Çıkan kısmın özeti
Bu sefer işler karışır, zira deşifre olmuştur. Halep’te tanıdığı bir Suriye jandarmasını öldürür! Sadece bu mu? Şeyh görevini tamamlayan müritlerini de vurmaya başlar.
Şu İbrahim Halil Soğukoğlu meselesi bitecek gibi değil. Yalan dolan dolu. Geçen yazılardan birinde Abdullah Muradoğlu’nu anmıştım. Bu şahıs, neredeyse bütün üyeleri Kürt olan Mürit Hareketi’nden (MH) 8 bin (resmî rakamlara göre 3 bin 759) kişinin Türkiye’ye sığındığını yazarken şöyle deyivermiş: “Söz konusu olaylar yüzünden yerini yurdunu terk eden binlerce Suriye Türkü Türkiye’ye sığınmıştır.” Soğukoğlu’nu cihat kahramanı ilan edenden ezik Müfid gibi model alanlara kadar böyle yalanların haddi hesabı yok. Oysa karşımızda cinayet işlemiş, çetecilik yapmış, çok sayıda kadınla evlenmiş, yaralı müritlerini hastane köşelerinde kurşuna dizmiş başka bir şeyh var!
Tekrar bakalım: Çiyayê Kurmênc (Kürt Dağı) bölgesinde Kürt izlerini 2 bin yıl geriye götüren metinler vardır (Bkz. Egon von Eickstedt: “İlk Çağlardan Günümüze Türkler, Kürtler, İranlılar”). Fırat’ın batısındaki Kürtler, yani Kilis, Antep, Hatay, Maraş, Lübnan ve Halep Kürtleri akrabalar. Bu bölgede tarih boyunca Canpolat Hanedanlığı’nın büyük etkisi var. Bu aileden kalan önemli kişilerden birisi, 1970 ve 1980’lerde Lübnan siyasetinin önemli isimlerinden olan Dürzî lider Velid Canpolat’tır ki halen Avrupa merkezli Kürdistan Ulusal Meclisi’nin üyesidir.
Afrin’de uzun yıllara dayalı bir Kürt yerleşimi söz konusu iken Kürdistan’ın diğer bölgelerinden de buraya bir akış olduğu dikkati çekmektedir. Roger Lescot, “Le Kurd Dagh et le Mouvement Mouroud” kitabında Malatya’dan gelen Reşwan, Birecik’ten gelen Şêxan, Dersim’den gelen Etmankan ve Van’dan gelen Şikak gibi aşiretlerin Afrin bölgesinde yerleşik olduğunu yazıyor.
Lescot’nun İbrahim Halil Soğukoğlu anlatısı ise bambaşka. Ona göre askerliğini I. Dünya Savaşı sırasında yapan İbrahim Halil Efendi, yaralanıp esir düşer. Sonra 1925 civarında istihbarat takibi için Suriye’ye geçer. Burada birtakım icazetname ve şehadetnameler alır. Ancak “işi dışındaki işlerle meşgul olduğu için” hapse atılır. Lescot ayrıntı vermiyor.
Soğukoğlu Suriye’den sınır dışı edilince İslahiye’ye yerleşiyor. Kürt müritleri onu sıkça ziyaret ediyorlar. Sonra “Türkiye onun hayrını görmeyince” Şam’a, bir süre sonra ise Afrin bölgesine geçiyor. Şêx Oroz köyüne, Şêxîsmaîlzade ailesinin himayesi ile yerleşiyor ama bir süre sonra yine “kendi işlerini yapınca” araları açılıyor. Lescot yine ayrıntı vermiyor.
Soğukoğlu ile bugünkü ÖSO’cu fatihler birbirlerine çok benziyorlar. Zira şeyh müritlerine dinî müzik dışında müzik dinleme ve tütün içmeyi yasaklarken sakal bırakmalarını salık veriyor. Tarikatta pazartesi ve perşembe geceleri zikir yapılıyor. Afrin’in daha çok batısına doğru yayılan tarikat yavaş yavaş vergi almaya, kadın kaçırmaya ve çetecilik yapmaya başlıyor.
MH, Suriye hükümetiyle de ilişki kurar. Hükümet onları korur, jandarmaların onlara ilişmesine izin vermez. Şeyhin Türk ordusu ve devleti içindeki çalışma arkadaşları ise Hatay Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tayfur Bey, Haydar Bey ve Bekir Efendi gibi kişilerdir. MH’nin Kürt müritlerine silah temin ederler ve onları Türkiye lehine savaştırırlar.
Mürit Hareketi dört görev almıştır diyebiliriz. Bir: Xoybûn’un Afrin ve Hatay’daki faaliyetlerini engellemek. İki: Güney sınırını savaştırdığı Kürtler eliyle güvenceye almak. Üç: Hatay’ın ilhakını sağlamak. Dört: Afrin’i de Hatay gibi bir referandum ile Türkiye’ye bağlamak.
Soğukoğlu resmî görevle Hatay’a gönderilip oradaki meselede yararlılık gösterdikten sonra dördüncü görev için Şam ve Halep’e geçiyor. Ama bu sefer işler karışır, zira deşifre olmuştur. Halep’te tanıdığı bir Suriye jandarmasını öldürüp Türkiye’ye kaçar! Sadece bu mu? Şeyh görevini tamamlayan müritlerini de vurmaya başlayacaktır. Nitekim MH’nin üyelerinden olup Fransızlarla savaşırken yaralanıp Türkiye’deki bir hastaneye getirilen Bilêlkêli Alî adlı kişi, şeyhini hastanede subay üniforması içinde görür. Alî bir mektup yazdırıp evine ulaştırır; mektupta gördüğü gerçeği anlatır ve şeyhin onu öldüreceğini yazar! Ondan ve daha pek çok yaralıdan bir daha bir haber alınmaz!
Haftaya divanında yer alan Kürtçe şiirleri yazacağım. Şimdilik şöyle toparlayayım: Hatay Erginlik Cemiyeti başkanlığı da yapan Soğukoğlu, dört görevden üçünü ifa etmiş biri. Dördüncü görev gerçekleşmeyince, Türkiye’ye sığınan müritlerinden bin 206’sı Suriye’ye dönmek istemedi. Bunlar yoğun olarak Kırıkhan’daki Ermeni mülklerine yerleştirildi. Lescot, Türkiye’nin bu mültecileri kabul etmesinin Afrin’in ilhakı amacıyla gerçekleştiğini yazıyor, 1940’ta.
Gençliğimizin en büyük travması, Saddam’ın vahşetinden kaçan Güneyli Kürtlerin günlerce “Türkiye-Irak” sınırında, Irak uçaklarının bombardımanı altında, aç ve açıkta bekletilmesiydi. TBMM ve özgürlükçü medya günlerce “alalım mı almayalım mı” tartışması yürütmüştü. Şimdiki kuşağın da en büyük travması, 80 yıl sonra gerçekleşen fethe Kürt cephesinden bakmaları olacak.
Son dönemde fazla mı tarih yazdım bu arada? Peki, şiire dönelim. Afrin’i Kürtçe ya da Türkçe kim yazacak bilmiyorum, ama 1991’de “sınırlar”a biriken Başûr Kürtlerini Murathan Mungan, aynı yılın 10 Nisan'ında şöyle anlatmıştı:
Ey tarih!Ey zaman!
Kim kimi kimin
Toprağından
Sürerken
Kim kimi kimin
Toprağına
Kabul ediyor?
Şeyhin sonu ise, mazlumun âhını alanların sonu gibi olmuştur. Onca hizmetten sonra ikinci kez suikasta uğrar. Ölüm döşeğinde ailesine söylediği cümle şudur: “Beni Ankara’dan vurdular. Bu işin peşine düşmeyin!”