İnsana kıymak gibi çocuk hevesini söndürmek
İnsanlık Anıtı'nın parçalanmasıyla bu toplumun Ermenileri ile Türkleri arasındaki yarılmanın telafisi de bir kere daha engellendi. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin iyileşmesinin engellendiği gibi… Telafisiz zararlar. Akhisar’da piyese hazırlanan miniklerin heyecanı da öyle.
“Ucube” kararlardan bir yenisi Manisa'dan geldi. Akhisar Milli Eğitim Müdürlüğü, okullarda tanıtımını ve oynanmasını yasakladı bir çocuk oyununun. Gerekçe savaş karşıtlığı. Yasaklanan tiyatro eseriyse çocuk oyunu. Sanatın barış yanlısı ve savaş karşıtı olmasından doğal ne var dersek çocuklar gelir ilkin aklımıza. Çocuk algısına barışı, dostluğu, merhameti, insani, vicdani değerleri yerleştirmenin aracıysa sanat.
Değerler eğitimi kavramını dilinden düşürmeyen iktidarın bürokratlarıysa insani değerlere savaş açmış gibi. Savaş karşıtlığını suç saymışlar “ülkenin içinden geçtiği hassas dönem…” gerekçesiyle. Barışı savunmak erdemdir, desek anlamazlar. O halde şöyle söyleyelim çelişkilerini:
Hassas dönemden kast edilen Afrin operasyonu. Operasyonun adıysa Zeytin Dalı. Barış sembolü yani. Harekatı, barış sembolüyle isimlendirmenin gerekçesini iktidar sahipleri, mealen “biz oraya halklarla ve devletle savaşmaya değil o toprakları, teröristlerden temizleyip halka, gerçek sahiplerine iade etmeye gidiyoruz” demişlerdi. Kraldan çok kralcı bürokratlarsa iktidar sahiplerini tekzip edercesine yapılanın savaş olduğu imasıyla oyunu yasakladı:
“Tiyatro metninde yer alan Bilgican isimli karakterin savaş karşıtı sözlerinin konuyla alakasız olduğu ve yine tiyatro metninde yer alan yaşlı ağacın şiddet karşıtı sözlerinin de çevre kirliliği ile bir ilgisi olmadığı” gerekçe olarak gösterildi. Barış, dostluk, kardeşlik duygularıyla beslemeden çocuklarımıza ne verebilir okullar? Empati duygusunu geliştirecek en önemli faaliyet olan tiyatroyu, sanat eğitimini temel dersler arasına almak gerekirken sudan sebeplerle yasaklamanın iler tutar yanı yok.
Garip ama yabancımız olmayan bu bürokratik refleks, sanat karşıtlığı iliklerine işlemiş devlet aklının ürünü. Geçmişten günümüze sayılamayacak kadar çok örnek var. Yasaklanan, engellenen, yakılan ve yıkılan eserlere ait.
Gözümün önünden hiç gitmeyen görüntülerden biriyse İnsanlık Anıtı'nın yıkımı. İnsanlığın yok edilişi gibiydi, hınçla parça parça edilişi.
Önce “ucube” dendi. Beğenilmedi. Kişisel zevk denilerek geçilmedi ama. Yıkılması, kaldırılması direktifi verildi. Emir, demiri kesti ve türlü sebepler bulunarak hukuk kılıfına sokuldu, yıkım işlemi. Heykeltıraş Mehmet Aksoy kendisine gösterilen arazi üzerine kurmuştu eserini ama hazine arazisi dendi önce. Sonra sit alanı olduğu keşfedildi.
Ucube yakıştırması yapılırken, daha ilk görüşte “hazretin türbesinde ne işi var?” denilerek itiraz edilmişti heykele. O hazret, tarihin Kürt evliyalarından Ahmed-i Hanî idi. Uzun yıllar yanlışlıkla Mevlana’ya atfedilip sonradan Ahmed-i Hanî’ye ait olduğu anlaşılan ünlü davete icabet etmiş meğer İnsanlık Anıtı. “Kim olursan ol gel! Bu kapı ümitsizlik kapısı değil / Bin kere tövbeni bozmış olsan da yine gel!” demiş hazret.
Yüz yıl önce insanî değerlerin yok edilişiyle yaşanmış büyük acıyı, toplumsal yarılmayı sembolize ederek, insanlığın yeniden inşası için tevafuk olmuş aslında yer seçimi. Ama öyle ince şeyleri durup anlamaya siyasetin, siyasetçinin vakti yok ki. O nedenle ayrı kulvarlar sanat ve siyaset. Keşke bilinseydi. Keşke…
Yüzyıl önce insanların katledildiği o yerde İnsanlık Anıtı da parçalandı işte. Bu toplumun Ermenileri ile Türkleri arasındaki yarılmanın telafisi de bir kere daha engellendi. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin iyileşmesinin engellendiği gibi… Telafisiz zararlar. Akhisar’da piyese hazırlanan miniklerin heyecanı da öyle. İnsana kıymak gibi çocuk hevesini söndürmek.