren operasyonlarla gerilimi düşürme planındaki birinci bölgeyi Türkiye destekli örgütlerin elinden aldı. Geriye Rakka ve Deyr el Zor’daki hezimetten sonra Hama kırsalında temerküz eden IŞİD’in elindeki kuşatılmış küçük bir yer kaldı. Demiryolundan uluslararası otoyoluna doğru ikinci bölgede ilerleyen Suriye ordusu ve müttefikleri, Türkiye’nin nüfuz alanının başladığı yere epey yaklaştı. Harekatın görünürdeki hedefi Serakıb, 15 kilometre ötede. Bu bölgede HTŞ’nin yanı sıra Türkiye’nin desteklediği örgütler de etkili. TSK’nin konuşlanmaya çalıştığı Tel el Is da sıcak bölgenin hemen önünde. Üstelik Astana mutabakatıyla çizilen üçüncü bölge sınırının epey ötesinde. Tabi sınırlarla ilgili Ruslarla tam olarak ne konuşulduğunu ve Türkiye’nin ne ölçüde mutabakatla hareket ettiğini bilmiyoruz. Bu belirsizlik önemli bir risk faktörü.

İkinci önemli husus, Türkiye’nin telkinleriyle çatışmasızlık rejiminde kendilerinden işbirliği beklenen örgütler, TSK’nin ilerlediği hatlarda Suriye ordusuna karşı şiddetli bir direniş gösteriyor.

Ordunun Ebu Zuhur Üssü’nü ele geçirdiği hamleye karşı Özgür Suriye Ordusu bileşenlerinin de yer aldığı ama selefi-cihatçıların baskın olduğu bir koalisyon 11 Ocak’ta karşı hamle başlattı. Suriye ordusuna epey kayıp verdirten bu hamlenin ortakları şunlar:

Ceyş el Nasır, Feylak el Şam, Ceyş el Nihbe, Özgür İdlib Ordusu, Ceyş el Sani, Ceyş el Ahrar, Ceyş el İzze, Nureddin Zenki Hareketi, Ahrar el Şam. Bu cepheyle kavgalı olsalar da ortak düşmana karşı aynı safta yer alan 5 örgüt daha var: HTŞ, Türkistan İslami Partisi (TİP) ve Ketaib İmam Buhari, Ceyş el Badiye ve Cund el Melahim. HTŞ, El Kaide’nin Suriye uzantısı Nusra ve müttefiklerinden oluşuyor.

Savaşkanlığı ile öne çıkan TİP, El Kaide ve Taliban’la ilintili Uygurların kurduğu bir örgüt.

Ketaib İmam Buhari ise Taliban’a biatlı olan Özbeklerin örgütü. Hele son ikisi tamamen hariçten gelen cihatçılardan oluşuyor.

Ceyş el Badiye de El Kaide destekçisi bir örgüt.

Manzara buyken Türkiye güya ‘çatışmasızlık rejimi’ için bölgeye asker sokuyor. Koalisyonda yer alan örgütlerin bazıları Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı’nda ortak. Suriye ordusunu durdurmaya yönelik son karşı saldırılarda Türkiye’nin birkaç ay önce Atarib’de Fırat Kalkanı yedeğindeki güçlere verdiği zırhlı araçlar kullanıldı. Zeytin Dalı’nda adı öne çıkan Feylak eş Şam dışında Ceyş el Sani ve Ceyş el Nasır da Türkiye’nin temin ettiği araçların görüntülerini yayınladı.

Bu grupların arka planlarına dair sakıncalı boyutların ötesinde İdlib’de kaçınılmaz son yaklaşıyor. Son perde Aralık'ta açıldı. Suriye ordusunun Ebu Zuhur’u aldıktan sonra duracağına dair beklentinin aksine harekâtta bir duraksama olmadı. Şimdi deniliyor ki Rusya ve Suriye ordusu Şam-Halep uluslararası otoyolunu tamamen temizledikten sonra operasyona ara verilebilir. Fakat bu yol üzerinde üç kritik kasaba var: Serakıb, Maarat el Numan ve Han Şeyhun. Bu üç yer silahlı grupların elindeyken bu yolun güvenliği sağlanamaz. Haliyle operasyonların duracağı öngörüsü de boş.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.