Güncelleme 'mihne' olmasın
Kısa ve genellemeci bir tarihi bilgiyle ama köşe yazısı olarak çok uzun bir girişle “İslam'ı güncelleme” direktifine niçin itiraz ettiğimi anlatmak istedim. Sadece dini meselelerde de değil her alanda özgür düşüncenin toplumlara katkısını tek bir örnekle hatırlatmak ve özgür düşüncenin kısıtlanışının koskoca bir medeniyet tahayyülünü ne denli kısırlaştırdığını hatırlatmak bir de.
İslam tarihinin karanlık ve acılı dönemlerinden birine hatta birincisine verilen isim “mihne”. Alimlere ileri sürdükleri görüşler, sahip oldukları fikirler nedeniyle mihnet çektirilen, eziyet edilen sürecin adı. Hapisle, zindanlarda uzun süreli işkenceyle fikirlerini değiştirmeye zorlanır alimler.
Değiştirdiklerini söyleyenler serbest kalır. Bir nevi engizisyonu, İslam tarihi için, mihne denilen süreç. Miladi 813-846 yılları arasında yaşanır. Hicretin ikinci yüzyılının sonlarıyla 3'üncü yüzyılının başları. Abbasi halifeliği dönemi. Halife Me’mun ile başlar. Takip eden iki halife döneminde sürer ve Halife Mütevekkil ile son bulur.
Hicrî birinci yüzyıldan itibaren başlayıp özgür tartışma ortamıyla ilim meclislerinde süren itikadi (i’tikadî) yani inanç esaslarıyla ilişkili görüş ayrılıklarına, hükümdarın taraf olması, sorunu siyasallaştırır. Taraflardan birini, Mutezile ekolünü benimseyen Halife Me’mun, bu kelam ekolünü hak mezhep olarak tanır. Kendi mezhebine katılmaya zorlar halkı ve farklı görüşlerdeki ilim ehlini. Ortaçağın karakteristik iktidarın mezhebi, mezhebin iktidarı sorunsalının İslam tarihindeki izdüşümü yaşanır böylece otuz yılı aşkın bir süre.
Mutezile, özgür düşünceyi savunup akideleri aklın ışığında izah ederek temellendirir. Sistematik düşünme yöntemlerini geliştiren bir akım olduğu halde halifenin uyguladığı baskı politikasıyla siyasetin sopasına dönüşür. Gerçekte hicretin ilk yüzyılından itibaren tercümelerle başlayıp fikir ve ifade hürriyetiyle İslam toplumunda düşünce ve bilim alanındaki gelişmeleri hazırlayanlar, Mutezilî alimlerdi. Karşıtları ise selefin inanç esaslarını aynıyla sürdürmeyi savunurlardı. Selef yani sahabe, tabiun ve tebe-i tabiunun olarak isimlendirilen üç nesil. Peygamberi görenler, peygamberi görenleri görenler ve onlara uyanlar şeklinde basitleştirerek açıklayabileceğimiz bu üç neslin peygamberden nakledilen düşünme kalıplarıyla inanç esaslarını açıklama yöntemi, Selefîlik. Mutezili alimlerse nakledilen inanç izahının yerine akledilen inanç izah metodu yerleştirmeyi hedefler.
Yaklaşık iki yüz yıl boyunca İslam dünyasının düşünce ve bilim hayatına yön verir, Mutezile ekolü. Bugün geçmişle övünmeyi sevenlerin İslam medeniyeti adına ileri sürdükleri gelişmelerin her birinin mimarı diyebileceğimiz güçlü bir düşünce ve bilim akımı Mutezile. Başlangıçta İslam Fıkhının (hukuk sistemi) bir dalı olarak görülen itikadi konulara ilişkin yorumların yapıldığı kelam ilminin de kurucuları. Kelam zamanla fıkıhtan farklı ayrı bir ilim dalı haline dönüşür. Fıkıh amelî yani gündelik yaşama ilişkin (pratik) konularla ilgilenir. Kelam ise itikadi (inanç esasları) zihinsel, düşünsel (teorik) konuların çalışma alanı haline gelir ve İslam felsefesi böylece doğar. Mesela Tevhid akidesi, temel tartışma konularından biridir.
Tevhid yani Allah’ın varlığı ve birliği, ezeli ve ebedi oluşu akıl yürütme yoluyla açıklayanlar Mutezile ekolünü oluştururlar kelamın. Selefîler ise aynı inancı selefin naklettiği açıklama yöntemiyle tekrar etmenin yeterli olduğunu söyler. Yoksa tevhid inancında ayrılmış değillerdir. Ancak bu açıklama yöntemi farklılığı kaçınılmaz olarak kader gibi Allah’ın sıfatları gibi konularda fikir ayrılığını getirir. En önemlisi Kuran’ın yaratılmış mı yoksa kadim varlık mı olduğu üzerine yapılan tartışmalardır. Mutezile yaratılmıştır der. Kadîm olan Allah dışında varlık kabul etmenin Tevhid inancını zedeleyeceğini söyler. Selef ise Kuran-ı kadîm ve kelamullah sıfatlarıyla anarak bilgiyi naklettiği için selefîler, Kuran’ı da kadîm varlık kabul eder. Bu hayli karmaşık kelam tartışmalarının detaylarına ulaşmak isteyenler için İslam Ansiklopedisinin, her biri alanın uzmanı alimlerce yazılmış Mihne, Mutezile, Selef, Selefî maddeleri derli toplu bir bilgi kaynağı olabilir.
Tartışmaların çıkışı fetihlerle ilişkili. Fetihlerle genişleyen İslam topraklarında ilk yüzyıldan itibaren farklı inanç mensuplarıyla Müslümanlar bir arada yaşamaya başlamışlardı. İslam akidesinin yani inanç esaslarının, diğer köklü inançlar karşısında akılcı izahına duyulan ihtiyaçla baş göstermişti Mutezile ekolü. Sistematik tartışma metotlarının geliştiği Hristiyan, Zerdüşt, Budist ve diğer inanç sahiplerinin, din adamlarının sorgulamaları, eleştirileri karşısında Müslüman din adamlarının fikir üretme ve sistematik düşünme yöntemleriyle diyalektik geliştirme ihtiyacı vardı. Farklı dinlerin uzmanlarınca yapılan sorgulamalara cevap üretmekte yeterli değildi seleften nakledilen bilgiyle inanç esaslarının izahı. Alimlerin bir kısmı seleften nakledilen rivayetlerle inancın izahını bırakıp, onların izah yönteminden ayrılarak (itizal ederek) nakletme metodu yerine akletme metotları geliştirdikleri için ayrılanlar anlamına da gelen mutezile ismiyle anılmaya başlamışlardı.
İşte bu çabayla Yunanca tercümeler, tercümelere yapılan şerhler ve özgün eserlerle muazzam bir külliyat oluştuğunu görürüz sadece iki yüz yılda. Hükümdarlar tarafından da destek ve teşvik edilir, Mutezile ekolü. Emevi halifeleri de Abbasi Halifeleri de tanıdıkları özgür düşünce ortamıyla, fikir ve ifade hürriyetiyle serbest tartışmalara katkı sunarlar. Bilindiği gibi Abbasi Halifesi Harunreşit zamanında en parlak dönemini yaşar, özgür düşünce ve gelişir ilim. Bugüne kadar ışık tutabilen güçlü İslam Medeniyeti gelişir. İfade hürriyetine örnek olmak üzere özellikle ilim yuvası olan Bağdat ve Basra’da yaşanan ilim hayatını hatırlamak yeterli olabilir. Camiler sadece namaz kılınan ibadet mekanları değil aynı zamanda mektep o zamanlar. Alimler camilerde oluşan halkalarla bilgi aktarımı ve fikir üretimini sürdürür. Bir alimin halkasında farklı fikirler de dile gelir. Fikir ayrılıkları yeni metotlarla ayrı bir düşünce sistematiği geliştirme evresini gerekli kıldığı zaman o halkadan ayrılan bir alim aynı caminin bir başka köşesine çekilerek kendi halkasında gene serbest tartışma ortamıyla fikirlerini geliştirmeye devam eder. Bugünün Türkiye’sinde tahayyül bile edilemeyecek ifade hürriyetinden söz ediyoruz.
Ta ki bu yazının başlarında anılan Halife Me’mun dönemine kadar. H. 198'de başlar mihne. Hilafetinin ilk yıllarında Memun da serbest tartışmalara itiraz etmez. Ancak naklin yerine aklı koyan Mutezile ekolünü itikadi mezhep olarak benimsediğini ilan ettikten bir süre sonra Selefî görüşlerin derslerini yasaklar. Giderek halkı ve alimleri Mutezile mezhebini kabul etmeye zorlar. Özgür düşünceyi, düşünce özgürlüğünü yok ederek dayatma politikası engizisyonu andıran baskı ortamına dönüşür.
Sonrası karanlık. Karanlık Mihne yılları sona erdiğinde bu defa Mutezile ilim meclislerinden dışlanır, saraydan kovulur. Selefin hakimiyeti başlar. İslam Medeniyetinde geri gidişin ilk büyük adımı, mihneyle ve mihne sonrası Mutezilenin dışlanışıyla atılmış olur. Nakil güçlenir, akletme yöntemleri karşısında. Mutezile alimleri halifelik topraklarından uzaklaşır. Mavearaünnehir bölgesinde bir süre daha varlık gösterir. Sonraki tarihlerde kurulan Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin himayesiyle Horasan bölgesinde ilim ve fikir üretimini bir müddet daha sürdürüp zamanla duyulmaz, bilinmez hale gelirler. Öyle bir yok oluş ki bugün bile ehli sünnet kesimlerin içinde Mutezile adını küfür, hakaret niyetine kullananlar pek çok.
Horasan malum ülkemizin itikat ve amel yönleriyle dini anlayışımızı, Anadolu ve Rumeli Müslümanlığının, İslam coğrafyasının kalanından farklılaşan yönlerini etkileyen önemli bir mihenk noktası. Anadolu’ya akan büyük Oğuz göçüyle insanlar İslamı, Horasan’da öğrenerek, göçe devam eder. Yanlış anlaşılma olmasın Mutezile mezhep olarak tanınmadı burada. Ancak Mutezileden biraz farklılaşan ama aklı öncelemek yönüyle benzeşen Maturidî mezhebinin doğmasında etken olduğunu düşünebiliriz Horasanda Mutezile alimlerinin bir süre devam eden varlığını.
Başka mezhepler de var elbet ama bu ülkenin Hanefî olan dindarları, kim olduğunu ve ne dediğini dahi bilmeden ezbere “amelde mezhebim Hanefî, itikatta mezhebim Maturidî” kalıbını kullanır. İslam dünyasında “Türk mezhebi” olarak da anılan İmam-ı Azam’ın öğretisi, amelî (ibadet ve gündelik yaşam pratikleri) mezhep kabul edilir. Ancak Horasan’ın Maturid köyünde yaşamış İmam Maturidî’nin görüşleri de inanç esaslarını oluşturduğundan itikadi mezhep olarak anılır. Nakli tümüyle ret etmeyip ama tevhid inancı başta olmak üzere iman esaslarını açıklarken akletme yöntemlerini nakledilen bilginin önüne geçirir. Başka bir deşişle sıralamada akıl, nakilden önce gelir. Belki biraz ileri yorum olabilir ama İslam coğrafyasının geneline kıyasla ülkemizde yeni selefi akımların çok fazla rağbet görmeyişinin altında yatan etken de inanç esaslarımızı şekillendiren Horasan geleneği. Bilgisizce de olsa kültürel genlere işlemiş olmalı akideyi akılla izah yöntemi.
Kısa ve genellemeci bir tarihi bilgiyle ama köşe yazısı olarak çok uzun bir girişle “İslam'ı güncelleme” direktifine niçin itiraz ettiğimi anlatmak istedim. Sadece dini meselelerde de değil her alanda özgür düşüncenin toplumlara katkısını tek bir örnekle hatırlatmak ve özgür düşüncenin kısıtlanışının koskoca bir medeniyet tahayyülünü ne denli kısırlaştırdığını hatırlatmak bir de. Kadınlara yönelik dini baskılara itiraz şeklinde başlayan dini güncelleme direktifi yerine din alanında düşünce özgürlüğünü mümkün kılmak için nasıl hareket edilmesi gerektiğine ilişkin düşüncelerimi de sonraki yazıya bırakıyorum. Yukarıda geçen ve önemsediğim bir cümlemi tekrar ederek bitireyim bugünlük.
Özgür düşünceyi, düşünce özgürlüğünü yok ederek dayatma politikası engizisyonu andıran baskı ortamına dönüşür.