Afrin'den dönen hesap
30 günde Suriye ve Rusya’nın “izin verdiği” bir ortamda sadece birkaç kilometre ilerlenebilmiş ve yaklaşık yüzde 10’luk bir bölüm kontrol altına alınabilmişken ABD, YPG ve belli yerlerde Suriye ordusunun olduğu koskoca bölgeye nasıl girilecek?
Afrin çerçevesinde yaşanan son gelişmeler yeni olasılıkları gündeme getiriyor.
Suriye ile YPG arasında bir süredir devam eden görüşmelerde tarafların anlaşmaya yakın olduğunun açıklanmasından sonra dün Suriye devlet ajansı SANA “Halep’teki Halk Güçleri’nin ‘Türkiye rejiminin saldırılarına’ karşı direnen halka yardım için Afrin’e intikal edeceği” haberini geçti. Haberin yorumsuz verilmek yerine Türkiye’yi suçlayıcı tarzda verilmesi ve kullanılan üslup en azından Afrin özelinde Şam ile Kürtler arasındaki buzların erimeye başladığını gösteriyor. Suriye ABD’nin varlığı somutlaşana kadar zaten dikkatli bir üslup kullandığı Kürtleri kendi eksenine çekmeye çalışıyordu. Diğer yandan Suriye ordusu dün bu yazının yazıldığı saatlerde Afrin’in doğu kırsalında yer alan Ziyara köyüne girdi. Merkeze girilip girilmeyeceği muhtemelen “taslaktaki” diğer maddeler üzerinde anlaşılmasına bağlı olacak.
Yazıya devam etmeden önce Türk basınında dikkat edilmeyen önemli bir noktaya değinmek lazım: Halep’ten Afrin’e intikal eden güçler “Halk Savunma Birlikleri” yani YPG değil, “Halk Güçleri.” Yaklaşık 1500 kişiden oluşan bu birlikler İranlı komutanların yönetiminde ancak Suriyelilerden oluşuyor ve İran’ın arabuluculuğu sonucunda Afrin’e intikalleri kabul edildi. Bu gelişme Afrin’e gireceği belirtilen Suriye yönetimi ile YPG arasında anlaşma zemininin bir şekilde oluşmaya başladığını gösteriyor. Suriye ordusu Afrin merkeze dün itibari ile girmedi çünkü devlet iki bayrağın (Suriye, YPG) dalgalanmasını istemiyor.
İddialara göre taraflar beş madde üzerinden müzakere yürütüyor(du).
1) Afrin merkezdeki karakollar, belediyeler, hastaneler ve okullar gibi tüm hükümet binalarının merkezi otoriteye devri,
2) YPG (SDG) tarafından oluşturulan ve kullanılan 52 askeri bina / noktanın Suriye ordusuna devri,
3) Ağır ve orta ölçekli tüm silahların orduya devri,
4) Kalan hafif silahların siviller ve/veya YPG’liler tarafından taşınmasının yasaklanması,
5) Askerlik yaşına gelmiş olanların askere alınması (orduya katılması).
Bu maddelerin özellikle silah devri ve askere alınma kısmına YPG’nin itiraz ettiği belirtiliyor.
Anlaşma (sağlanırsa) Türkiye’nin “taktik hata” yaptığı anlamına gelebilecek bazı sonuçları da beraberinde getirecek.
Türkiye’nin Suriye’de üç başlıklı bir ajandası var. Esad’ı devirmek, Suriye için süren küresel ve bölgesel mücadelede elindeki kozları muhafaza etmek ve doğrudan tehdit olarak tanımladığı Kürt oluşum sürecine son vermek.
Sonuncusundan başlayalım. Suriye uzun bir süredir Kürtleri kendi eksenine nasıl çekeceğini düşünürken Türkiye “imdada yetişti.” Suriye’nin bugüne kadar harekata sessiz kalarak Kürtleri kendisine mecbur kılmak istediği dile getiriliyordu. Kısmen doğru. Ama tersten bakıldığında Afrin’e harekat düzenleyerek Kürtleri yönetim ile yönetimi de Kürtler ile masaya oturmaya zorlayan Türkiye oldu. Harekat ile birlikte zaten Kürtler ile uzlaşmanın yollarını arayan Suriye yönetimine, altın fırsat yaratılmış oldu.
Daha önceleri Kürtler’in Suriye ve Türkiye’nin ortak düşmanı olduğu nitelendirmesi yapılıyordu, şimdi artık ortak düşman Türkiye. Böylece Türkiye müdahale etmeseydi belki de uzun bir süre otoritesi dışında kalacak bir bölgeyi Şam’a hediye etmiş oldu.
Sonuçta harekat ters tepti ve “iki rakip” birleşebilir. Bu, iki taraf arasında sorunların olmadığı/yaşanmayacağı anlamına gelmiyor elbette; Fırat’ın doğusu/Deyrezzor problemi duruyor ancak yine de atılan adım en azından Afrin bölgesinde denklemin değişeceğini ve belki Fırat’ın doğusu için de örnek oluşturabileceğini düşündürüyor.
Afrin özelinde bakıldığında sadece Suriye’nin değil, beraber hareket ettiği Rusya ve İran ile birlikte YPG’nin de kârlı çıkacağı bir sürece girilmesi olasılığı yüksek. Bu anlaşma hayata geçirilirse Suriye devlet otoritesini sağlamış olmanın yanında İdlib harekatına taze güç katmış, Kürtler ise kendilerini Türkiye’ye karşı garantiye almış olacak.
Yeni “birleşik güç” bundan sonra sadece Türkiye’ye karşı değil bir başka ortak düşmana; İdlib’teki cihatçı yapılara karşı da beraber savaşabilir. Bu durum Türkiye’nin İdlib’te bir yandan Esad’a diğer yandan bölgesel mücadelede diğer ülkelere karşı kullandığı nüfuz alanını ve destek verdiği söylenen örgütleri kaybetmesine neden olabilir. Nurettin Zenki ve Ahraruşşam’ın birleşmesi kararı bu olasılığa karşı Türkiye’nin bir ön tedbiri gibi duruyor.
Aynı birleşik güç İdlib’ten istediği sonucu alırsa sonraki hedefin Fırat Kalkanı operasyonunda alınan yerler ve buralardaki güçler olma olasılığı da var.
Bu olasılıkların gerçekleşmesi durumunda Türkiye Suriye sahasındaki tüm etkisini tamamen yitirmekle kalmaz Astana ve Ulusal Diyalog sürecinde de elindeki tek kozu kaybedebilir.
Kısa vadede kârlı çıkacaklar listesine ABD’yi de eklemek gerekiyor. Fırat’ın doğusundaki kazanımlarını korumaya çalışacak olan ABD’nin uzun vadede başarılı olup olamayacağını ise zaman gösterecek.
Diğer yandan Suriye ordusunun Afrin’e girmesi Zeytin Dalı harekatının istendiği gibi gitmediği ve gitmesinin çok zor olduğu ortadayken hükümete nefes aldıracak bir hamleyi yapma fırsatı sunabilir. Bu durumda “Şam – YPG anlaşması Afrin’de devlet otoritesini sağladı, YPG tehlikesi ortadan kalktı, operasyon hedeflerine ulaşmıştır, çıkabiliriz” açıklaması yapılabilir.
Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Suriye ordusunun Afrin’e gireceği haberlerinden sonra yaptığı “Rejim Afrin’e YPG’yi yok etmek için giriyorsa sorun yok” açıklaması bu olasılığın hayata geçebileceğini gösteriyor.
Ancak Çavuşoğlu aynı açıklamada “eğer YPG korunacaksa durmayız, bu Fırat’ın doğusu için de Münbiç için de geçerli” ifadesini de kullandı.
Suriye ordusunun “Türkiye’nin istediği sonucu sağlayamaması” durumunda, Türkiye Afrin merkez hedefli harekata devam kararı alır mı? Suriye ordusu Afrin’e girerse savunma pozisyonunda kalacağı açık. Ancak Türkiye ısrarcı olursa sıra kaçınılmaz olarak Suriye ordusunun bulunduğu mevkilere gelecek ve bunun anlamı TSK ile Suriye ordusunun ilk defa resmi olarak karşı karşıya gelmesi demek.
Tam da burada bazı sorular gündeme geliyor:
-Afrin tarafındaki gelişmeler bir yana “altın hisse” Fırat’ın doğusu ve Türkiye Çavuşoğlu’nun andığı Münbiç ve Fırat’ın doğusu konusunda ne kadar ısrarcı olacak? O bölgede Suriye ordusu değil ABD bulunuyor. ABD ile yapılan görüşmelerden iç açıcı sonuçların çıktığını söyleyebilmek güç. Eğer ABD Türkiye’nin ağzına bir parmak bal çalmak düşüncesi ile Münbiç’ten çekilmezse ve Türkiye Çavuşoğlu’nun dediği gibi ısrarcı olursa işler bu kez ABD ile Türkiye arasında daha da karışacak demektir.
-30 günde Suriye ve Rusya’nın “izin verdiği” bir ortamda sadece birkaç kilometre ilerlenebilmiş ve yaklaşık yüzde 10’luk bir bölüm kontrol altına alınabilmişken ABD, YPG ve belli yerlerde Suriye ordusunun olduğu koskoca bölgeye nasıl girilecek?
Afrin harekatı süresince sessiz kalan ülkelerden biri de İran’dı. Son gelişmeler İran’ın boş durmadığını ve arka planda kalmayı tercih etse de sahada belirleyici hamleler yapabildiğini gösteriyor. Rusya sükunetle izliyor, şu ana kadar açıktan müdahalesini gerektirecek bir durum yaşanmadı. Türkiye’nin önüne ise birbirinden zor olasılıklar çıkacak gibi görünüyor.