ÖİB da 'Cumhur İttifakı'nın karşısındadır' diyebilir miyiz?
“Yerli” ve “milli”nin eşanlamlı olarak kullanılmaya başlandığı şu kasvetli günlerde, Turhal Şeker Fabrikası hikâyesinin nereden çıktığını tahmin ediyorsunuzdur muhakkak. Tabii ki, “özel sektör”ün bugüne kadar devletin işlettiği 14 şeker fabrikasına göz dikmesi vesilesiyle…
Çocukken bir kez ve kısa süreli görme imkânı bulduğum Turhal Şeker Fabrikası’nı yetmişlerin ilk iki yılında ilçedeki lisede öğretmen olarak çalışmaya başlayınca daha yakından tanımıştım.
Turhal demek, her şeyi ile Şeker Fabrikası demekti o yıllarda. Traktör römorklarında fabrikaya pancar götürüp küspesini çeken köylüler, işe girebilmek için sıraya girmiş gençler ve de tabii bu büyük tesisin kapalı veya açık hava her mevsim hizmet verilebilen lokantaları/gazinoları, ilçenin yabancısı olduğu mimarileriyle lojmanları, yemyeşil bakımlı bahçeleri vs. İlçe halkının belki tesadüfen gözlerine ilişmiş olan nizami yüzme havuzunu ve (hatta!) tenis kortlarını hatırlatmayı da unutmayalım…
O dönemde, tasvir etmeye çalıştığım bu manzara devletin kurup işlettiği büyük tesislerin bulunduğu her yörede benzer değil miydi? Küçük ölçekli tarım ve hayvancılığın tek geçim kaynağı olduğu yörelerde bu tesisler gerçekten bambaşka bir dünyayı temsil ediyordu. Fabrikanın “yabancılara yasak” olan lokantaları ve gazinosunda il ve ilçenin devlet ricalinden ve yörenin “ileri gelenleri”nden oluşan bir topluluğun dinlenip eğlenmesi tabii ki bu ilçenin o zamana kadar tanışmadığı türden bir “sınıf farklılığı” olgusunu da beraberinde getiriyordu.
Ancak bu tespitin yanı sıra ilçenin sokaklarını vardiyalarına uygun biçimde sabah akşam bisikletleriyle işe gidip /gelmek için dolduran fabrika işçilerinin varlığını da unutmayalım. Benzerleri gibi Turhal da ilk kez “işçi sınıfı” ile tanışıyordu… Bu manzara tabii ki devletin kurup işlettiği başka il ve ilçelerde de karşımıza çıkıyordu. Tanımından başlayarak bencil olduğu aşikâr olan özel sektör denilen girişimlerin / girişimcilerin henüz ortaya çıkmadığı ya da daha doğrusu palazlanmadığı yıllarda söz ediyoruz.
Bu tespiti “özel sektör düşmanı” olduğumdan filan yapmıyorum. Çizmeye çalıştığım resimle, söz konusu devlet işletmelerinin Anadolu’nun yoksul il ve ilçelerinin köylüleri ve işsizleri açısından nasıl büyük bir nimet olarak algılandığını hatırlatmaya çalışıyorum, o kadar…
“Yerli” ve “milli”nin eşanlamlı olarak kullanılmaya başlandığı şu kasvetli günlerde, Turhal Şeker Fabrikası hikâyesinin nereden çıktığını tahmin ediyorsunuzdur muhakkak. Tabii ki, “özel sektör”ün bugüne kadar devletin işlettiği 14 şeker fabrikasına göz dikmesi vesilesiyle…
Gelişmelerden haberdar olmamanız imkânsız. Şeker-İş başta olmak üzere, bu özelleştirme girişimine pek çok sendika karşı çıkıyor. Birçok il ve ilçede başlayan özelleştirme girişiminin iptali için başlatılan imza kampanyaları sırasında -Ankara’da karşılaştığımız gibi- valilik tarafından OHAL gerekçesiyle engellenmeye de başladı.
Şeker-İş Sendikası fabrika satışlarına ilişkin ihalenin yürütmesinin durdurulması için Danıştay’a dava açarken Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) yetkilileri hakkında da suç duyurusunda bulunuyor. Sendikanın 14 şeker fabrikası için teklif verme süresinin 36 gün olduğunu hatırlatarak şu açıklamayı yapıyor: “Bu sürede fabrikalar gezilemez, almak için para bulunamaz” diyor.
Konuya ilişkin zorlu bir mücadele veren Şeker-İş’in Turhal Şube Başkanı Nurettin Alpat, Turhal şeker Fabrikası’nın ilçe ve çevresi için ne ifade ettiğini rakamlarla şöyle açıklıyor:
“2017 yılında, 6 bin 984 çiftçi ile 162 bin 742 dekar alandan 845 bin 440 ton pancar hasadı yapılmış; buna karşılık fabrikada işlenen 848 bin ton pancardan 113 bin 26 ton kristal şeker, 33 bin 900 ton melas ve 242 bin 45 ton yaş küspe elde edilmiştir. 2017 yılında üretilen 845 bin 440 ton pancar için çiftçilere toplamda 169 milyon 367 bin 569 lira ödenmiştir"
Özelleştirme olayının patlak vermesi sonrasında konuyu enine boyuna inceleyen (bazıları gazetemizde de yayınlanan) önemli değerlendirmeler yapıldı. Mahfi Eğilmez’in blogunda yer verdiği yazı da bunlardan birisiydi. Eğilmez, konuyu enine boyuna gözden geçirmeye çalışıyordu. “Şeker Dosyası” başlıklı bu çalışma şu “özet” ile açılıyordu:
“Türkiye'de şeker fabrikaları sadece şeker üretmez. Çevrelerinde kooperatifler örgütlenir, pancarın küspesi yem olur ve hayvancılık gelişir. Cumhuriyet, o fabrikalardan yola çıkarak tarımdan, kooperatife, hayvancılıktan bankacılığa kadar bir sistem kurmuştur. Asıl olan sistemin kimin elinde olacağı değil bozulmadan daha iyiye götürülmesinin sağlanmasıdır.”
Önümüzdeki çalışma bu “özet”ten sonra “şeker hakkında bilgi” bölümüyle devam ederek –hakkında yine çok konuşulan- “Kullandığımız şekerin kökeni” konusuna geliyordu. Önümüzdeki tablodan Türkiye’de toplam 43 şeker fabrikası bulunduğunu, bunların 13’ünün “özel” olduğunu, bu “özel”lerin 10’unun ülkedeki toplam şeker üretim kapasitesinin (4.141 bin ton) 1/4'üne yakın kısmını (990 bin ton) “pancar” değil, “nişasta bazlı şeker” ile elinde tuttuğunu öğreniyorduk.
Yani özetle, “özel”in iştahı apaçık şekilde “nişasta bazlı şeker”e yönelikti. “Nişasta bazlı şeker”? Hani en başta, çocukların birkaç lira ile ceplerini doldurabildikleri, “abur- cubur” olarak nitelenen yiyeceklere tat veren şeker. Artık hemen herkesin anladığı gibi bu tablo özelleştirilmesi istenen şeker fabrikalarının üretmeye yönelecekleri şekerin rengini açıkça göstermektedir.
(Yeri gelmişken iki yıl kadar önce Prof. Hatun’un bu “abur-cuburlar” hakkında T24’te yayınlanan -ve üretici kuruluşu bayağı hiddetlendiren!- yazısına göz atmanızı öneririm. Prof. Hatun, bu yazısında şu gözlemine de yer vermişti: “Esme, 10 yaşında; ailesine göre son 2-3 yılda hızlı kilo almış ve annesi doyma hissinin giderek kaybolduğunu, şekerli şeyler yemediği zaman başının ağrıdığını, bunun için nörologlara gittiğini anlattı uzun uzun. (…) Son yıllarda gördüğüm yüzlerce obez çocuğun ailesine sorduğum soruyu onlara da sordum: Ne oldu da Esme bu kadar hızlı kilo aldı? Annesi ‘Bizim marketimiz var ve Esme ‘abur cubur’ bağımlısı’dedi.”)
Mahfi Eğilmez’in yazısında şu faydalı bilgiler de yer alıyor:
“Şeker pancarı, bir yandan şeker üretiminde kullanılırken bir yandan da besi hayvancılığı açısından çok değerli bir gıda olan yaprak, baş ve posası ile yem bitkisi olarak işe yarar. Şeker pancarı tarımı, sözleşmeli bir tarım türü olduğu için bu işin tarımını yapan insanları köye bağlayarak ve ailenin neredeyse tüm bireylerine bir iş olanağı yaratarak kentlere göçün önlenmesinde de önemli rol oynar. Bu tarım türünün sözleşmeli olarak yapılması nedeniyle sözleşme yapılan çiftçilere kredi sağlanarak gerekli olan tarım aletleri, gübre, çeşitli malzeme ve nakdi yardımlar yapılır. Şeker pancarı ekilen alanlar aynı alanda orman yetiştirilmesiyle sağlanacak oksijenden 3 misli daha fazla oksijen yaratma gücüne sahip bulunması dolayısıyla çevre açısından da önem gösterir.”
Görüyorsunuz ekolojiden istihdama uzanan birçok alanda, yararlı ve gerekli bir tarım ve üretimden söz ediyoruz. Eğilmez şeker pancarından şeker üretiminin yararlarını şöyle “şematize” ediyor: Sosyal yarar / Daha sağlıklı şeker üretimi / Çiftçinin köyünde kalması, göçün önlenmesi / Hayvancılığa destek / Çevreye olumlu katkı.
Tahmin ettiğiniz gibi Eğilmez’in şeker pancarından şeker üreten fabrikaların kamu kesimi ya da özel kesim elinde olmasını mesele etmiyor. Bu konunun ikincil bir mesele olduğunu, asıl meselenin bugünkü sistemin sürdürülüp sürdürülmeyeceği olduğunu söylüyor: “Asıl mesele özelleştirme sonucunda devletin elinden çıkacak olan bu fabrikaların arsalarının ileride başka amaçlarla kullanılmayacağı meselesidir.”
Araya girmemi münasebetsiz bulmazsanız Eğilmez’in bu son yorumuna ilişkin ben de şu kısa yorumu yapmak isterim: Bugünün Türkiye'sinde, özelleştirmelerin sakındığınız istikamete yöneleceği besbelli değil midir?!
Eğilmez’in yazısının devamında dile getirdiği şu beklenti de günün hal ve şartlarına uyuyor mu dersiniz: “Bu şirketler özelleştirilecekse, şirketlerin, gerekli modernizasyonunun da yapılarak, şeker pancarından şeker üretimine devam etmesi garanti altına alınmalıdır.”
Bugünkü nispeten sınırlı ortamda var gücüyle “nişasta bazlı şeker”e yönelmiş olan bu şirketlerin yollarına “şeker pancarı derdiyle” devam edeceklerini varsaymak fazla iyimser bir beklenti değil midir? Benzer bir iyimserlik Maliye Bakanı’nın konuya ilişkin şu açıklamasına hâkim: “Hepimizin, milletin fabrikaları onlar. Alacaklar da bu milletin vatandaşları, yatırımcıları. Şeker fabrikaları üretime devam edecek. (…) Bu şeker fabrikalarının hepsi özel sektörde de, kamuda da olsa milletin malı…”
Bu “veciz” karşılaştırmadan sonra Maliye Bakanı’nın fabrikaların geleceğine ilişkin verdiği şu güvenceyi de aktarıp hiç tasa etmeden rahatımıza bakabiliriz: “Şeker fabrikaları üretime devam edecek. Şeker pancarının da, fabrikaların üretiminin de devam edeceği şekilde asgari 5 yıl boyunca üretimi garanti edecek hükümler koyduk.” Dikkatinizden kaçmasın “5 yıl” hepsi hepsi “5 yıl”!
Gelelim yazının başlığında yer alan sorunun (ÖİB da “Cumhur İttifakı'nın karşısında" diyebilir miyiz?) cevabına: Sizi bilmem ama bana sorarsınız cevabım “Hem de nasıl!” olacaktır. Soruyu bu şekilde cevaplamamda Cumhuriyet’in bir haberinin etkisi olduğunu da söylemeliyim.
Gazetenin “İttifakı şeker bozdu” haber başlığı bana göre de hayal ettiğini değil de gördüğünü/duyduğunu haber yapan/aktaran türden. Anadolu’da gerçekten hızla büyüyen bir “şeker ittifakı” doğuyor. Yani “Anadolu’da şeker ittifakı kuruldu”. İşte size olur olmaz, yakışır yakışmaz pek çok kere (ve neredeyse hep birlikte) yan yana getirilen “milli ve yerli” lafının ayakları yere basan biçimi!
Demek ki artık ittifaklar tartışmasını bir sonuca bağlama vakti gelmiştir; içinde iktidar partisinden başlamak üzere her partiden yetkili-yetkisiz destekçisi bulunan bu “ittifak”ın önünde durabilmek imkânsızdır. Bunun için diyorum ki, ÖİB, 14 şeker fabrikasını bir ay gibi kısa bir sürede özelleştirerek “Cumhur İttifakı”na en büyük darbeyi vurmuştur….
Sizi bilmem ama ben, 30 gün sonra (yani özelleştirmelerin hitamında) seçmen tercihlerini yoklamak için “sahaya inen” araştırma kuruluşlarının raporlarını şimdiden görüyor gibiyim… Toplumdan ümit kesilmez diyelim; bugün “Şeker İttifakı” yarın da belki …
Hep aynı türkü ve Politik Ekoloji'nin yokluğu 29 Mayıs 2018
'Cumhur İttifakı' eşittir 'Millet İttifakı' 07 Mayıs 2018
'Gaz kullanımına ilişkin bu isteksizliği anlamıyorum' 21 Nisan 2018
‘Adalet Tanrıçası’ onasa da Çomak’ı unutmamalıyız 11 Nisan 2018 YAZARIN TÜM YAZILARI