Yasak dilde söylenmiş şarkılar üzerine…
Bugün sözde bir yasak yok ama Kürtçe konuşmak, şarkı söylemek suç. Bir dönem Musa Anter’e “Kürtçe ıslık çaldığı” gerekçesiyle verilen ceza, bugün üniversitelerde düzenlenen toplantılarda Kürtçe şarkı söyleyenlere veriliyor. Dahası, Kürtçe şarkılara kattığı yorumla kalplerimizi fetheden isimlerinden Aynur Doğan, Türkiye’de konser veremiyor.
Beni tanıyanlar, yazılarımı okuyanlar, belgesel plaklara meraklı olduğumu bilirler. En çok heyecanlandığım plaklar, yazarlardan liderlere önemli insanların seslerini barındıranlar. Memleketimizde yazık ki çok örneği yok ama dünyadaki örnekleri hayatımın her gününde yeni heyecanlar yaratacak kadar çeşitli. Geçtiğimiz günlerde Berlin’de bulduğum Salvador Allende’nin yaptığı son konuşmanın ses kaydını içeren plak bunlardan biri. Kim bilir bilmediğim daha nicesi var…
Memleketimizde örneği çok yok dedim ama durup dururken karşımıza çıkan ya da duyumunu aldığımız bir plak, gündemimize oturabiliyor. Birkaç gün önce HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, Bitlis Düşünce ve Akademik Çalışma Grubu tarafından ortaya atılan bir iddiayı meclis kürsüsüne taşıdı ve Şeyh Said’in ses kaydını içerdiği iddia edilen bir plağın devlet arşivlerinde varlığını sorgulayan bir soru önergesini Başbakan Binali Yıldırım’ın cevaplaması istemiyle meclise sundu. İddianın dayandığı nokta, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nden çıkan bir belge… Belgeye göre, Şeyh Said tarafından doldurulmuş bir Kürtçe plak, “zararlı” düşünceler içerdiği gerekçesiyle 28 Ocak 1937 tarihinde Dahiliye Vekilliğince ve Atatürk’ün onayıyla yasaklanarak arşive kaldırılmış.
O dönem Anadolu’da dolaşan ve plak kaydeden şirketlerin varlığı biliniyor. Sadece şarkılar ve türküler değil, kimi konuşmalar da bu sayede kayıt altına alınmış. Sadece bu yörede değil, dünyada yaşayan Kürtlerin şarkıları, türküleri ve konuşmaları erken dönemde kimi arşivlere girmiş. Nitekim geçtiğimiz yıl Columbia şirketinin arşivinde yer alan kimi Kürtçe kayıtlar yayımlanmış, 1910’lu yıllarda yapılmış bu kayıtlar vasıtasıyla bir dönem Mezopotamya’da yaşamış ancak siyasî sebeplerle Amerika’ya göçmek zorunda kalmış dengbêjlerin seslerini duyma olanağımız olmuştu. Sadece Kürtçe değil, Türkçe ve Ermenice plaklar da çıkmıştı şirketin arşivinden. Kim bilir ne kayıtların saklı olduğu böylesi büyük arşivler deşilmeyi bekliyor… Onlarda yapılacak ciddi çalışmalar, bizi heyecanlandıracak nice kaydın ortaya çıkmasına sebep olacak.
Sadece büyük şirketlerin arşivleri değil, devletlerin arşivleri de dipsiz kuyu. Bizde de, devletin arşivinde çok sayıda ses kaydı var. Bunların bir kısmı yayımlanmamış kayıtlar. Bir dönem Atatürk’e hediye edilen bir plak kayıt makinesi vasıtasıyla bizzat Atatürk tarafından yapılan ses kayıtlarının varlığı biliniyor ama akıbeti meçhul. Bunlar arasında yer alan ve bir şekilde sızarak yayımlanan bir sofra sohbeti kaydı ‘60’lı yılların başında kovuşturmaya uğramış, plağı yayımlayan şirket hakkında dava açılmış ve plak toplatılmıştı. Sebep, Atatürk’ü Koruma Kanunu.
“Sakıncalı” kayıtlarda kanunlar devreye giriyor ve pek çok şeyin dinleyiciye ulaşması bizzat devlet eliyle yasaklanıyor. Bu, Türkiye’de sıklıkla olan bir şey. Şeyh Said’e ait bir ses kaydı varsa bile bunun yayımlanması olanaksız olabiliyor. Daha da fenası, böylesi kayıtların yok edilmiş olma olasılığı. Devletin bu konuda da sicili kabarık. Soru önergesi cevaplanırsa kimi şeyleri öğreneceğiz ama şimdilik bu konuyu rafa kaldırayım, takipçisi olacağımı buraya iliştirerek bir dönem ortalıkta serbestçe satılan ama sonrasında yasaklanan Kürtçe plaklardan söz edeyim…
‘60’lı ve ‘70’li yıllar, Türkiye’nin görece özgür yılları. En azından diller üzerine konulmuş yasaklar yok. Sadece yerel piyasada değil, memleket sathında yayımlanan Kürtçe ve Ermenice plaklara rastlıyoruz. Bunların bir kısmı, yabancı sözler üzerine Türkçe söz yazılarak oluşturulmuş “aranjman”lar gibi: Günün moda şarkıları, Kürtçe ve Ermenice olarak yorumlanıyor. Şüphesiz İstanbul’da yaptırılan ticari kayıtlar bunlar. Bir örneğine yakın zamanlarda rastlamış, ‘90’lı yıllarda Kürtçe yeniden serbest bırakıldığında “Abone” gibi meşhur şarkıların Kürtçe versiyonlarının yer aldığı kasetler dinlemiştik.
Elimize ulaşan bir kısım kayıtlar böyle ama çoğunluk, özgün plaklar. Ermenice ve Kürtçe plakların ortak ağırlık noktası ağıtlar. Her iki dilde de yayımlanmış pek çok ağıt plağı, zaman zaman karşımıza çıkıyor. O dönemde serbestçe yayımlanabilen bu kayıtlar, ‘80’li yıllardan sonra “sakıncalı” addediliyor ve yasaklanıyor. Şüphesiz Kenan Evren ve arkadaşlarının marifeti bu. Bu dönemde yurtdışında yayımlanabilen kimi kayıtların el altından memlekete sokulduğunu, elde çoğaltılmış kasetler aracılığıyla yayıldığını biliyoruz çünkü buna şahidiz. En azından ben, Kürtçenin yasaklı olduğu yıllarda bu kasetleri üniversitede okuyan arkadaşlarım aracılığıyla buluyor, dinliyordum.
‘80’li yılların sonuna doğru, Kürtçe kasetlerin yayımlanabilmesi için bir kısım hamleler yapıldı. 1989 yılında yayımlanan, prodüktörlüğünü Hasan Saltık’ın üstlendiği bir Rahmi Saltuk kaseti, bu alanda atılan ilk adımlardan biri. Saltuk Plak adına yayımlanan “Seçmeler” serisinin ikincisinde iki Kürtçe türkü var: Albüme adını veren “Hoy Narê” ve “Gula Zer”. Kasetin hızla toplatıldığını söylememe gerek yok sanırım… Sonrasında açılan dava, güzel şeylere gebe: İstanbul 2'nci Asliye Ceza Mahkemesi, aynı yıl kasetin “sakıncasız” olduğuna hükmetti ve üzerindeki yasak iki yıl sonra resmen kaldırıldı. Bunun sonucunda “Hoy Nare”, tamamı Kürtçe türkülerden oluşan ve şu anda piyasada bulunabilen yeni bir baskı yaptı.
O yıllarda Nepa tarafından yayımlanan Hasret Gültekin yönetiminde yayımlanan “Newroz” başlıklı kasetin başına gelenler daha ilginç… Bandrol kurulu, Kürtçe ezgilerin yayımlanmasına izin vermeyince, kaset enstrümantal olarak yayımlanmış ve kapağındaki siyah beyaz portede ağzın üzerine sansürü simgeleyen bir beyaz bant çekilmişti. Kürtçe serbest bırakılınca kasetin yeni baskılarında bu bant kaldırıldı, fotoğraf renklendi ve “Newroz”, Nilüfer Akbal ve Rıza Akkoç’un seslendirdiği türküleri dinleyiciye taşıdı. Aynı yıllarda Şivan Perwer’in “Destan / Halay” adlı çalışmasının da başına aynı şey gelmiş, kaset önce enstrümantal yayımlanabilmiş, sonradan “seslendirilmiş”ti. Kasetin içinde, Hasan Saltık imzasıyla yayımlanan yazı, yasağı işaret ediyordu: “Şivan Perwer’in kendi okuduğu türkülerin bilinen gerekçelerle yayımlanmasının mümkün olmadığı bu ortamda sanatçının eserlerini enstrümantal yorumlarla hayranlarına ve müzikseverlere sunuyoruz.”
‘90’lı yıllarda Kürtçe üzerinde yasak kalktı ancak kasetler yine çeşitli sebeplerle yasaklandı. Bugün sözde bir yasak yok ama Kürtçe konuşmak, şarkı söylemek suç. Bir dönem Musa Anter’e “Kürtçe ıslık çaldığı” gerekçesiyle verilen ceza, bugün üniversitelerde düzenlenen toplantılarda Kürtçe şarkı söyleyenlere veriliyor. Dahası, Kürtçe şarkılara kattığı yorumla kalplerimizi fetheden isimlerinden Aynur Doğan, Türkiye’de konser veremiyor. Görünen bir yasak yok ancak ortam buna müsait değil. Baktığımızda, değişen pek bir şey yok yani.
Yazıya başlarken yasaklardan söz edip bahsi bir dönem yayımlanan Kürtçe plaklara getirecektim ama yasak tarihimiz “uzun” olduğu için o bahsi bir başka yazıya bırakayım. Üstelik yasaklardan da tam anlamıyla söz etmedim, küçük dokunuşlarla dönemi andım. Şu anda Kürtçe söyleyen, albümler yapan çok önemli sesler var. Geçtiğimiz günlerde albümünün lansmanını yapan genç ses Rewşan Çeliker’den bir dönemin ustası Nizamettin Ariç’e uzanan çok ismi anabilirim ama onları da bir başka yazıya bırakayım ve sona yaklaşırken iki enteresan bilgi vereyim… Duyan duymuştur ama duymayan için yineleyeyim: Kürtçe plak döneminin “yıldız”ı Mahmut Kızıl ya da kendi dilinde söylersek Mahmûd Qizil, geçtiğimiz haftalarda sessiz sedasız bu dünyadan ayrıldı. Vecdi Erbay, ardından yazdığı ve bu sayfalarda yayımlanan yazısında Mahmut Kızıl’ı “dengbêjlik geleneğinin ünlü isimlerinden biri” olarak tanımlıyor ve onun bir ilke imza attığını söylüyor: 1965 tarihli ilk plağı “Lorî Lorî Cembelî”, aynı zamanda İstanbul’da yayımlanan ilk Kürtçe plak. Kızıl, bu plaktan sonra 53 plak yapıyor. Kendi isteğiyle girdiği suskunluk dönemini 1999 yılında bozdu ve bugüne gelene kadar pek çok türkü söyledi. Vecdi Erbay, uzun uzun anlatmış, ben yinelemeyeyim. Anısı önünde saygıyla eğilirken, günün mânâ ve ehemmiyetine binaen vereceğim diğer bilgiye geçeyim…
Bugün 18 Mart. Çocukluğumda Çanakkale Zaferi olarak büyük coşkuyla kutlanan gün. Artık adı “Şehitler Günü”. “Zafer”den öte başka şeyler ön plana çıkartılıyor, günün ekseni kaydırılıyor. Oysa bir dönem, o coşkulu kutlamalar sırasında bile hayatını kaybedenler sessizce anılır, bunun üzerinden siyaset yapılmazdı. Bunun en güzel örneği, Çanakkale Savaşı'nın ardından yakılmış ağıtlar. Bunlar arasında Kürtçe olanlar da var. Tek bir plağın adını vereyim, gerisini bulmak size kalsın: Gülüzer Han tarafından seslendirilen “Askeri Çanakkale”, yasaklarla örülü Kürtçe müzik tarihine geçen enteresan plaklardan biri.
Nereden başladım, nereye geldim… Yazılarımız da memlekete benzedi: Ne zaman nereye akacağı belli olmuyor. Memleketi bilmem ama benim yazılarımın ana fikri aynı: Yasakların olmadığı barış dolu bir dünya için yazıyorum ve bunu yaparken o günlerin hayalini kuruyorum. Bir gün sokaklarda yeniden bir araya geleceğiz ve Kürtçeden Ermeniceye, Süryaniceden Türkçeye uzanan halaylarla şenlenecek, ağıtlarla birleşeceğiz. Şairin dediği gibi, bir gün mutlaka!