Özgürlüğü denetleme (boğma) kolektifi
Devletler kitle iletişim alanlarının kontrollerinde olmasını istiyor. Otoriter, totaliter eğilimli iktidarlar ise bu konuda çok daha hassas ve ısrarcı. Her iş için olduğu gibi, yayın için de "gelip kayıt yaptıracaksın, kim olduğunu bileceğim", yani "benim otoritemi kabul edeceksin", sonra da kendi ayağınla geldiğin için verilen "bu iznin sınırları içinde kalmaya gönüllü olacaksın", yani "benim sansürümden önce sen otosansür işleteceksin" diyorlar.
Geçen haftaki yazı, Afrin gündeminin çeşitli nedenlerle ve daha çok da böyle tercih edileceği için uzayacağını, uzama dolayısıyla da gerilimin, kutuplaştırmanın, muhalefete dönük baskıların artması gibi sonuçları olacağı öngörüsüyle bitiyordu. Bir haftadır yaşananlar, başka bir şey beklemenin anlamsız olduğunu gösterdi. Türk Tabibleri Birliği üzerinden başlatılan baskı operasyonları, iktidar liderlerinin "bunlara ne yapmak lazım" konusunda yarıştıkları bir sahneye döndü. Biri "ele geçirme yasası" önerisiyle, diğeri "isimlerini elinden alma" hamlesiyle atakta. Diğer yandan, gözaltılar, tutuklamalar hızlanarak ve siyasilere doğru yayılarak devam ediyor. Kongre öncesinde HDP üye ve yöneticileri yine sabah baskınlarının hedefi oldu. Ve son olarak internet yayıncılığıyla ilgili sansür ve "denetleme" hazırlıkları gündeme geldi. Bunların ne kadar eş zamanlı, ne kadar eşgüdüm içinde ve ne kadar planlı yürüdüğü tartışma konusu ama ister planlı, ister "gelişine göre" yaşanan bu olay, tepki ve hamlelerin ortak bir ruh halinin ve düşünce biçiminin ürünü olduğuna kuşku yok. Aslında, ciddi bir yönetememe kriziyle karşı karşıya olan iktidar, yaşanması muhtemel sorunların çoğunu yerleştirdiği "ortak düşünce şemsiyesi" ile hallediyor. Planlı talimat üretmek yerine, adım atacak herkesin "ne isteniyor olabildiğini" akıl etmesi sağlanıyor, "akıl edenlerin" kapasitesine göre sonuçlar çıkıyor. Hayli aceleyle hazırlanmış olduğu anlaşılan internet yayınlarını RTÜK denetimine alma hazırlığı da biraz böyle görünüyor. Bir tarafta yazım sorunlarıyla da kendini gösteren aceleci acemilik, diğer tarafta "şeytanın aklına gelmeyecek hinlikler".
Yeni torba yasa taslağının 73'üncü maddesindeki düzenlemeyle RTÜK'e internet yayınları için lisans verme ve denetleme yetkisi getiriliyor. Sözünü kesen robot için müdahale isteyen Ulaştırma Bakanı, "sansür gibi bir amacımız yok" dese ve "inandırıcı" kanıt olarak televizyonlardaki "özgürlüğü" örnek verse de, rahatsız olunan ve kontrolsüz olduğu düşünülen internet alanına "nizam" verilmek istendiği saklanmıyor. Bu düzenlemenin hedefleri ve sınırsız genişlemeye aday etkileri konusunda, Özlem Akarsu Çelik'in özel haberi doyurucu bilgiler veriyor. İnternet yayınlarına sınırlama, içerik müdahaleleri ve erişim engelleme açısından -Vikipedi yasağıyla da çok özel bir uygulamaya imza atmış olan- Türkiye aslında fazla sorun yaşamıyor. Epey tartışılmış olmasına rağmen fazla muhalefet edilmeden yasalaştırılmış BTK ile yasaklama ve denetim konusunda yüksek standarda sahip. Türkiye'nin AİHM'de Youtube sansürü konusunda mahkum olmasını sağlayan isimlerden Prof. Dr. Yaman Akdeniz de, aslında "yasaklama" açısından bir eksiğin bulunmadığına dikkat çekiyor. Akdeniz, getirilmek istenen düzenleme ile BTK'nın yanına RTÜK'ün yerleştirildiği ve yine ticari mesneti olmayan lisans meselesinin konduğunu söylüyor. Peki neden?
RTÜK yasası çıkarken de, BTK ile tartışmalar sürerken de gündeme gelen ama çok üzerinde durulmayan bir noktaydı "lisans meselesi". Frekans kısıtlılığı, vergi kaybı gibi "rasyonel" gerekçelere dayalı açıklamalara rağmen olay, yayın işinin izne tabi olması ile olmaması arasındaki çok temel bir tartışmaya dayanıyor. Devletler kitle iletişim alanlarının kontrollerinde olmasını istiyor. Otoriter, totaliter eğilimli iktidarlar ise bu konuda çok daha hassas ve ısrarcı. Her iş için olduğu gibi, yayın için de "gelip kayıt yaptıracaksın, kim olduğunu bileceğim", yani "benim otoritemi kabul edeceksin", sonra da kendi ayağınla geldiğin için verilen "bu iznin sınırları içinde kalmaya gönüllü olacaksın", yani "benim sansürümden önce sen otosansür işleteceksin" diyorlar. Aslında gazetecilik faaliyeti açısından bir süredir sarı basın kartının, bir "meslek ruhsatına" dönüştürülmeye çalışılması da bu yüzden. Lisans ve tescil, kontrol ve sınırlama otoritesini "kabul" anlamında başlangıç noktası. Diğer yandan lisans yükümlülüğü, içerikle bağlı olmayan ve yasal itiraz yollarını kullanmayı zorlaştıracak aşılmaz bürokratik duvarlarla yayın engelleme imkanları da getiriyor. RTÜK'ün siyasi partiler tarafından temsilci verilen "bağımsız" bir "kamu denetçisi" gibi sunulmuş olmasının da, kontrole meşruiyet sağlayacağı düşünülüyor. (HDP'nin üyeliğinin gasp edilmiş, CHP'nin seçtirdiği üyelerin hazırlıkları medyadan öğreniyor olmasının bir önemi yokmuş gibi).
İnternet'in RTÜK üzerinden denetlenmesi meselesinin daha önemli bir başka tarafı ise, totaliterist eğilimlerin çok sevdiği "kolektif denetim" açısından daha uygun görünmesi. RTÜK, ortaya çıkışı ve sonrasındaki bütün tartışmalara rağmen, yayın içeriklerini sınırlama ve yayıncıları hizaya sokma konusunda çok mesafe aldı, uzmanlaştı. "Sorunlu içerikleri" değil, niyetleri bile engelleyebilecek bir "denetim" aklına; "yerli-milli" olanlar, "değerlerin izin verdiği sınırlar" konusunda hassas, "teröristi", "ahlaksızı" gözünden tanıyan "uzman" kadrosuna ve en önemlisi "muhbir vatandaş" katkısının yerleşmiş mekanizmalarına sahip oldu. Artık e-devlet üzerinden bile RTÜK şikayeti yapılabiliyor. Zaman zaman yayınlanan istatistikler de RTÜK şikayet hatlarının "vatandaşlarca" yoğun biçimde kullanıldığını gösteriyor. İnternet denetimi meselesinin, Adnan Oktar'ın kanalı bahane edilerek "RTÜK neden bir şey yapmıyor" biçiminde başlatılması da, kurumun "kabul" ve fonksiyonu hakkındaki yaygın algıyla yakından ilgili. Dolayısıyla, internet gibi uçsuz bucaksız bir alanın denetimi konusunda, suç duyurusunda bulunmak veya henüz pek tanınmamış olan BTK'ya müracaat ile kıyaslandığında, vatandaş desteği konusunda RTÜK çok önemli avantajlara sahip. "Gönüllü ihbarcı vatandaş" desteği sadece alanın büyüklüğü ile ilgili denetim zorluklarını aşmak için değil, ifade özgürlüğünün ve aslında genel olarak özgürlüğün kalabalıkların suça ortaklığıyla boğulması için de çok gerekli.
Her türlü özgürlük alanının denetlenmesi, "zararlı özgürlüklerin" kısıtlanması, özgürlük taleplerinin kriminalize edilerek bastırılmasını kolektifleştirmek, kalabalıkları buna ortak etmek, totaliterizmin en önemli savunma silahı. Bunun karşısında, özgürlük ihtiyacını/talebini yaygınlaştırmak, herkesin meselesi haline getirebilmek ise, demokrasi güçlerinin, muhalefet odaklarının görevi. Fakat, pek çok alanda olduğu gibi internete getirilmek istenen denetim meselesi de, yine "kimleri hedef alıyor" başlığıyla ele alınıyor. Aslında cevap, bütün diğer özgürlük meselelerinde olduğu gibi çok basit: Hedef herkes. Kadın sorununun kadınların, eğitim sorununun öğrencilerin veya velilerin, özgür bilimin akademisyenlerin, ifade özgürlüğü sorununun gazetecilerin işi olduğu fikrini değiştirmeden sahici bir muhalefet ve direnç hattı oluşturmak neredeyse imkansız. Gazete, gazeteci davalarında meslek mensupları dışında bizzat o davaların mağdurlarının okurları bile görünmüyorsa, muhalefet partisi milletvekilleri "dayanışma" için geldiklerini açıklıyorsa, sansürün gazeteciler için konduğu algısı değiştirilemiyorsa büyük bir sorun var demektir. Özgürlükleri boğma işi ne kadar kolektif hale getiriliyorsa, onları koruma çabası da o kadar kitleselleşmek zorunda. Bunun yöntemleri ve araçları oluşturulunca, herkes için özgürlük istemenin, "ötekiler" için gönüllü gardiyanlıktan daha anlamlı olduğu daha iyi anlatılabilir. Ama bunun için de önce tutarlılık ve özgürlük (demokrasi) ahlakı gerekli.