YAZARLAR

Kadın arkadaşlar hiç eksik olmasın...

Yakın kadın arkadaşlıklarının önemli bir kısmı bir vadede tüketilir genellikle. İstisnai bazı arkadaşlıklar ise defalarca askıya alınsa da askıdan indirilme zamanı geldiğinde aynı yumuşacık ve mis gibi lavanta kokusuyla sımsıkı sarıveririr insanı. Sözüm o sarmalayışlardan dışarı…

Yakın bir kadın arkadaş kadar kadınlara iyi gelen pek az şey var. Birçoğumuz için bu böyle. Yaşadığımız hayatlar tarafından henüz katılaştırılmamışsak, rengarenk oyun toplarıyla dolu bir havuza düşer gibi çocuksu bir heyecanla düşeriz bu arkadaşlıkların içine. Öylesine hesapsız ve korumasız. Kadın arkadaşlarımızla birlikte gülüşür ağlaşırız. Kahve içer fal bakarız. Hayatlarımıza veda etmiş erkeklere otopsi yapar, uzun yürüyüşlere çıkar, üstüne bir de sinemaya gideriz. Birlikte sezon sezon dizi izler, okuduğumuz kitapları değişiriz. Fındıklı kurabiyeler yapar, avaz avaz şarkı söyleriz. Çiçek fidelerimizi ve yoğurt mayalarımızı paylaşırız.

Gelgelelim kadın dostluğu çok güçtür de bir yandan. Eksik olmayasıca arkadaşlık… Oyun havuzunda durduğu gibi durmaz her zaman. Bazen de yakan top olur, canını acıtır insanın. Kaynağını az sonra belirtmek kaydıyla şu aşağıdaki pasaja bir kulak verelim mesela:

“1893 yılında, Jane ve Ellen’ın ilişkisi değişmişti. Hâlâ iyi arkadaşlardı ve bu böyle de kalacaktı ancak aralarındaki özel yakınlık kaybolmuştu. Ellen’ın gayreti ve coşkulu heyecanı, Jane’i içtenlikle eleştirme hevesi, sakin ve çatışmadan kaçınan Jane’e fazla gelmeye başladı; Jane’in soğukkanlı açık fikirliliği ise kendi fikirlerine sıkıca bağlı ve başkalarını kolayca yargılayan Ellen için fazlaydı. Jane bir keresinde Ellen’a, onun kendisini sevdiğini bildiğini ama beğenmediğini düşündüğünü söylemişti. Ellen da Jane’e sokağın ucundan şeytanın geldiğini görse, kuyruğunun kıvrımına hayran olacağından emin olduğunu.”

Vay vay vay… Ellen Gates Starr olanca kibarlığının ardından nasıl da “hart” diye ısırıvermiş arkadaşını. Diyor ki “evet ben kolay beğenmiyorum ama sen de yoluna şeytan çıksa onda bile hayran kalacağın bir şey bulmak için yaratılmışsın. Kısacası “eziksin” demek istiyor bence. Fakat 19'uncu yüzyıl sonundayız. Her derde deva “ezik” lafı henüz keşfedilmemiş. Dolayısıyla Ellen böyle ipeklere sararak indiriyor yumruğunu arkadaşının suratına. Nitekim Jane Addams’la olan arkadaşlığı, ölüm onları ayırıncaya dek sürecek arkadaşlıklardan olamıyor.

Bu arkadaşlığın gelgitlerine ilişkin yukarıdaki pasajı okuduğumda, yazar nasıl da kıskıvrak yakalamış meseleyi diye düşündüm. İki kadının mizaç farklılıkları ve Ellen’ın bu farklılıkları varsaymayan ya da yeterince dikkate almayan hararetli ve yargılayıcı tutumu. Bu tutumdan kaynaklanan kaçınılmaz talepkârlık; kadın arkadaşlıklarının azılı düşmanı. Her ne kadar bu pasaj meseleyi “talepkârlık” olarak açıkça ortaya koymuyorsa da iki kadının arkadaşlığına ilişkin betimlemeleri hayat bilgimizle buluşturunca bu sonuca varabiliyoruz.

Alıntı Jane Addams biyografisinden. Ayizi Yayınevi birkaç yıl önce yayımlamıştı bu biyografiyi: Jane Addams: Eylemci Bir Ruh. Ne ilginç, ne ilham verici ve nasıl mücadeleci bir hayat öyküsü.

ABD’li feminist, aktivist, sosyolog, filozof, sosyal hizmetler alanının öncü ismi, Nobel Barış Ödülü'nü alan ilk Amerikalı kadın (dünyada da ikinci kadın) Jane Addams, yaşamının her döneminde inandığı her şeyi yeniden gözden geçirmeye ve hemen her konuda dönüşüme belirli bir açıklık taşıyan bir isim. Bir şey hariç: Şiddetsizlik etiğinden, savaş ve şiddet karşıtlığından hiç vazgeçmiyor.

Jane Addams biyografisini geniş bir çevirmenler grubu ile birlikte tercüme eden ve yayına hazırlayan Özlem Cankurtaran Öntaş’la, Ankara’nın şirin mekanı Chile Minor kafede, “Ayizi kadınlarıyla sohbetler” çerçevesinde bir söyleşi yapacağız bugün. Kitabı da bu vesileyle okudum. Ne iyi oldu. İç savaş yıllarında doğmuş ABD’li bir kadının, hayatını kadınların ve yurttaşlığın güçlenmesine adama biçimine hayran olmamak mümkün değil. Addams’ın bunu yaparken aynı zamanda kadın arkadaşlarla çevrili çok güçlü bir dayanışma ağını ilmek ilmek örmedeki ısrarı da çok etkileyici.

İşte bu ağ içinde de gördüğümüz şey, hem kadın arkadaşlığının nasıl güçlendirici olduğu hem de bir yandan ne kadar emek, incelik, düşüncelilik ve aslında en önemlisi biraz da mesafe istediği. Bağra jilet atarak talep edilen türden yakınlığı da, aşırı beklentiyi de, hatta ve hatta yeri geldiğinde sitemkârlığı bile çok kaldırmıyor kadın arkadaşlığı. Jane Addams biyografisini okurken güçlenmek için kadın arkadaşların varlığının hayatiliğini ve kadınlar arası ağın güçlenmesinin savaşlar dahil her tür musibetin önüne nasıl bir set kurduğunu da bir kez daha görüyor insan.

Yazar Louise W. Knight, Jane Addams’ın hayat arkadaşı olarak tanımladığı Mary Rozet Smith’le olan ve neredeyse aşk gibi yaşanan arkadaşlığın aynı zamanda cinsel bir aşkı da içerip içermediği sorusunun yanıtını veremeyeceğimizi söylemiş. 19'uncu yüzyıl sonu ve 20'nci yüzyıl başında yaşanmış bir hayat içinde çok güçlü bir bağla sürmüş bu beraberliği, bugünkü kodlarımızla okuyamayız demek istemiş ki bana kalırsa bunun bizim açımızdan pek bir önemi de yok.

Henüz iki buçuk yaşındayken annesini kaybetmiş, yaşamı boyunca geniş ailesinin bütün üyelerini, üç ablasını birer birer yitirmiş olan Jane Addams’ı bu kayıplar arasından çıkararak Jane Addams yapanın büyük ölçüde de kadın arkadaşlar olduğunu görüyoruz. Kitapta okuduğumuz üzere, Jane Addams, arkadaşlığın ve bağlılığın hayattaki en önemli şey olduğunu ve kıymetli şeyler gibi korunması gerektiğini düşünüyor. Buna katılmamak da mümkün değil doğrusu.

KADIN ARKADAŞLARIMIZ

Fakat yine de her zaman öyle hayat katmanları üzerine sıkılmış krem şanti lezzetinde değildir kadın arkadaşlığı. Kadın arkadaşlarımızla birbirimize trip atar, kapris yapar ve öfkeleniriz. Birbirimizi üzeriz, hırpalarız, terk ederiz, küser ve barışırız. Bazen de istesek bile bir daha o arkadaşlığa hiç geri dönemeyiz. Yıllar geçip yeniden bir araya gelebileceğimizi düşünerek yaptığımız hamlelerde de çoğu kez onuncu dakikada aynı tuhaf ısırış dişini etimize geçiriverir. O arkadaşlıktan niye gittiğimizi bir kez daha anlarız. Hasılı kadınlar olarak yakın arkadaşlıklarımızı da bir nevi aşk gibi yaşadığımız söylenebilir.

Yakın kadın arkadaşlıklarının önemli bir kısmı bir vadede tüketilir genellikle. İstisnai bazı arkadaşlıklar ise defalarca askıya alınsa da askıdan indirilme zamanı geldiğinde aynı yumuşacık ve mis gibi lavanta kokusuyla sımsıkı sarıveririr insanı. Sözüm o sarmalayışlardan dışarı… Daha cool, daha makul ve daha az beklentili, fakat aslında en hakiki paylaşımlı arkadaşlıklardır bunlar. Geri kalanlar ise bir vadede genellikle bir hınç birikim rejimine kurban gider.

Yazı günüm 8 Mart’a denk gelince ve beni benden alan Jane Addams biyografisini de okuyunca bu konuda bir şeyler yazayım istedim. Bu denk gelişi boşa harcayamazdım doğrusu.

Sanırım Jane Addams’ı başka zamanlarda olduğu gibi savaşın kapıya dayandığı zamanlarda da yılgınlıktan çekip çıkaran kadın arkadaşları olmuş. Kadınlar birbirlerini yalnızlık şeytanlarıyla dolu çöllerden korumuş. Biyografinin yazarı Louise W. Knight, Jane Addams’ın bu konudaki duygularını şöyle ifade ediyor: “Daha sonraları savaş zamanında barış yanlılarının nasıl ‘yalnızlık şeytanlarıyla doldurulmuş yapay bir çöle’ doğru dışlandıklarını hatırlayacaktı. Barış yanlıları kendilerini ‘birer suçlu’, ‘insanlık kaçakları’ gibi hissediyorlardı.”

Biyografisinde belirtildiği üzere, Jane Addams, New York’ta Kadınların Barış Partisi destekçilerine yönelik yaptığı konuşmada büyük beklentiler yaratmak istemeyen bir temkinlilikle şunları söylemişti. “Savaşı durdurabileceğimizi düşünmüyoruz. Elimizi kaldırarak, orduların bu kıyımı durdurmalarını sağlayabileceğimizi de zannetmiyoruz. Bizce, yeni bir perspektifin ortaya konmasının kendisi değerli bir şeydir. Kadınların bir araya gelmesinin ve ne yapılabileceğine ilişkin görüş alışverişinde bulunmalarının önemli olduğunu düşünüyoruz”.

Şu günlerde bizim de çok ihtiyacımız olan “yeni bir perspektif”i ancak kadınlar ortaya koyabilir gibi görünüyor. Kadınlar bir araya gelsin, kadınlar bir araya muhakkak gelmeli diyelim biz de.

Kadınlar arasındaki bağlar daim olsun.. 8 Mart kutlu olsun. Hayatı hafifleten ve ufkumuza umut düşüren kadınlara aşk olsun…


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.