Hikâyelerin gaspı
Katledilmiş bir genç ve katle yazgılı kılınmış bir çocuk, kendileri gibi hayatları çalınmış, hayatlarına el konulmuş gençlerin ve çocukların oluşturduğu kalabalık mı kalabalık bir kortejde yerlerini aldılar. Hasan Songur, her yıl sayıları katlanarak artan iş cinayetleri istatistiklerinde yer alacak yakında, küçük kız çocuğuysa yaşamadan ölüme ve öldürmeye daha bir alıştırılacak.
Her insan bir hikâyedir, uzun ya da kısa, derinlikli ya da değil, sıradan ya da olağanüstü. Ve her insanın hikâyesi, öyle ya da böyle değişik biçimlerde diğerlerine aktarılır, anlatılarak veya tanıklıklarla. Herkes ama herkes kendi hikâyesini, kendi hikâyesinden bazı parçalarını, hikâyeciklerini muhakkak diğerlerine anlatır, anlatmıştır ve anlatmaya devam edecektir. Muhabbetlerimizin çoğunun mütemmim cüzüdür çünkü kendimizin, tanış ya da değil diğerlerinkilerin hikâyeleri. Zaman içinde başka türlü anlatılırlar, deyim yerindeyse yeniden kurgulanırlar. Başka türlüsü olamaz da zaten. Göçüp gitmişlerin ve yaşamakta olanların hikâyelerinin tamamı belki de dekorlarda değişiklikler olsa da sınırlı sayıda hikâyeye sığacak türdendir, tıpkı kutsal kitaplar da dâhil tüm anlatıların sınırlı sayıda anlatının değişik versiyonları olması gibi. Ancak, buna rağmen her bir insanın hikâyesi yine de biriciktir.
Kimi zaman kendimize ya da diğerlerine dair hikâyeler ya da hikâyecikler uzama kavuşurlar, anlatılan ya da anlatılmayan anılarda değil sadece, yazıda yer bulurlar kendilerine, kayda geçerler, yazarların tahayyüllerine takılmış gibidirler sanki ya da eksik gedik haberlere konu olurlar biz onları okusak da okumasak da.
Sıradanlığı ya da derinliğiyle her hikâye az ya da çok bir gaspı içerir gibidir, başkalarının hayatlarının gaspını. Başkalarına yapılmış ve telafi edilmemiş yanlışlıklar bir yanıyla onların hayatlarından, dolayısıyla hikâyelerinden gasp edilmiş parçalardır. Ana babalardan, çocuklardan, kardeşlerden, arkadaşlardan. Belki de buna gasp dememek gerekir, bir yanıyla hayatın ‘cilvesidirler’ bunlar. Yanlıştan azade bir hayat var mıdır, olabilir mi zaten?
Ama öyleleri vardır ki neredeyse hayatlarının önemli bir kısmını diğerlerinin hayatlarından çaldıklarıyla kendi hikâyelerini var edip düzerler. Hayatları çalınanlarsa ya göçüp giderler bu dünyadan arkalarında gasp edilmiş bir hikâye bırakarak ya da öyle böyle kederleriyle travmalarıyla yaşamaya devam ederler ölüm onları bulana kadar.
İşte binlerce, on binlerce gasp edilmiş hikâyelerden iki tanesi: Biri yakınlarda bu dünyadan gepegenç göçüp gideninki, diğeriyse beş altı yaşlarında küçücük bir kız çocuğununki.
Haber sitelerinde ve sosyal medyada, üzerinde binişi, sevecen ve sıcacık gülüşüyle Hasan Songur’un fotoğrafı bir iki gün göründü haberiyle birlikte. Hikâyesinden küçücük bir parçasını öğrenebildik sadece, ama bildiklerimizden bilmediğimiz kısmını, eksik gedik de olsa tahmin etmemiz mümkün.
Fotoğrafı mezuniyet töreninden, bir elinde diplomayı temsilen bir kâğıt rulosu, diğer eli yumruğuyla havada. Sevecen ve sıcak gülüşünde mahçup bir güven, umutları ve hayalleri saklı. Ataması yapılmamış öğretmen adaylarındanmış Hasan Songur. Direncini sadece havadaki yumruğundan değil, hayatını kazanmak için vardiyalı bir plastik fabrikasında çalışmasından da anlayabiliyoruz. Anlaşılan o ki sorumluluk sahibi biri olarak yetişmiş, mütevazı. Çocuklarının daha iyi bir geleceği olsun diye dişini tırnağına takan bir ana babanın oğlu besbelli.
Spil Dağı’na ailesiyle arkadaşlarıyla pikniğe gitmiştir muhakkak, ara ara İzmir’e yolu düşmüştür. Manisa’nın parklarında, kafelerinde muhabbet edip yorgunluk gidermiştir, caddelerini arşınlamıştır kah hüzünlü kah sevinçli. Kızgınlıkları, küskünlükleri olmuştur da çok kavga etmemiştir sanki. Yüzündeki ifadeden, duruşundan böyle bir hal sızıyor gibi. Ama işte ardında hasretini çektiği sadece hayallerinde yer etmiş öğrenciler, güzel arkadaşlıklar ve belki de bir sevgili bıraktı. Mesleğini yaptırmayanlarca, emeğini har vurup harman savuranlarca, çalışma koşullarının güvenliğini bile isteye yok sayanlarca hikâyesi gasp edildi Hasan’ın. Kelimenin gerçek anlamıyla taammüden öldürüldü. O kadar belli ki hikâyesini gasp edenler, kendi çoğun çalıntı hikâyelerini Hasan’ın ve onun gibilerinin hayatlarına kast ederek kurmaya devam ediyorlar.
Diğeri ise küçük bir kız çocuğu, ağlayamıyor bile, hıçkırıkları boğazında kalmış, hikâyesinin gaspına insiyaki bir biçimde isyan eder gibi. Aralarında belli ki ana babası da var, kendilerinden geçmişçesine alkışlarla zevkten çığlıklar atarak savaşı kutsayanlar, üzerine giydirdikleri kefen benzeri kıyafetin altındaki bedenine ‘kutsal’ addettikleri ölümün resmini nakşediyorlar el birliğiyle. Savaş sofrasına meze edilmiş bir varlık misali öylece titreyerek duruyor yavrucak. Korku ve titremesi daim olacak her attığı adımda artık. Işığı şimdiden söndürüldüğünden ihtimaldir ki sevgiye değil, kedere, öfkeye ve dolayısıyla hınca yatırım yapacak yaşayacağı ilişkilerde. Kahır ve ilençle kendi yaşamını mahvedenler kervanına dâhil olacak belki de.
Savaşı kutsayanlar, savaşa çağrı çıkaranlar en çok hikâye gaspçısı olanlar değil midir? Ve bu hayat hırsızlarının nezdinde çocuk nedir ki zaten kendi emellerine kurbandan başka? Kendine inancın testini küçük bedenlerin katlinde örgütleyen tanrının edasını tekrarlamaktan başka ne yapıyorlar kendi hikâyelerini düzüp dururken? Dokuyup durdukları hayatlarının iplikleri başkalarınınkinin söktüklerinden derlenmiş değil mi zaten?
Katledilmiş bir genç ve katle yazgılı kılınmış bir çocuk, kendileri gibi hayatları çalınmış, hayatlarına el konulmuş gençlerin ve çocukların oluşturduğu kalabalık mı kalabalık bir kortejde yerlerini aldılar. Hasan Songur, her yıl sayıları katlanarak artan iş cinayetleri istatistiklerinde yer alacak yakında, küçük kız çocuğuysa yaşamadan ölüme ve öldürmeye daha bir alıştırılacak. Ve gelecek denilen, hikâye gaspçılarının marifetiyle umutların bilkuvve gerçekleşebileceği değil, meşum bir zaman dilimi olarak örülmeye devam ediyor.