YAZARLAR

Uzun bir kış beklentisi: Mersin

Yörüklerle Kürtler, Türkmenlerle Azeriler barış içinde bir arada yaşar, gibi bir cümle kurmak ister gönül. Sadece orada anlaşılabilecek bir agresyon. Tabelalarda bile hissedilen gerginlik. Sahi, kirve kelimesi nasıl yazılıyor?

Pasif-agresif. Sebebi ondan daha kadim Tarsus mu, yoksa daha büyük Adana mı? Karar verse rahat edecek ama bu ikircimden memnun. Yahut memnuniyeti taklit ediyor. Bu yüzden kahkaha atamaz. Ancak, tebessüm eder.

Kâinatın en uzun ergenlik şehri. Okullar arası spor turnuvalarındaki ulusal çapta başarılarını buna borçludur. Yatılı ama parasız yatılı değil. Okul tuvaletinde değil, bar tuvaletinde sigara içmeye çalışır öğrencileri bu yüzden. Hiç mezunu olmayan bir yüksek lise. Üniversitenin icadı haberi henüz ulaşmamış sokaklarına. En büyük ihracatı turunçtur ama salatasına limon sıkmayı ihmal eder. Alıp saçlarına sürer limon suyunu. Dışardan değil, bir kentin içerden görünüşü. Müteahhitler evleri büyük yapar fakat evlerin içine ayna koymayı unutur. En iyi aynalar, Çay Mahallesi’nde satılır.

Suyun içinde bile terleten şehir. Çocuklar, ebeveynlerini Kıbrıs’a dek yüzmekle tehdit eder. Limanı, Taşucu. Mağaraları ilahiyat iddiası taşır. Tuhaf isimler lügati: Tece, Arpaçbahşiş, Mut, Tömük, Gücüş.

Uzun bir kış beklentisi.

Kürt müziğinin ana akımının dışında, tıpkı Kırşehir abdallarının “düğün çalması” gibi, kanımca deha kıymeti taşıyan kimi müzisyenler vardır. Elektro bağlamanın döşüne döşüne vuran bu isimlerden biri Huseynê Omerî’dir. Daha steril versiyonları var “Nofa” isimli şarkının, ama Huseynê Omerî’nin icrası kanımca benzersizdir. Nofa, bir kadın ismi. Aynı zamanda bir çekirdek ailenin de ismi. Hangisinin?

O zamanlar Kuşadası, şimdinin Bodrum’u. Bodrum’u da değil, neydi şu pazar günleri kitaplardan yaptığı alıntılarla iyi okur olduğunu ima eden yüzüklerin efendisinin bahsettiği İzmir’e yakın yer, hah Alaçatı. O zamanların Alaçatı’sı. Oradan dönüyoruz. Mevsim yaz, sıcak bir insan gibi kol geziyor her yerde. Terleyen bir insan gibi. Konuşsa, öncelikle o kendinden şikâyet edecek. Uzun yolun molası Mersin, Çilek Mahallesi. Damda uyunan bir gece, sabahına misafiri olduğumuz köylümüzün marketinin önünde futbol maçı. Marketin adı “Yorgun Demokrat”. Salih Amca’nın annesinin adı Nofa. Aile adları annelerinden yadigâr. Salihê Nofa, bu dünyada, yaklaşık elli yıl boyunca bir yorgun demokrat olarak yaşadı. Memleketini, köyünü hep özledi. Renkli kravatları taktı. Düğünleri çok sevdi.

Yörüklerle Kürtler, Türkmenlerle Azeriler barış içinde bir arada yaşar, gibi bir cümle kurmak ister gönül. Sadece orada anlaşılabilecek bir agresyon. Tabelalarda bile hissedilen gerginlik. Sahi, kirve kelimesi nasıl yazılıyor?

Minibüsler kenti. Minibüslerinde tek bir dilden şarkı çalar. Akşamları uzaktan bir yerden, belki Soli’nin önündeki şu diskodan gelen gürültüye, Çilek Mahallesi’nin elektro bağlaması karışır. Biri, ötekini daima bastırır. Efendinin müziği daima daha yüksektir.

Orada bir Cem Şivan tanıdım ben. Alnından başlayan saçları kıvırcıktır. Babasıyla, sitenin halı sahasında ona eşlik etmek için top oynarken kaptırıp onu unuturuz. Bilge doğmuş çocuklardandır Cem Şivan. Tebessüm ederek babasına ve abisine katlanır. Şimdilerde Bach diyor, partisyon diyor ve kazandığı ödüllerden mahcup oluyor. Mersin, biraz ilkgençlikse, biraz da bu çocukluktan duyulan umuttur.

Deniz demedim hiç. Kekemedir deniz orada. Sanki med cezir bilmiyor da, onu taklit ediyor. Taklidin de taklidi hatta; uzak denizlerden duyduğu bir fısıltı varmış, adı med cezirmiş, istese o da yaparmış, gönülsüzmüş gibi yaparsa daha etkileyici olduğuna karar vermiş ama canı da çekiyor. Mütereddit bir gel git. Ayak ucuna kadar gelir, geldiği anda buharlaşıp havaya karışır. Uzun yağmur beklentisi de.

“Ne kadar kalabalığız hepimiz, ne kadar acıklıyız hepimiz; ne kadar çaresiziz çoğumuz! Ama sizleri gene kandırmak istemem: Ben sizlerden biri değilim. Eline kâğıt kalem alıp bir şeyler döktürebilen, bu döktürdüklerini de başkalarına iyi kötü okutabilen kişi, biraz olsun kurtulmuş sayılır bu hastalıktan. İşte bunun için, belki de bu en önemli insanlık durumundan hakkıyla söz edebilen bir yazara rast gelmedim hiç. Artık elime kalemi her alışımda yalnızca bir tek konu olduğunu anlıyorum: Yüzlerimizin gizli şiirine, bakışlarımızın korkunç esrarına girmeye çalışacağım artık, hazırlanın.” (Orhan Pamuk, Kara Kitap, “Hikâye Anlatamayanların Hikâyesi”)

Kum saatinden bir AVM önü buluşması dökülür Mersin’de. AVM önünde ne kadar buluşulabilirse, öyle.


Mehmet Said Aydın Kimdir?

1983 Diyarbakır. Kızıltepeli. Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Üç şiir kitabı var: “Kusurlu Bahçe” (2011), “Sokağın Zoru” (2013), “Lokman Kasidesi” (2019). “Kusurlu Bahçe” Fransızcaya tercüme edildi (2017). “Dedemin Definesi” (2018) isimli otobiyografik anlatısı üç dilli yayımlandı (Türkçe, Kürtçe, Ermenice). Türkçeden Kürtçeye iki kitap çevirdi. BirGün ve Evrensel Pazar’da “Pervaz” köşesini yazdı, Nor Radyo’da “Hênik”, Açık Radyo’da “Zîn”, Hayat TV’de “Keçiyolu” programlarını yaptı. Editörlük yapıyor.