YAZARLAR

Demokratik bir seçenek var mı?

Kılıçdaroğlu’na yüzde altmış hayallerini kurduranın ne olduğunu bilmiyorum, ama benim hayallerimi besleyen, iktidarın seçimler yoluyla değişebileceğine inanan, inanmasının koşulları siyasal olarak sağlanmış, özgürlük ve eşitlik arzuları harekete geçirilmiş bir halkın demokratik siyasal araçları kullanmanın yolunu açacağı ve OHAL rejimini ortadan kaldıracağıdır.

2000’li yılların ortalarında AKP demokratlığının sözcüsü olanların kullandığı iki temel kavram vardı. Bugünlerde çok konuşulmuyor ama hatırlamakta yarar var. Birincisi vesayet, ikincisi de toplum mühendisliği. Şerif Mardin sosyolojisinin üzerine sos olarak sunulan bu kavramlar dönemin demokratlığı bakımından temel ölçüttü. Ergenekon yargılamalarındaki usulsüzlükleri mi gündeme getirdiniz? Vesayet yanlısı, darbeci, Ergenekoncu olurdunuz. Vesayetle savaşmak için her şey mübahtı o dönem. Gülencilerin estirdiği terör öyle kandırıkçı bir düzen kurmuştu ki dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan "Ergenekon davalarının savcısıyım" diyerek daha o dönemden hukukun dışına çıkacak kadar kanmıştı onlara. Erdoğan’ın ileri demokrasisine kanan aydınımıza göre de yargıda kümelenmiş Aleviler temizlenecek, Ergenekon’un çevresinin çevresi sosyalistler ortadan kaldırılacak böylece askeri vesayet yok edilecekti. Acı bir tarihimiz var, askeri vesayet kavramı etrafında örgütlenmiş insanların bir kısmı askeri darbe girişimi suçlamasıyla cezaevinde bugün, bir kısmı Erdoğan rejimini darbeci olarak adlandırıyor, bir kısmı da rejimin sadık hizmetkarı konumunu sürdürüyor. Acı bir tarih olduğunu yazarken ironi yaptığım sanılmasın, yargıda ve idarede o dönem yapılan zalimliklerin akıl almaz boyutlara varacak şekilde sürdürüldüğünü söylemeye gerek yok. Artık uyduruk deliller ile bile olsa iddianame hazırlanmasına ihtiyaç duyulmayan yargılama düzenimiz var. Gülen çetesinin çatısını çattığı yargı düzeni onlarsız da sürdürülebiliyor.

Dönemin demokratlığının bir diğer ölçütü toplum mühendisliğine karşı olmaktı. Cumhuriyet elitleri, toplumu ona yabancı fikirler ile dizayn etmeye kalkmış, milletin değerlerinden uzak bir toplum inşa etmeye çalışmıştı. Siyasal dilimize çevirelim. Abdülhamit Han’ın kutlu nesli, Halife Sultan’ın yerli ve milli tebaası, dinine hatta diline yabancılaştırılmış, Batılılaşma denen şeytan yoluna sokulmuştu. İleri demokrasinin toplum mühendisliği karşıtı zamanlarında laik eğitim adım adım ortadan kaldırılmış, eski yazı yeni başöğretmenin kara tahtasında yer almaya başlamıştı. Kutlu neslin okulu imam hatipler eğitim sisteminin içinde başat rol oynar hale gelmiş, demokratlarımız milletin değerlerine dönen yeni düzenin geçit törenini alkışlar ile izlemekte idi. Tarihimiz acı demiştim. Bugün büyük çoğunluğu AKP’nin toplum müteahhitliğinin kurbanı oldu.

Daha acı tarafı, bu söylemsel stratejinin anayasal demokrasinin ortadan kalktığı koşullarda başka araçlarla muhalefet üzerinde etkili olmayı sürdürmesidir. Bu söylemsel strateji ile eski Türkiye’nin ile anti-demokratik unsurları ele geçirilmiş, demokratik siyasal unsurlar pasifize edilmiştir. Dolayısıyla yol böyle döşenmiştir.

MAREŞAL VE TOPLUM MÜTEAHHİTLİĞİ 

Evet Türkiye bugün bir askeri sınai kompleksin arzusu ve onun başındaki hanedanın emirleri ile hareket ediyor. Askeri vesayetin karşısındaki yılmaz savaşçı için mareşal ünvanı gündeme getiriliyor. Militarizm miting meydanlarında kız çocuklarını kürsüye çıkarıp şehadet övgüsü düzmeye vardı. Toplum mühendisliğinin yerini, toplum müteahhitliği demeyi tercih ettiğim amorf bir düşmanlaştırma, dizayn etme faaliyeti aldı. Geri kalan hikayeyi 15 Temmuz’dan beri yaşıyoruz. Demokrasinin asgari ölçütleri bütünüyle askıya alındı.

AKP’nin muhafazakar demokrasi iddiasının indirgenebileceği iki kök söylem olarak askeri vesayet ve toplum mühendisliği kavramları, günün gerçekliğinin bir kısmına tekabül etmiyor değildi. Eğer etmeseydi, Erdoğan rejimini bugün kurduğu diktatörlük düzenine taşıyacak sıçrama tahtaları olamaz, o günden bugüne Erdoğan’ın dostlarını ve düşmanlarını ayrıştıran işlevler edinemezlerdi. Gerçekliğin bir kısmına tekabül ediyordu ve o yüzden hızlıca operasyonel hale getirildi.

AKP’nin de bir parti olarak ortadan kalktığı, kanaatimce son seçim teklifi geçerse zaten hiçbir temsil kabiliyeti kalmayan siyasal parti yapılarının da yok olacağı kuralsız bir rejime doğru ilerliyoruz. 20 Temmuz’dan itibaren, liderin sözü ile yönetilen bir ara rejim içindeyiz. Osmanlı hülyasının gerçeğe yaklaştığı tek alan olan bürokrasinin kulluk düzeninde örgütlenmesi ile millet-devlet-lider özdeşleşmesini sağlamak yolunda önemli adımlar atıldı. Bu özdeşliğe girmeyen milletin yarısından fazlası mı? Onlar Erdoğan rejiminin toplum müteahhitliği içinde sürekli parçalanıyorlar. Artık vesayetin kaldırılması, halkın değerlerine dönülmesi gibi vaatler yok. Toplum mühendisliğinin ve askeri vesayetin yarattığı sorunlara açılım getirileceği vaadi ise çoktan işlevini gördü ve hiç olmamış gibi davranılıyor artık. AKP, demokratik siyaseti ortadan kaldırmak üzerine kurguladığı stratejisini vaatsiz sürdürüyor. Erdoğan’ın tek vaadi, kendiyle özdeşleştirdiği beka sorununu daim kılmak. Denklem basit, Türkiye Erdoğan’dır, o yüzden Erdoğan iktidarda kalmalıdır. Artık bütün temel yasalar, KHK’ler, anayasa değişikliklerinin konusu bu olacaktır. Önümüzdeki hafta ele alacağım ittifak yasasında olduğu gibi. Erdoğan rejiminin demokratik siyaset içinde bekasını koruması tam da bu nedenle, demokratik bir vaadi olmadığı için mümkün değildir. O yüzden OHAL Erdoğan’dır.

MUHALEFETİN VAADİ

Türkiye’de tek adam rejiminin inşasına payanda olan anamuhalefetin bugünkü durumu, 2000’lerin ortasında askeri vesayet ve toplum mühendisliği kavramları etrafında dizayn edilen siyasal muhalefeti andırıyor. Erdoğan-Bahçeli-Perinçek bloğu, muhalefeti elindeki tek araçla, milli mutabakatın içerisi ve dışarısını belirlemekle dizayn etme uğraşında. CHP lideri, Ekmeleddin kararını da milletvekili dokunulmazlıklarını kaldıran anayasa değişikliklerine verdiği onayı da teyit ederek rolünü belirledi. CHP’nin son kongresi, CHP’nin demokratik kanalları açacak bir vaadin taşıyıcılığını yapamayacağını ortaya koymuştur: Yeni Ekmeleddinlerin müjdecisi bir kadro ile milli mutabakattan daha milli olduğunu ispatlama uğraşında bir CHP’nin OHAL ve Erdoğan rejimine karşı üretebileceği siyasal söylemin sınırları şimdiden milli mutabakat tarafından çizilmiştir.

HDP; milletvekillerinin tutuklanması, vekilliklerinin düşürülmesi, merkez ve taşra örgütlerinin yöneticilerinin hatta kongre delegelerinin tutuklanması ile medyadan parlamentoya, bürokrasiden yargıya uzanan geniş bir iktidar örgütlenmesi tarafından kriminalize edildi. Özellikle Selahattin Demirtaş’ın tutuklanmasının ardından HDP içinde ve dışında gelişen tartışmaların etkisiyle demokratik siyasal vaadin taşıyıcısı olma kapasitesini adım adım yitirmekte. Şiddetli bir iktidar baskısı altında cereyan eden kongrenin sonucu da umutvar değil. 7 Haziran’da yarattığı etki ile AKP’yi siyasal olarak yendi; Erdoğan hâlâ bu yenilgiyi yaşıyor ve artık demokratik siyaset içinde yer alamayacağını biliyor. Fakat HDP’nin mindere çıkamayacak duruma getirilme çalışması başka araçlarla sürdürülüyor.

Parlamento dışı iki sağ parti hareketli, İslamcı siyasetin ana akımı Saadet Partisi CHP’den boşalan sosyal demokrat muhalefeti yapıyor desem kimse garipsemez, ülkücülerin ana damarını toparlamış olan İyi Parti’nin de CHP’den boşalan merkez sağ muhalefeti sürdürdüğü görülüyor. Ve zorla boşaltılmış, kurucu bir sol söylemsel alan var: OHAL rejimine karşı yürütülecek eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyaset alanı. Bu alanda politika zorlu, tehlikeli ve riskli. Çünkü ancak bu alanda örgütlenecek siyasal vaat bütün bu kara düzeni altüst edecek; bütün muhalefetin söylemlerini kendine eklemleyebilecek bir potansiyel taşıyor.

Muhalefet yok ve yok ediliyor; zaten adil bir seçimin bütün koşulları ortadan kaldırılmış, son kırıntıları da süpürülüyor. Peki demokratik bir seçenek yok mu?

Sadece benim gibi bir iyimser için değil, tarih ve siyaset bilimi gibi karamsarlık aşılamakla meşhur iki bilimsel disiplin için de demokratik bir seçenek yok demek mümkün değil. Fakat bu seçeneğin mevcut hareketsizleşmiş, temsil kapasitesi yok edilmiş yapılarla gelmeyeceği acı gerçeği ile yüzleşmemiz gerek. Seçenek, demokratik siyasal vaadin siyasi partilerin temsil kapasitesini aşacak biçimde örgütlenmesinden geçiyor. Kılıçdaroğlu’na yüzde altmış hayallerini kurduranın ne olduğunu bilmiyorum, ama benim hayallerimi besleyen, iktidarın seçimler yoluyla değişebileceğine inanan, inanmasının koşulları siyasal olarak sağlanmış, özgürlük ve eşitlik arzuları harekete geçirilmiş bir halkın demokratik siyasal araçları kullanmanın yolunu açacağı ve OHAL rejimini ortadan kaldıracağıdır.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.