YAZARLAR

Bu bir Beşiktaş filmi değildir!

Beşiktaş Futbol Takımı ile özdeşleşen malzemeci Süreyya Soner’i anlatan “Güzel Adam Süreyya” etkili bir sözlü tarih anlatısı gibi. Film, bu özel adamın karakterini ‘Beşiktaşlılık’ ile izah etmeye çalışsa da alttan alta ‘Beşiktaşlılık’a karakterini veren şeyin Süreyya Soner olduğunu anlamak zor değil!

Sadece bir sezon Türkiye’de futbol oynamış olmasına rağmen unutulmaz izler bırakan Les Ferdinand, “Güzel Adam Süreyya” belgeselindeki en dokunaklı anların parçasıydı. Neden bir yıllık bir maziye rağmen bu kadar çok iz bıraktığının da göstergesiydi aynı zamanda bu anlar. Beşiktaş’ın 37 yıllık malzemecisi Süreyya Soner’in hayatını takip eden belgesel birçok önemli ismi de barındırıyor bünyesinde ama Ferdinand’a özel bir vurgu ile başlamak gerek. Süreyya’nın hasta olduğu için gelmediği bir gün Ferdinand bir arkadaşıyla birlikte evine kadar gidiyor ve onu hastaneye götürüyor. Diğerlerinin çok fazla umurlarında olmadığını da ekleyerek… Bu Ferdinand’ın “arkadaşlar böyle yapar çünkü” diye anlattığı bir şey. Ama asıl başka bir tespiti vurucuydu. İngiliz oyuncu Süreyya Soner’i takımın kalbi olarak görüyordu. Bir futbol takımının vücut gibi olduğunu, çeşitli organların uyum içerisinde çalışması gerektiğini belirtiyordu. Ama asıl olarak kalbin işlevine dikkat çekiyor ve bu organ kan pompalamasa diğer organların hiçbir anlamı olmayacağının altını çiziyor ve ekliyordu: Süreyya takımın kalbiydi. O olmasa vücut çalışmazdı.

Bu bakış çok alegorik ve şairane gelebilir. Ancak milyon dolarlık ayakların, devasa tesislerin, onlarca yıllık tarihin içinde bütün bunları bir araya getirecek ve çalışmasını sağlayacak bir emekçinin önemine dikkat çekmesi açısından çok önemli bir tespitti bu. Aralarında Fikret Orman, Metin Tekin, Ali Gültiken, Feyyaz Uçar, Les Ferdinand, Gordon Milne ve Ricardo Querasma gibi Beşiktaş tarihinin önemli isimlerinin; Süreyya Soner’in çocukluk ve ilk gençlik arkadaşlarının da bulunduğu onlarca kişinin “onun gibi bir insan tanıyamazsınız” diye bahsetmesinin, bu kadar çok kişinin aynı şeyde ortaklaşmasının yalnızca “Beşiktaşlılık” ile bir ilgisi olmamalı.

MÜTEVAZI VE EMEKÇİ BİR KARAKTER

Belgeselde söz alan herkes onun mütevazı ve emekçi kişiliğinden, renkli karakterinden bahsediyor. Örneğin hiçbir dili konuşamasa da takıma katılan yabancı futbolcularla en iyi muhabbeti onun yapması. Querasma ile yakın arkadaş olmaları, kulüpten kovulduktan sonra yokmuş gibi davranılan John Toshack’ı uğurlamak için havaalanına giden tek insan olması, statların şimdiki gibi güvenlikli olmadığı zamanlarda yukarıda maç oynanırken oyuncuların özel eşyalarını korumak için soyunma odasında kalıp maçı radyodan dinleyecek kadar fedakâr tavırları ve daha birçok hikâye akıp geçiyor film boyunca.

Süresinin gereğinden biraz fazla uzun olması, Yılmaz Erdoğan’ın okuduğu metinlerin ve okuma formunun belgesele gereksiz bir romantizm/arabesk katan uyumsuzluğunu bir yana bırakırsak oldukça dokunaklı bir insan hikayesi “Güzel Adam Süreyya.”

Belki de tam da bu yüzden onu Münir Özkul’un canlandırdığı karakterlerle ve özellikle de Yaşar Usta ile aynı kadrajın içine koymaya cesaret ediyor onu yönetmen Gökçe Kaan Demirkıran. Bugüne kadar hiç yapmamış olsa bile, yarın bir gün tesisteki emekçilerin, takımdaki kardeşlerinin başına bir şey gelirse patronun karşısına çıkıp “Bak beyim. Sana iki çift lafım var…” diyebilecek bir karakter olduğu için… Tam da bu yüzden Yaşar Usta’nın bir nostalji olmadığını, bu toplumun derinlerinde bir yerlerde, yüzlerce binlerce emekçinin kişiliğinde yaşamaya devam ettiği göstermesi açısından da umut verici bir film aynı zamanda “Güzel Adam Süreyya.”

‘BEŞİKTAŞLILIK DURUŞU’ NEDİR?

Öte yandan film Süreyya Soner’nın karakterinin “Beşiktaşlılık duruşu”, “Beşiktaşlılık kültürü”, “Beşiktaş’ın değerleri”yle özdeşleştiriyor. Takımın yüzyılı aşkın tarihinin, birikiminin Süreyya Soner’in kişiliğinde vücut bulduğunu ifade ediyor. Bu değerlendirme doğru hiç kuşku yok ki ama biraz eksik. Filmin materyallerinin içinde fazlaca mevcut olan ama derli toplu bir cümle haline getirilmeyen başka bir tarafı da yok mu bu ilişkinin? Süreyya Soner’in daha ilk gençlik yıllarında kaybettiği bir dostuna onlarca yıllardır bitmeyen sadakatinin, her bayramda her şampiyonlukta ilk onun mezarına gidiyor olmasının, matbaa ve Yeşilçam’da set işçisi olarak çalışırken ortaya çıkan karakterinin, kendi deyimiyle “O olmasaydı ben burada olmazdım” diyecek kadar Yılmaz Güney’le olan yakınlığının, çocukluk alışkanlıklarını bırakmayıp hala Taksim Meydanı’nda futbol oynamaya devam eden aidiyet duygusunun da Beşiktaş’a kattığı bir şeyler olmalı.

Süreyya Soner’in 30 yaşında Beşiktaş’ta çalışmaya başlamadan önce biriktirdiklerinin, emekçi karakterinin, mütevazı kimliğinin, tok gözlülüğünün, dost canlılığının da Beşiktaş’ın kültürünü değiştirdiğini, ona yepyeni bir boyut kattığını derli toplu söylemekte eksik kalıyor film biraz. Süreyya Soner'in örnek kişiliğini “Bunlar hep Beşiktaşlılıktan” diye anlatmaya çalışıyor daha çok. Oysa bugünün futbol ortamını düşündüğümüzde daha çok tersinden kurmak gerekiyor bu ilişkiyi. Beşiktaş’ın kendi taraftar kitlesini aşan ve has futbol severler arasında saygı duyulan taraflarına bakınca hep Baba Hakkı’dan, Şeref Bey’den Metin-Ali-Feyyaz’da cisimleşen o muhteşem takımdan ve tabii ki “Güzel Adam Süreyya”dan beslendiğini de görmek gerek!

Yönetmen: Gökçe Kaan Demirkıran

Yapım: Türkiye 2018

Süre: 110 dk