Casus şeyhin maceraları
Soğukoğlu Afrin’e özerklik talep eder ancak Fransızlarla diyalog kurma çabası karşılıksız kalır. O özerk bölgede ne yapacaktı peki? Bugün yapılmak isteneni tabii: Kürdün arsası üzerinde bir şeriat üssü!
Etrafına da vahşet ihraç eden Suriye’de uzun süredir bir vekâlet savaşından söz ediliyor. Ama bütün (burada bari cinsiyetçi bir sözcük kullanalım) “aktör”ler de sahada. Bal tutanlar gibi tetik çekenler de var ve bu kâbusun ne zaman biteceğini bilen yok.
Bir saat sonrasının öngörülemediği bir gerçeklik söz konusu. Nurdan Gürbilek’in yirmi yıldır bol bol kullandığım harika ifadesiyle “arada tarih olmaya yetecek zaman” geçmiş değil. Şimdilik tarih olmaya yeten bir uzaklıkta kalan Mürit Hareketi’yle (MH) ilgili yazmaya devam edeceğim.
MH’nin kurucusu İbrahim Halil Soğukoğlu, Hatay’ın Türkiye’ye katılması sürecinde müritlerini harekete geçirir. Roger Lescot, Hatay Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in MH ile iyi ilişkiler kurup destek verdiğini yazıyor. Türk ordusu Temmuz 1938’de Hatay’a girince Soğukoğlu Halep’e yerleşir. Artık bir istihbarat onbaşısı değil, ordusu olan bir komutandır, zira müritleri ordulaşmıştır. Bu noktada Araplarla yakın ilişki kurar ve bu yakınlık Suriye’deki Türk hareketinin tepkisini çeker. Hakkında raporlar yazılıp Türkiye’ye verilir.
Afrin’e döner. Emrinde neredeyse tamamı Kürt olan müritlerden 2 bin kişilik bir kuvvet vardır. Parsa Dağı’nda Fransızlar ile MH savaşa tutuşur (Bu dağ, son süreçte Arap telaffuzuyla anılan Burseya’dır). 1939’un Mart ayında ise Meydan Ekbes’te savaş olur. Ancak Fransızların yoğun saldırısı ve Vatan Kitlesi’nin iktidardan düşmesi nedeniyle Türkiye’ye geçmeye karar verir. Birkaç kişi ile Türkiye’ye geçerken müritlerine Fransızlara teslim olma emri verir. Şeyhimiz yine Bilecik’te mecburî iskâna tabi tutulur.
Yeni komutan Reşit İbo’dur artık. 6 Nisan 1939’da sınırdaki Pendirek köyünde savaş olur. Fransızların köylere yönelik saldırıları nedeniyle yaklaşık 8 bin kişi Türkiye’ye iltica eder (18 Mart 1939). Pek çok kaynakta bunun Türkiye’ye yönelik ilk toplu iltica olduğu yazılıdır. Şeyhliği kendinden menkul Soğukoğlu müritlerine Suriye’ye dönme mesajı gönderir. Bilecik’ten kaçarak Suriye’ye geçer (Haziran 1940). Afrin’e özerklik talep eder ancak Fransızlarla diyalog kurma çabası karşılıksız kalır. O özerk bölgede ne yapacaktı peki? Bugün yapılmak isteneni tabii: Kürdün arsası üzerinde bir şeriat üssü! Tarih ve tekerrür sözcükleri akla geliyor ama niyet ile gerçek de çatışacak elbette. Yenisi daha sonunu görmedi ama eski üs kurucu hareket, eski düşmanları olan ağalarla uzlaşma yoluna saptı. Ama Soğukoğlu ağalarca tuzağa çekilince tekrar Türkiye’ye geçti. Bir süre sonra “Doğu illeri”nde ikameti sakıncalı bulunup Manisa’ya zorunlu ikamete gönderildi.
Müritleri savaşmaya devam ederken mürşide Manisa’da hazineden toprak verildi. Şimdi artık şeyh de ağa olmuştur! Bu kez onun ya da başkalarının tarlalarında çalışan Kürt işçileri etrafına toplar, hatta bu yüzden adı “Kürt Beyi”ne çıkar!
Fransızlar Suriye’den çekilir. Mürit Hareketi vazifesini tamamlar. Gerçekten de mükemmel bir istihbarat işi. Ancak diğer istihbarî işler gibi sonucu da muamma olacaktı. Nitekim İbrahim Halil Soğukoğlu, 1951’de, Manisa’da suikasta uğrar. Yaralı kurtulur. Adnan Menderes’e kadar çıkmasına rağmen devlet bir türlü bu eski elemanına sahip çıkmaz. 24 Nisan 1952’de ikinci bir suikasta uğrar ve hayatını kaybeder. Cinayeti Karaosmanoğlu ailesinin tuttuğu bir tetikçinin gerçekleştirdiğine inanılır. Ama bu bilgilerin bir kısmını aldığımız Fehmi Soğukoğlu, cinayetin peşine düşmez, onun işi başka.
Torun Soğukoğlu, Kemalist inkılapların dede Soğukoğlu’na ters geldiğini yazar. Ancak dede, bugünkü dava arkadaşları sayılan Müfidler, Nevzatlar, Bülentler ve Zekeriyaların kafalarını yormayacak bir manevra ile “milli meseleyi şahsi düşüncelerin üstünde tutar.” Yani torun ve dede için din ve cihat, iman ya da ideoloji değil, “şahsi düşüncedir.” Torunun şu cümlesi de pek şeker: “İşgalci güçlerin bütün ayrılıkçı kışkırtmalarına rağmen bölgede Türk-Kürt kardeşliği tesis edilmiştir.” Bu cümlede “işgalci güç” kim, “ayrılıkçı kışkırtma” ne, “kardeşlik böyle mi tesis edilir” gibi soruların cevapları yoktur. Cümlelerden cümle beğen, zira bir de şöyle diyor: “Özetle; İbrahim Halil Efendi’nin oluşturduğu Mürit Hareketi’nin gerek Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı, gerekse Fransızların bölgeden çıkarılması yönünde Milli Mücadele’ye katkısı, tarihsel bir gerçeklik olarak kendini göstermektedir.”
Torun Soğukoğlu’nun daha önce sözünü ettiğim söyleşisi ise, Afrin savaşının hemen başında yayınlanmıştı. Soğukoğlu orada dedesinin Kürtleri etrafında toplayan MH’sinin dosta güven, düşmana ise korku verdiğini söylüyor. Askerî bülten tonu taşıyan bu söylemde emperyalizm unutulur mu hiç? Meğer emperyalizm “oranın halkı üzerinde büyük bir oyun” oynamışmış. Yalnız benim anlamadığım şey şu: Bu tırrek emperyalizm neden hep Türk devletiyle “ittifak” kurar da Kürtlerin üzerinde büyük oyunlar oynar? Bu da yetmezmiş gibi aynı emperyalizm “onların [Kürtlerin] haklarının hamisi gibi davranır.” Şimdi anlaşılıyor değil mi, meğer Kürtlerin hakları var, ama Türkiye Cumhuriyeti devleti bu hakları emperyalist hamiler yüzünden vermiyor!
Fehmi Soğukoğlu Afrin’deki Kürtlerin Afrin’e yönelik son harekat ile uyanmalarını diler. Meğer Afrin Kürtleri kendi yönetimlerini kurdukları için “ırkçı ve dinsiz” olmuşlardır. Dine dönerlerse her şey kebap olacaktır. Dolayısıyla dedesi ve torunuyla devşirmeler, efendiye sadakati Kürde zulümle kanıtlarlar. Eh tarih diye bir şey var, değil mi efendim? Biz de buraya “Newroz pîroz be” diyerek bir mim koyalım.