Neden orada kalmadılar?
“Buradan başla” balonunda söz, “30 yaşında bir kadınsın,” diye başlıyor. “Evli ve çocuklu bir öğretmen olarak huzurlu bir hayat sürdürüyorsun.” İkinci balonda, “Ülkendeki iç huzursuzluk, şiddetli protesto ve çatışmalara dönüştü,” diye söze giriliyor ve soruluyor: “Bu ülkede yaşamaya devam edecek misin?”
Suriyeli mülteciler konusu bir nevi faşistlik detektörü işlevi görüyor. Gerçi, diyeceksiniz, detektöre ne hacet! Yine de icap ettiğinde elini hangi araca atacağını bilmek iyi. Peki Suriyeliler giderse detektörsüz mü kalacağız? Kalmayacağız evelallah. Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler… Bizde renk renk turnusol kağıdından bol ne var? Faşistimizin, ırkçımızın alet edevat çantası maşallah tıka basa dolu. Ayrıca zaten kolay kolay gidemezler.
Elinde rakıyla profil fotoğrafı pozu verip, “O kadar seviyorsan al evinde besle!” diye çemkiren modern kadınımız, vatanına, milletine derinden bağlı insan kaçakçılarımız, su üstünde tutmayan, aksine aşağı çeken sahte canyeleği imalatında Suriyeli çocukları çalıştırma dehasını gösterebilmiş hünerli ve Cuma’yı kaçırmayan esnafımız, “Arapları sevmiyorum” diyeceği yerde “Beyoğlu bitti”yi ortaya sürmeyi akıl etmiş aydınlık büyükşehir insanımız ve ezcümle “ama teröristler!..” korolarımızla, yaygın ırkçılığımıza yaraşır bir motifi üretmemiz zor olmadı. Üretir üretmez de benimsedik: “Ülkelerindeki savaştan kaçan şerefsizler!..”
Hayata Destek Derneği’nin “mülteci kimdir?”i kısaca anlatmak üzere hazırladığı iki şema, ırkçılık karşısında diyeceklerini her yere taşan öfkesinin kızgın köpükleri arasında bizzat târumâr eden benim gibilerin yardımına koşuyor. Şemalardan ilkinin başlığı: “Neden ülkelerinde kalmadılar ki?”
“Buradan başla” balonunda söz, “30 yaşında bir kadınsın,” diye başlıyor. “Evli ve çocuklu bir öğretmen olarak huzurlu bir hayat sürdürüyorsun.” İkinci balonda, “Ülkendeki iç huzursuzluk, şiddetli protesto ve çatışmalara dönüştü,” diye söze giriliyor ve soruluyor: “Bu ülkede yaşamaya devam edecek misin?”
“Hayır” cevabı veren, doğruca sınıra yöneliyor: “Komşu ülkenin sınırlarını açtığını öğrendin. Ancak sınırda izdiham var. Geri dönecek misin?” Dönmeyecekse, muhatabımız mülteci haline geliyor. Dönecekse şu şıkla karşılaşıyor: “Çocuğun ve sen silahlı çatışma arasında kaldınız.”
Buraya başka yollardan da varılıyor ne yazık ki. 30 yaşındaki öğretmenimiz, büyüyen çatışmalara rağmen ülkesinde kalmaya karar verirse şu durumla yüz yüze geliyor: “Ülke genelinde eğitim-öğretime ara verildi. Artık gidecek işin yok. Bu ülkede kalmaya devam edecek misin?” Etmeyecekse, az önceki yoldan sınıra geliyor. Dönerse, çatışmanın ortasına.
Ülkeden gitmemişse, durumu çok ağırlaşıyor: “Eşinin işyeri yağmalandı ve eşinden haber alamıyorsun. Artık yaşadığın yer güvenli değil.” Ve ona tekrar soruluyor: “Burada yaşamaya devam edecek misin?”
Muhatabımız ülkeyi terk etmez, ama “daha güvenli olduğu için ailesinin yaşadığı kente taşınırsa” da tehlikeden kurtulamıyor: “Savaş buraya da sıçradı. Hâlâ kalmalıyım diye mi düşünüyorsun?” Öyle düşünmüyorsa doğru sınıra. Düşünüyorsa, çocuğuyla birlikte çatışmanın ortasına.
Kendi işinden sonra eşinin işyerinden de oldular, eşi de ortada yok, ama muhatabımız çocuğuyla birlikte yine de ülkesinde kalacak. Üstüne üstlük, “eşinin kaçırılıp öldürüldüğünü” öğreniyor. Belki artık koşar sınıra. Ya da her şeye rağmen kalır: “Çocuğun hastalandı. Fakat gidecek hastane yok.”
Kalacak mı? Evet: “Bulunduğun ev bombalandı.”
Bu zinciri muhayyel ve abartılı bir art arda geliş değil, pekâlâ birleşip bir zincir oluşturabilecek veya her biri benzer başka sonuçlara ulaştırabilecek halkaların birarada sunuluşu olarak kabul etmeliyiz.
İkinci şemaya geçelim: “Neden kalıp savaşmadılar ki?”
“Buradan başla” denen yerden başlıyoruz: “15 yaşında bir erkek çocuğusun. Üniversiteye hazırlanıyor, derslerini de ihmal etmiyorsun. Baban bir avukat ve sana iyi bir gelecek sunmak için para biriktiriyor. Annen şeker hastası olduğu için kendini genellikle yorgun hissediyor ve erken emekli olmuş.” Derken: “Ülkenin farklı şehirlerinde kitlesel eylemler düzenleniyor, kısa süre sonra şiddet olayları patlak veriyor. Üniversiteye hazırlandığın dershane, derslerini sürdüreceğini söylüyor.” Bu defa sorumuz daha mütevazı: “Derslere devam edecek misin?”
İlk şık etmemek: “Evde kalıyorsun, çünkü sokaklar artık güvenli değil. Zaten dershane de bir süre sonra kapanıyor.” Ve karanlık eve de çöküyor: “Baban gözaltına alınıyor. Annenin düzenli bakıma ihtiyacı var, ama bir yandan çevrendekiler seni savaşa çekmeye çalışıyor. Anneni bırakarak savaşa mı katılacaksın?” Mütevazı bir “dershaneye devam edecek misin?”den, savaşa falan geliverdik. O koşullarda hiç zor değildi. Ve değil.
Evet, oğlan savaşa mı katılacak? Bir şık pek basit ve pek katı: “Savaştan sağ çıkamadın.” Buraya uzanan başka yollar da var… Cevap hayır ise, şu ihtimale yanaşıyoruz: “Bazı hastaneler kapandığı için ilacı almaya gittiğin hastane çok kalabalık. Saatlerce bekledikten sonra annenin ilacını alıyorsun. Dışarı çıktığında hava karanlık.”
Tam bu noktada birkaç adım geri dönelim ve oğlanın derslere devam edeceği varsayımından ilerleyelim: “Dershaneye gitmeye devam ediyorsun. Ülkede oluşan güvenlik zâfiyeti nedeniyle şehrin polisleri diğer şehirlere nakledilmiş.” Kaç yıldır izlediğimiz Suriye manzarasıyla karşılaştırılınca pek naif kaçmış bir güvenlik boşluğu tasviri sayılmalı. Yine de kötü sonucu doğurmaya yetiyor: “Eve dönüşte saldırıya uğruyorsun, telefonun ve cüzdanın çalınıyor.” Yukarıda, kalabalık hastaneden annesinin ilacını güçlükle alabildiğinde oğlanın eve dönüş yoluna ancak hava karardıktan sonra koyulabildiği bir hatta ilerlemiştik. Oradan da buraya varıyoruz: saldırıya uğruyor, soyuluyor.
“Hastaneler kapandı ve annenin insülin ilaçlarını bulamıyorsun. Yaşadığın şehir daha da güvensizleşti. Kalmaya devam edecek misin?” diye soruluyor oğlana. “Hayır” cevabı verirse yola düzülecek: “Evinizi terk ettiniz. Çok sayıda kontrol noktasından geçtiğiniz altı saatlik yoldan sonra yeni bir şehre geldiniz. Burası da güvenli değil. Telefon hatları kesildi ve babandan hâlâ haber yok. Bu şehirde kalmaya devam edecek misin?”
Cevap “hayır” ise sınıra doğru meşakkatli yolculuk başlayacak. “Evet” ise: “Savaşa katılman için zorlayıcı davetler almaya başladın. Savaşa katılacak mısın?” Evet derse, “sağ çıkamadın”a pek az mesafede. Hayır derse, şehirde kalmamaya karar verdiğinde ne yapacaksa onu yapacak: “Sizi sınıra götürmesi için bir taksiye normal ücretin yirmi katını ödüyorsunuz. Sınıra vardığınızda binlerce insan görüyorsunuz. Kimliklerinizi hazırlamanız söyleniyor. Cüzdanını çaldırdığın için kimilğin yok. Ne yapacaksınız?”
Bekleyince olacaklara birazdan gelelim. “Sınırı yasadışı yollardan geçmeye çalışıyorum” şıkkını seçmenin kahramanımızı nereye vardırdığını izleyelim: “Kimliksiz sınırı geçmenin yollarını arıyorsunuz. Bulduğunuz adam elinizdeki tüm parayı vermeniz karşılığında sizi gece karşıya geçirebileceğini söylüyor. Ne yapacaksınız?”
Beklemeyi seçebilirler. Bu durumda, bütün paralarını isteyen adamla karşılaşmadan önce beklemeyi tercih etselerdi ne olacaksa o oluyor: “Saatlerce bekledikten sonra nihayet sınır kapısındasınız. Fakat kimliksiz olman sorun. Annen seni bırakmak istemediği için yemek ve battaniye dağıtılan kampta bekliyorsunuz.”
Ya da: “Adama paranın yarısını peşin veriyorsunuz. Üç saat sonra buluşma noktasına gidiyorsunuz. Fakat kimse gelmiyor.” Yukarıda sözü edilen kampa dönüyorsunuz.
Hayata Destek Derneği’nin şemaları her şeyden önce, diyelim seksen şiddetindeki bir faciayı sekiz şiddetinde tasvirlerle sunuyor ki, facialardan haberdar olmayı ve aman, hele, mazallah ufak bir sorumluluk hissetmeyi bünyesi kaldırmayan hassas insanlarımız derhal oraya buraya kaçışmasın.
Muhtaç olana -onu ezmeden- yardım etmek, bizzat yardım edenin tedavi edilmesine yarar. Yoksa “çok seviyorsan al evinde besle” diyen birinin tedaviye ihtiyacı olmadığını mı düşünüyorsunuz?