Afrin dersleri
ABD’nin son günlerde Suriye’ye kapsamlı bir saldırıya hazırlandığı yönünde iddialar artmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde kimyasal konusunun yeniden gündeme getirilmesi, örgütlerin kimyasal gerekçesi üretmek için harekete geçebileceği gündeme gelmişti. Rusya’nın “ABD saldırısı olursa karşılık vereceğiz” açıklaması saldırı olasılığının Rusya tarafından da ciddiye alındığını gösteriyor.
Afrin’de “direniş olacak” söylemleri arasında gerçekleştirilen çekilme sonrası başlayan tartışmalarda Kürt hareketinin siyaset sahnesi ya da örgüt bazında yönetici kadrolarının hatalarına değinilmeden iğnenin de çuvaldızın da başkalarına batırılmaya çalışılması “duygusal” bir tutum olarak öne çıkıyor. Oysa bölgedeki süreç duygu ile değil mantıkla hareketi gerektiriyor ve Kürt yönetici kadrolarının dışında herkesi sorumlu tutan görüş sahipleri, Kürtlerin de zaman zaman duygusallığa kaydıklarını gözardı ediyorlar.
Geçmişe dönük projeksiyonlar her zaman verimli olmayabilir ancak bu, çok yakın zamanda ve gözümüzün önünde yaşanan bir süreç ile ilgili sorular sormamıza engel değil.
Çok aktörlü ve durumun neredeyse her gün değiştiği bir mücadelede yer alan her tarafın daha pratik hedef ve çözümler ile hareket etmesi gereken bir coğrafyadayız.
Suriye’de olaylar başlamadan önce bazı büyükelçiliklerde “Kürtlerin daha önce yaşadıkları sorunlar nedeniyle Suriye’de yaşanacak ‘devrim’ sürecinde katalizör olabileceği” öngörülüyordu.
Nitekim dünya kamuoyunun olayların başladığı tarih olarak kabul edilen 15 Mart’tan (2011) önce Kürt bölgeleri de dahil olmak üzere Suriye’nin bazı yerlerinde yazılama, küçük çaplı eylemler gerçekleştirildi. En önemli olay Hasan Ali Akleh adlı gencin Tunus’ta Muhammed Buazizi gibi kendini yakmasıdır. Haseke’de 2011 Ocak ayının son günlerinde gerçekleşen bu olay Batı’da ve Türkiye hükümetinde Kürtlerin isyanın önemli bir aktörü olacağı düşüncesini güçlendiren sebeplerden biriydi.
Ancak beklenenin aksine Kürtler bazı gösteriler dışında sürece hemen katılmadı ve kimlerin hangi pozisyonda olacağı, yönetimin yaklaşımının nasıl olacağını görmek üzere beklediler. Diğer yandan “hazırlıksız yakalanılan” bu sürece hazırlıklar da sürdü.
2012’de Suriye yönetimi ani bir kararla Kürtlerin bulunduğu bölgelerden çekildi. Yönetim böylece Türkiye’nin yüksek sesle dile getirdiği tampon bölgeyi Kürtler vasıtasıyla gerçekleştirmiş olmanın yanı sıra bir cepheyi de boşaltmış oluyordu. Suriye yönetiminin Türkiye dahil sınırlarından dalga dalga saldırılara kaldığı bir sırada aldığı bu kararın askeri boyutu da var elbette.
Bu gelişme öncesi ve sonrasında Türkiye başta olmak üzere Suriye yönetimine karşı Kürt cenahı ile “ittifak” çabalarının sergilendiğini biliyoruz. Bu çabalar çerçevesinde Salih Müslim Ankara’da ağırlanmış, “barış sürecinin” Suriye (Kürt) tarafı ile birlikte ele alınabileceğine varan öneriler dile getirilmeye başlanmıştı.
Suriye ordusunun birçok cepheye dağılması ile birlikte yaşanan boşlukla birlikte sergilenen bu çabalara Kürtler kapıyı kapatmamıştı (Bu durum bölgede on yıllardır devam eden mücadeleden anlaşılabilir). Ancak sonuçlarının bugün en azından Afrin özelinde Kürtler açısından olumlu olmadığı ortada.
O döneme denk gelen Türkiye’deki “barış süreci” nedeni ile Gezi gibi toplumsal tepkilere “mesafe konuldu.” Sonradan özür dilenecek kadar ağır bir hata olarak görülen bu tutum Erdoğan’a verilen önemli bir destek ve (niyet öyle olmasa da) bugünlerin yaşanmasına giden sürece katkı olarak değerlendirilebilir mi?
Irak’ta Barzani’nin sergilediği referandum aceleciliğinin sonuçlarından sadece Bağdat hükümeti ya da Bağdat IŞİD tarafından ele geçirilmek üzereyken yapılan çağrılar sonucu oluşturulan ve Şii ağırlıklı olsa da diğer unsurları da barındıran, dolayısıyla “ulusal refleks” olan Haşdi Şabi sorumlu görülebilir mi, İran ile işbirliği yapan “diğer Kürtlerin” bu sonucun yaşanmasına katkısı görmezden gelinebilir mi?
Rusya ve Suriye’nin Kürtler ile tarihleri sorunlu, ancak buna ABD ile karşılık verilmesi bölgede neredeyse hiçbir dinamik tarafından istenmeyen ABD’nin Suriye’ye yerleşmesi ile sonuçlanmadı mı? Türkiye’yi harekete geçiren nedenlerden biri Kürtlerin Suriye’de yeni bir oluşuma gitmeye başlamalarının yanı sıra ABD’nin varlığına karşı “eşitlerin mücadelesine” girmek istemeyen Rusya’nın Türkiye’yi öne sürmesidir. Rusya başka sebeplerin yanında buna karşılık Erdoğan’a Afrin bölgesinde alan tanıdı. Rusya bunu yaparken ABD gibi “davetsiz” olduğu bir şekilde yapmadı ve bu tutumu, bulunduğu Suriye’ye tahakküm çabası içinde olmadığını göstermiyor mu?
Suriye ve Rusya’nın YPG’yi kendi taraflarına çekebilmek için şartlar öne sürdükleri doğru. Ancak bu şartlar karşısında YPG’nin “eskiye dönme” korkusu refleksi saha gerçeklerine ne kadar uygun? Kürtler geçmişte Suriye yönetimi ile sorun yaşadılar, ancak Rusya’nın Astana sürecinin başında önerdiği anayasa taslağının da öngördüğü gibi Kürtler için Suriye hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktı. Bunun görülememiş olması hataydı. Rusya’nın Kürtlere çeşitli haklar tanıyan önerisi neden (Kürtler tarafından dikkate alınarak) görüşülmedi? Görüşülmesine kimler engel oldu?
ABD’nin Kürdistan bölgesi referandumu sonrası takındığı tutum Suriye Kürtleri için de işaret sayılmalıydı ve aynı ABD’nin “kendi varlığı için zorunlu gördüğü” alanın dışında kalan Afrin konusunda sadece söz ile yetinmesinin Kürtler açısından eleştirilecek yanı yok mu? ABD Guta için kıyameti kopartırken Afrin için neden sadece Kürtleri oylama amaçlı olduğu çok belli olan açıklamalar ile yetindi?
Bütün sürecin sonunda artık ÖSO çeteleri Afrin merkeze dayanmışken YPG’nin Afrin’i Suriye yönetimine teslim etmemekteki ısrarı nasıl açıklanabilir? Salih Müslim “Afrin’den çekilmek mücadelenin bittiği anlamına gelmez” dedi. Afrin’i ÖSO gelmeden önce Suriye ordusuna bırakıp aynı mücadeleye devam edilmesi mümkün değil miydi?
Afrin’den çekilme taktik mi, siyasi pazarlıklar var mı? Bu soru çok önemlidir. Eğer pazarlık varsa buna Türkiye de dahil midir?
Bölgedeki Kürt yetkililer çekilmenin bir gün öncesine kadar “kanlarının son damlasına kadar” direniş yapacaklarını söylüyorlardı, “sürpriz” çekilmenin taktik olup olmadığı, mücadelenin bundan sonrası başka bir yer ve şekilde devam edip etmeyeceğini zaman gösterecek ancak “direniş” söylemlerine rağmen çekilmeye getirilecek açıklama nedir?
Suriye’de cihatçıların Kürtlere de musallat oldukları doğrudur ancak Suriye yönetimine musallat oldukları da doğrudur. Bu durumda bölgenin az sayıdaki laik dinamiği olan Kürtlerin geçmişte yine laik Suriye yönetimi yerine bugün Kawa’nın heykeline kurşun sıkan ÖSO’cuları tercih etmeleri ölümcül bir hata değil miydi?
Kürtlerin kurtlar sofrasında işlerinin hiç de kolay olmadığı ortada ama bugün sonuçlara bakıldığında geçmişte daha gerçekçi tercihler yapılabileceği de görülüyor.
Bundan sonrası için her şey bitmiş değil elbette. Suriye’nin kuzeyinde koskoca bir coğrafya duruyor ve bu coğrafyada Kürtlerin hassasiyetlerini de gözetecek bir Kürt - Şam işbirliği durumu değiştirebilir. Aksi halde ve ABD kalıcı olduğu sürece bölge devletleri de “direniş” de buna karşı mücadelesini sürdürecek ve Kürtler somut hedef olarak görülmeye devam edecek.
Burada bir teslimiyetten bahsetmiyoruz, saha gerçeklerinin dayattığı sonuç alıcı işbirliğinden söz ediyoruz. Bundan sonra bu olur mu bunu zaman ve Kürtlerin tutumu belirleyecek. ABD’nin sadece kendi çıkarları için bölgede olduğu ve Kürtleri “üs bekçisi” olarak kullanma niyetinin artık Kürtler tarafından da görülmesi tabloyu değiştirebilir.
Bölge geneli ve Afrin özelinde çok çeşitli sorular sorulabilir. Ancak diğer yandan Kürtlerin de “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışını kırıp “kendi içlerindeki bazı engellerden” nasıl kurtulacaklarını konuşmaları gerekmiyor mu artık?
***
ABD’nin son günlerde Suriye’ye kapsamlı bir saldırıya hazırlandığı yönünde iddialar artmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde kimyasal konusunun yeniden gündeme getirilmesi, örgütlerin kimyasal gerekçesi üretmek için harekete geçebileceği gündeme gelmişti. Rusya’nın “ABD saldırısı olursa karşılık vereceğiz” açıklaması saldırı olasılığının Rusya tarafından da ciddiye alındığını gösteriyor.
Guta ile birlikte Suriye yönetiminin çok önemli bir cepheden kurtulacak olması ordunun başka yerlere yönelmesi imkanını getirecek ve bu artık ABD ve müttefikleri için Suriye’de kalma gerekçesini de ortadan kaldırabilir.
Dün görüştüğüm Suriyeli bir kaynağım orduda izinlerin kaldırıldığını söyledi. ABD’nin saldırı olasılığı Suriye’nin eski Amman Büyükelçisi Behçet Süleyman tarafından da dile getirildi. ABD saldırırsa bunu yalnız yapmayacağı ortada. Daha önce “biz de saldırırız” açıklaması yapan Fransa ve İngiltere ile geçtiğimiz günlerde uçağı düşürülen İsrail de ABD’nin saldırılarına katılabilir. Bu durumda Rusya’nın yanı sıra Hizbullah ve İran da müdahil olur mu sorusu gündeme geliyor. Trump’ın “söylediğinin tersini yaptığı” örneklerine şahit olduk ama yine de saldırı olasılığını gözardı etmemek lazım.
Bu arada bir soru: Türkiye Afrin’e girerek Fırat Kalkanı operasyonu ile aldığı bölgeleri İdlib ile birleştirmiş oldu. Bu bölgenin Akdeniz’e uzatılması ve Keseb’in tekrar bir çatışma alanına dönmesi olasılığı var mı? Önümüzdeki günlerde Suriye yeniden ve bu kez farklı şekilde hareketlenebilir.