Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!
Komünist Manifesto, tarihe/topluma/insana üretim güçleri ve ilişkileri penceresinden bakan bir ‘okuma.’ Dünyayı değiştirmek için, önce tarihi anlamak gerekiyor ve Manifesto, bu anlama/anlam verme çabasının en etkileyici örneklerinden biri.
Yazının başlığından habersiz olan yoktur büyük ihtimalle. Tarihin en bilinen cümlelerinden biri. Yazılalı 170 yıl oldu. Bir Şubat ayıydı; bu nedenle, neyse ki kısa süren Şubat henüz bitmişken, modern zamanların en şöhretli metinlerinden olan Komünist Manifesto üzerine, bu haftaki kitap yazısı çerçevesinde, bir kez daha yazmayı istedim. Karl Marx (1818-1883) ve Friedrich Engels'in (1820-1895) kaleme aldığı metnin, kitap yazısına konu oluşunun tek nedeni, manifestonun sene-i devriyesi değil. Bir başka gerekçem daha var. İlginç bir biçimde (ya da hiç ilginç değildir belki, bilemiyorum), bazı metinlerin adı ve akla kazınan cümleleri çok iyi bilinir de, haberdar olanların tümü o metni okumamıştır! Eğer tahminim yanlış değilse, bu eğilim Komünist Manifesto için de geçerli. Herkesin bildiğini bir kez daha yinelemek istememin bir nedeni de bu. Özellikle gençten okurlara, çok ama çok önemli bir tarih okuması ve dünyanın kaderini, tarihin seyrini değiştiren Manifesto’yu hatırlatmak ve ola ki henüz okumamış olanlara, okumaları gerektiğini hatırlatmak. Bana kalırsa tarih sever herkes, ama özellikle sosyal bilim ve hukuk öğrencilerinin, bilmek ‘zorunda’ oldukları klasik metinlerden biri, Komünist Manifesto.
Manifesto’yu iki kitap üzerinden aktaracağım. İlki, bu ay İletişim’den çıkan Tanıl Bora çevirisi. Başlık, Komünist Manifesto. Diğeri, 2013’te Yordam Kitap’tan çıkan harika bir derleme. Yabancı ve Türkiyeli çok sayıda önemli yazarın makalelerinden oluşuyor. Adı, Marksist Klasikleri Okuma Kılavuzu. Bu kitabı da herkese, ama özellikle okumalarına yeni başlayanlara öneririm. Tabii kitapta yer alan ve konumuz açısından başvuracağım yazı, Ellen Meikins Wood’un Komünist Manifesto başlıklı makalesi olacak. Makaleyi çeviren, Şükrü Alpagut. 21 Şubat 1848’de Londra’daki ilk baskısı Almanca yapılan Komünist Manifesto’nun, Türkiye’de başka çevirileri olduğunu (ve Osmanlı-Türkiye’deki çeviri/yayın macerasının, tahmin edilebileceği gibi hayli heyecan verici olduğunu!) hatırlatmakta yarar var.
İletişim’den çıkan ve 19'uncu yüzyıl boyunca çeşitli dillerde yapılan baskılar için yazılmış altı ‘önsöz’ü (bir de 1883 tarihli İtalyan Okura başlıklı yazı) de içeren Komünist Manifesto ile Yordam’dan yayınlanan Marksist Klasikleri Okuma Kılavuzu’ndaki birbirinden değerli makaleleri, okuyunuz.
19'uncu yüzyıl, özellikle Batı’da, bugünküne benzer büyük dönüşümlerin yaşandığı bir zaman. Birkaç yüzyıl öncesinde ortaya çıkan, önce hükümdarlar ile ittifakla feodal kurumlarla, ardından eski müttefikleri olan o hükümdarlarla mücadele ederek başarıya ulaşan yeni bir sınıfın, burjuvazinin egemen olduğu; bir yandan kurumlarını yerleştirip diğer yandan nitelik değiştirdiği on yıllar. Sanayi Devrimi’yle birlikte, buhar gücünün/makinelerin üretimde kullanılmasıyla hızla değişen üretim ilişkileri, eski meslek ve meslek birliklerinin, o üretim biçimlerine uygun biçimlenmiş emek gücünün işlevini yitirişi. Şehirlerde sersefil insanlar, dilenciler; fabrikalarda uzun saatler köle gibi çalıştırılan kadın ve çocuklar... Malumunuz, makinelerden önce insanların büyük çoğunluğu emeğiyle geçiniyordu. Emeğiyle geçinenlerden bir kısmının bizzat kendisi ‘mülkiyete’ konu oluyordu; yani köleydi. Büyük kısmı ise üretim araçlarına şu ya da bu ölçüde sahip olan zanaatkarlar, köylüler vs. gibi katmanlar, ezcümle küçük mülk sahipleriydi. Üretimde makinenin kullanılmaya başlanması, tüm geleneksel kurum ve ilişkileri yerle bir etti. Makine, bir küçük mülkiyet sahibinin edinemeyeceği ölçüde pahalıydı, o güne dek yaşamın idame edilmesini sağlayan el becerilerini anlamsız hale getiriyordu ve bir insanın yapamayacağını yapıp yirmi dört saat çalışabiliyordu. Makineye sahip değilsen, o güne dek geçinebilmek için kullandığın geleneksel araçların ve senin onları kullanabiliyor oluşunun, el becerilerinin, zanaatının hiçbir değeri kalmamış ama geçinmek, yaşamak zorundasın. Ne yapabilirsin? Fabrika kapılarındaki kuyruklara katılırsın... Şanslıysan, acımasızca sömürülmek üzere işe alınırsın. Yani ‘proletar’ olursun. Latince’deki anlamıyla (proles), çocuklarından (erkek) başka hiç bir şeye sahip olmayanlar. Çağdaş işçi sınıfı.
Giderek değersizleşen emeğinin sömürüsü karşısında ne yapacağını bilemeyen, bilemediği için kızgınlıkla makinelere saldıran, kırıp döken işçiler; hiç durmadan üreten, insan emeğini yalnızca ‘(makineye) yardım eden’ sıfatıyla değerli kabul eden ve bozulup kırıldığında kolaylıkla onarılabilen makinelere saldırmak yerine, ‘örgütlenme’ yolunu bulan işçiler. Giderek yükselen hak talepleri. Talepler arttıkça ve örgütlenme (sendika) etkili oldukça, sendikaları yasaklayan yasaların kabul edilmeye başlanması. Yasaklara karşı giderek bilinçlenen ve siyasallaşan işçi sınıfı. İlk önemli hareket 1931 Lyon Ayaklanması (çalışma hakkı talep ediyorlar). İkincisi, İngiltere’de Chartist Hareket (1836-1858) ve yıllara yayılan hak mücadelesi. Ve 1848’de Avrupa kıtasını sarsan devrimci girişimler. Marx ve Engels’in, enternasyonal nitelikteki Komünist Parti’nin ilke ve programının çerçevesini belirlemek için kaleme aldıkları, Komünist Parti Manifestosu.
Komünist Manifesto, tarihe/topluma/insana üretim güçleri ve ilişkileri penceresinden bakan bir ‘okuma.’ Dünyayı değiştirmek için, önce tarihi anlamak gerekiyor ve Manifesto, bu anlama/anlam verme çabasının en etkileyici örneklerinden biri.
Burada sözü Wood’a bırakalım: “Komünist Manifesto, adı üzerinde, bir Manifesto’dur. Bir akademik inceleme ya da kuramsal analiz değildir; bir siyasal mayalanma döneminde, dünyanın o zamana dek görmüş oldukları arasında uluslararası devrime en çok yaklaştıkları anlaşılan bir durumun arifesinde yazılmış bir siyasal programın kamuoyuna yönelik bildirgesidir, kısa ve çarpıcı bir amaç ifadesi ve savaş çağrısıdır.” Buna mukabil, aslında bir partinin siyasal programının açıklanması olmasına karşın, bütüncül bir tarih çalışması metni olarak ele alınmış/yargılanmıştır. Manifesto, yalnızca onu benimseyen siyasal hareketlerin ya da düşünce akımlarının değil, onu ‘çürütmek’ zorunda olan/hissedenlerin de sürekli ilgi alanında olmuştur. Yine Wood’un sözcükleriyle, “Hiçbir şey, Manifesto’nun dehasına, ona saldırmak için harcanan enerjiden daha inandırıcı bir tanıklık sağlayamaz.” (EMW)
Herhalde modern tarihin en bilinen cümlelerinden bir diğeri, “Avrupa’da bir heyula dolanıyor, komünizm heyulası.” (KM) olmalı. Edebi tat açısından da etkileyici olan Manifesto’nun ilk cümlesi. Yukarıda da özetlendiği gibi Manifesto, Avrupa’da 1848 yılındaki büyük devrimci hareketlenme/dalgalanma döneminin metni. Sanayi kapitalizminin ve modern sanayi işçi sınıfının belirmesiyle sosyalist hareketler ve örneğin ütopik sosyalistler gibi sosyalist yazılar, sosyalist bir literatür ortaya çıkmıştı ki Manifesto’nun son kısmı büyük ölçüde devrimci olmayan bu sol düşünce akımlarının eleştirisine ilişkindir. Ancak bunlar, Manifesto’nun o anda kaleme alınmasının asıl gerekçesini göz ardı edilmesine neden olmamalı: “Bu kitapçığın hazırlanmasını 1847’de Alman Komünistler Birliği istemişti. Friedrich Engels (27 yaşındayken) ilk olarak Komünizmin İlkeleri’ni taslak olarak hazırladı. Bu taslağı, gözden geçirmesi için, o zamanlar 29 yaşında olan Karl Marx’a iletti. Engels’in ilkelerini temel alan Marx, şimdi Komünist Manifesto olarak bildiğimiz, ilk kez Şubat 1848’de Londra’da yazar ismi belirtilmeden yayınlanan, kuramsal ve edebi başyapıtı yayınladı.” (EMW)
O yıl Avrupa’da, Fransa, Almanya , Macaristan, İtalya gibi ülkeleri saran (hatta buradan Latin Amerika’ya dek ulaşan) bir devrim rüzgarı vardı ve kısa ömürlü olsalar da, yarattıkları umut da, korku da devrimlerin ömründen çok daha uzun ve büyük oldu. 1848 devrimlerin ortak bir özelliği, kapitalizmin yeterince gelişmemiş olduğu (kuşkusuz farklı ölçülerde) ülkelerde gerçekleşmiş olmasıydı. Wood’a göre 1848, ne bir anti-kapitalist devrim, ne de günümüzde anlaşıldığı haliyle bir burjuva devrimidir: “Kıtadaki çeşitli devrimlerin ortak bir siyasal programı olsaydı, bu program kapitalist bir sistemin devrilmesini amaçlamazdı. Daha ziyade, en başta önceki yüzyıldaki Fransız Devrimi’nden ilham alan, bir dereceye kadar yurttaş eşitliği sağlayan, birleşmiş liberal ya da anayasal devletlerin kurulmasını amaçlardı...” (EMW) Ayrıca sokaklarda dövüşen ve ölenler, büyük ölçüde (yalnızca) çağdaş kitlesel işçi sınıfı da değildi. Zanaatçılar, küçük atölye sahipleri, bir kısım köylüler, işsizler vs. “Tek başına hiçbir sınıfın istikrarlı bir rejimi kendi kendine sürdürebilecek kadar güçlü olmamasından dolayı devrimin hem patlak verdiği hem de başarısız olduğu söylenebilir.” (EMW) Hâl böyleyken, Komünist Manifesto’da asıl devrimci kahramanın ‘burjuvazi’ oluşu sürpriz değildir: “...Manifesto işçileri mücadele etmeye çağırırken ve gerçekten devrimci güç olarak ortaya çıkacaklarını öngörürken bile, burjuvazinin öyküsünü anlatır.” (EMW)
Komünist Manifesto’nun ilk bölümünü oluşturan ‘Burjuvalar ve proleterler,’ şu cümleyle başlıyor: “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadelesinin tarihidir.” (KM) Kuşkusuz buradaki ‘bütün toplumları’ ifadesi yazılı olan tarihi anlatır ve 1847 yılında ‘toplumun ön tarihi’ neredeyse hiç bilinmiyordu (Tanıl Bora çevirisinde ‘2’ numaralı dipnot.) Evet tarih, sınıf mücadelelerinin tarihidir ve “Özgür insanlarla köleler, patrisyenlerle plebler, baronlar ve serfler, lonca mensubu yurttaşlarla kalfalar, kısacası ezilenlerle ezenler arasında her zaman çelişki vardı, bunlar birbirine karşı kâh gizli kâh açık kesintisiz bir mücadele yürüttüler, her defasında tüm toplumun devrimci bir dönüşümüyle veya mücadele eden sınıfların beraberce çöküşüyle sonuçlanan bir mücadeleydi bu.” (KM) KM’ye göre toplumlar her zaman çeşitli sınıf ve katmanlara ayrılmıştı; modern burjuva toplumu da sınıf çelişkilerini ortadan kaldırmamıştı. Burjuvazi, eskinin yerine yeni olanı koymuş, sınıf çelişkilerini basitleştirmiştir. Toplum iki kampa/sınıfa ayrılmıştır: Burjuvazi ve proletarya.
Marx ve Engels’e göre, “Ortaçağ’ın serflerinden, ilk şehirlerin yurttaşları çıkmıştı; bu yurttaşlıktan da burjuvazinin ilk unsurları çıktı.” (KM) KM, bu tespitlerin ardından, yazının başında özetlenen tarihsel süreci, üretim biçimi/ilişkilerinin seyriyle açıklar. Loncaların yerini manüfaktürün alışı; buhar ve makine ile birlikte manüfaktürün yerini büyük sanayinin, sınai orta zümrenin yerini sanayi milyonerlerinin alışı ve bu gelişmelere siyasal dönüşümün eşlik edişi...
Nihayetinde ekonomik, siyasal ve toplumsal alanlarda galip gelen burjuvazinin devrimci niteliğine dair şu tespitler (ve dile getirme şekli) çok çarpıcı:
(Gelişimin her aşamasında gerici güçlere karşı mücadele etmek zorunda kalan bir sınıf olan) “Burjuvazi, iktidara geldiği her yerde bütün feodal, ataerkil, kırsal cennet fantezilerine hitap eden ilişkileri kırıp geçirdi. İnsanları doğal amirlerine bağlayan envai çeşit feodal bağları acımaksızın koparttı, insanla insan arasında çıplak çıkardan, duygusuz ‘peşin ödemeden’ gayrı bir bağ da bırakmadı geriye. Dindarâne cezbeyi, şövalyece tutkuyu, dar kafalı orta sınıf hüznünü, bencil hesapçılığın buz gibi soğuk suyunda boğuverdi. Kişisel onuru değişim değişim değerine çevirerek feshetti, kâğıda geçerek sayısız kazanıma dönüşmüş sayısız özgürlüğün yerine vicdansız bir ticaret özgürlüğünü geçirdi. Sözün kısası, dinsel ve politik illüzyonlarla perdelenmiş sömürünün yerine açık, utanmaz, doğrudan, kuru sömürüyü koydu.” (KM)
Şurası çok kritik tabii; burjuvaziden önceki bütün sınai sınıflar, eski üretim tarzını korumuştur. Oysa burjuvazi, tümünü alt üst etmiştir. Etmek zorundadır çünkü kapitalizm doğası/işleyişi gereği eski kutsallıklara ve yerleşik kurumsal aidiyetlere tahammül gösteremez. Marx ve Engels, kapitalizmin özünü önceki herkesten farklı olarak yakalamıştır: “Katı olan ve duran her şey buharlaşır, kutsal olan her şey kutsiyetinden arındırılır, insanlar en nihayet hayattaki yerlerine, karşılıklı ilişkilerine ayık gözlerle bakmak zorunda kalırlar.” (KM) Ezcümle, kapitalizm sürekli bir kâr arayışı içinde olduğu için emeğin üretkenliğini artırmak, üretim güçlerini durup dinlenmeksizin iyileştirmek zorundadır. Ayakta kalabilmek için, dinmeyen alt üst oluşlar, yenileşme, gereklidir. Söz konusu gereklilik, tarihin de ilerlemesi, toplumsal ilişkilerin gelişen güçlere uyum sağlamak zorunda kalması demektir.
Sürekli değişim ve yalnızca kâr sağlama amacı, her şey gibi, çalışmayı da bozarak işlevini değiştirir. Çalışma artık yaratıcı bir etkinlik değil, anlamsız bir angaryadır. Buna karşın kapitalizm bazı olumlu sonuçlara da neden olmuştur. Öylesine devasa üretim güçleri yaratmıştır ki, herkes için gerekli refahın maddi koşullarını üretmek için eşi görülmemiş bir kapasite doğmuştur. Doğmuştur doğmasına da, şu paradoksu da beraberinde getirmiştir. Wood’a göre, “Gerçekte, kapitalizm bu kapasitenin bir gerçeklik olmasını engeller. Kapitalist sistemin en temel çelişkilerinden birisi, sahip olduğu ‘devasa’ üretici kapasite ile sunduğu yaşam kalitesi arsındaki büyük uyumsuzluktur.” (EMW) Ancak diğer yandan, burjuvazinin gelişmesi, servetin özel ellerde yoğunlaşması ve ‘ücretli emeğin’ sermayenin koşulu oluşu, ister istemez emekçilerin devrimci ortaklığına yol açacaktır: “Burjuvazi, her şeyden evvel, kendi mezar kazıcılarını üretir. Onun çöküşü ve proletaryanın zaferi aynı derecede kaçınılmazdır.” (KM)
Marx ve Engels, tarihsel çözümlemeleri içinde, ‘proleterler ve komünistler,’ ayrıca ‘sosyalist ve komünist literatür’ konularına değinmiş, eleştiriler yöneltmiş ve bu hareketler ya da kimi düşünür ve siyasetçiler tarafından kendilerine yöneltilen eleştirilere tek tek yanıt vermişlerdir. Mülkiyetin ortadan kaldırılması, hukuk/yasa algısı, ailenin aşılması, uluslar arasındaki düşmanca tavır, feodal sosyalizm ile küçük burjuva sosyalizmi, Alman sosyalizmi, muhafazakar/burjuva sosyalizmi, ütopik sosyalizm; Marx ve Engels’in, tartışarak tezlerini çürütmeye çalıştığı konu ve akımlardır.
Bütün ulusları, yok olup gitmemek için burjuvazinin üretim tarzını benimsemek zorunda bırakan, yani “kendi suretinden bir dünya yaratan” kapitalizm, kendi çelişkileri ve ürettiği mezar kazıcıları nedeniyle, yok olup gidecek. 1848 tarihli Komünist Manifesto’nun iddiası buydu. 20'nci yüzyıl ve başta SSCB olmak üzere sosyalist rejimler deneyimi, bunlarla bağlantılı kuramsal tartışmalar vs. malum. Malum olan bir başka gerçek de, kapitalizm var oldukça eleştirisinin ve tabii Manifesto’nun da canlılığını koruyacağı.
Son sözler, Wood ve Komünist Manifesto’dan olsun:
“Marx ve Engels için olduğu gibi, şimdi her zamankinden daha açık seçik olmalıdır ki, sermaye birikimi zorunluluklarının yön verdiği bir toplum, yerini daha insanca ve demokratik bir toplumsal düzene bırakmalı ve gelecekteki savaşımlar bu hedefe yönelmelidir.” (EMW)
Ve tabii: “Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yoktur. Kazanacakları, bir dünya vardır. Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!”
Murat Sevinç Kimdir?
İstanbul'da doğdu. 1988'de Mülkiye'ye girdi. 1995 yılında aynı kurumda Siyaset Bilimi yüksek lisansına başladı ve 1995 Aralık ayında Anayasa Kürsüsü asistanı oldu. Anayasa hukuku ve tarihi konusunda makaleler ve bir iki kitap yayınladı. Radikal İki ve Diken'de çok sayıda yazı kaleme aldı. 7 Şubat 2017 gecesi yüzlerce meslektaşıyla birlikte OHAL KHK'si ile Anayasa ve hukukun bilinen ilkelerine aykırı bir biçimde kamu görevinden atıldı.
Amaan geçecek geçecek, vallahi en güzel günleriniz! 12 Ekim 2021
O muhafazakâr aynaya bakıp biraz da kendi haline dertlensin... 05 Ekim 2021
Endişeli muhafazakâr, geçenlerde Validebağ'a moloz döktü! 28 Eylül 2021
Yurtsuz öğrencilik ve av olmaması gereken yurttaş... 23 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI