Putin ve Amerikan hegemonyasını test etmek
Almanya, Fransa ve hatta İngiltere’nin ABD’den uzaklaştığı yönündeki görüşlerin ileri sürüldüğü bir dönemde, ne olduğu tam anlaşılmayan bir olayda 26 ülkenin ortak hareket etmesi, ileride Çin ile yaşanacak bir krizde alınacak pozisyonları belli etti. Putin ise büyük bir olasılıkla Karadeniz, Akdeniz ve Ortadoğu ve Doğu Avrupa gibi bölgesel alanlarda artık gücünün sınırlarına ulaştı, bundan sonra gücünü test ettiği ABD hegemonyasının hamleleriyle uğraşacak.
İngilizlere çalıştığı anlaşılan eski bir Rus ajanının, İngiltere’de kızıyla birlikte kimyasal bir maddeyle suikasta uğraması İngiltere’nin yanı sıra ABD ve 25 kadar müttefikinin çok sert tepkisine yol açtı. Yeni bir Soğuk Savaşın başlangıcı olarak görülen bu gelişmeye biraz daha yakından bakarak bunun nedenleri ve küresel siyaset açısından olası sonuçları üzerinde duracağım. Rusya’nın artık yalnızca ABD ile değil Batı ile yaşadığı bu krizin her iki tarafın da kendi güç ve kapasitelerini test etme politikasının bir sonucu olduğunu, Amerikan hegemonyasının kritik bir aşamaya geldiğini, ya şu an Rusya ve Çin’in küresel sistemde daha çok ve eşit konumda yer alma taleplerini sessizce kabul edip sineye çekme ya da sert bir karşılık vererek önünü kesme seçenekleri arasında kaldığını ve bunlardan ikincisini seçtiğini savunacağım.
RUSYA NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?
Bütün düşüş tartışmalarına rağmen dünyada hiçbir ülke doğrudan ABD hegemonyasını karşısına almak istemiyor. Öyle ki, Çin ve Rusya liderleri çok sık bir araya gelseler, işbirliğinden, dünyanın çok kutuplu olması gereğinden söz etseler bile ittifak kurmadıklarını ve bu işbirliğinin üçüncü bir ülkeye karşı olmadığını ekleme ihtiyacı hissediyorlar. Yine de çok ilginç bir şekilde Rusya, ABD hegemonyasının yerini alacak bir ekonomik güce ve nüfus yapısına sahip olmadığı halde, şu anda ABD’ye meydan okuyucu (challenger) olmasa bile en çok kafa tutan ülke görünümünde. Oysa, bu role hem tarihsel açıdan hem de nüfus, ekonomik büyüklük ve büyüme kapasitesi, askeri güç vs. gibi açılardan Çin talip olabilirdi. Ne var ki, Çin bu konuda daha düşük bir profili tercih edip, hala ekonomik kazanımlarını güçlendirmeye çalışırken Putin Rusyası daha atak bir görüntü veriyor.
Putin, ABD’nin Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında kurduğu düzenin değiştiğini, küresel sistemin şu anki güç dağılımını yansıtan yeni bir düzenlemeye sahip olması gerektiğini savunuyor. Hatta, Rusya çok açık bir şekilde hiç değilse eşit bir güç muamelesi görmek istediğini, yani ABD’nin yaptığı şeyleri başına bir şey gelmeden kendisinin de yapabilmesi gerektiğini ileri sürüyor.
Küresel hegemonyası konusunda tarihin akışı içinde kaçınılmaz olarak sorunlar yaşayan ABD ise, 2000’lerde hala Rusya’yı “bölgesel bir güç” olarak görüp bazı alanlarda tolere etse de, artık bu türden yoklamalara sert tepki vermeye başladı ve yeni bir küresel düzen arayışına şimdilik kapıyı kapattı.
PUTİN’İN HAMLELERİ
Rusya’nın kendisine küresel sistemde alan açma stratejisinin ilk belirtisi 2007’deki Münih Güvenlik Konferansı'nda Putin’in ABD hegemonyasını eleştiren konuşmasında görülmüştü. Bundan sonra Rusya dozu artan bir şekilde ABD’yi ve Batı sistemini rahatsız edecek hamlelere girişmeye başladı. ABD ilk başlarda mesela Gürcistan konusunda olduğu gibi fazla tepki göstermedi. Ama 2010’larda Rusya birkaç cepheden Batı sistemini zorlayan ve zorlama potansiyeli taşıyan eylemlere girişti.
Bunlardan biri birçok ülkenin iç politikasına çeşitli şekillerde müdahil olmaya başlamasıydı. Rusya özellikle otoriter eğilimli parti ve liderleri destekliyor, örneğin Fransız ırkçısı Marine Le Pen’i Moskova’ya davet ediyor, Macaristan’da Orban, Avusturya’da Özgürlük Partisi, İngiltere’de Nigel Farage gibi aşırı sağcılara destek veriyordu. Hatta, 2017’de Karadağ’da Rusya yanlısı partiye para yardımı yapmak, Kamboçya’da ise Batı yanlısı ana muhalefet partisini dağılmasına neden olmakla suçlandı.
İkinci olarak Rusya’nın siber araçlarla çeşitli ülkelerin iç politikalarına ve toplumlarına müdahale ettiği iddiaları artmaya başladı. Burada da Putin’in “vatansever hackerlar” dediği ve muhtemelen devlet desteği de alan hackerların internet ortamını kullanarak yalnızca ABD’de değil, Fransa seçimlerinde Macron’un e-maillerinin hacklediği, Almanya’da, Baltık ülkelerinde seçim süreçlerine müdahale ettiği yolunda iddialar gündeme geldi. Siber müdahaleler konusunun bir başka boyutu ise, Rusya’nın bir trol ordusunu istihdam ederek sosyal medya üzerinden Batı toplumlarını manipüle etmeye çalışması. Burada da St Petersburg’daki İnternet Araştırma Ajansı öne çıkıyor ve örneğin ABD’deki boru hatları vs. konusunda Amerikan kamuoyunu yönlendiren tweetler attığı ileri sürülüyor. AB, Rusya’nın siber ataklarına ve sosyal medya aktivitesine karşı bir Görev Gücü (East Stratcom Task Force) oluştururken, ABD de Rusya’nın Avrupa’daki seçimleri etkilemesine ve diğer iletişim manipülasyonlarına karşı “Rusya’nın Etkisini Kırma Fonu” oluşturarak 250 milyon dolar tahsis etti.
İnternet, medya ve sosyal medya siyasal, kültürel ve toplumsal açıdan çok güçlü araçlar ve bunu Batı ince bir şekilde, göze sokmadan yıllardır kullanıyor. Putin Batı’nın hem kendi toplumlarına hem de dünyanın geri kalanına karşı rıza üretmek, kültürel kodlarını yerleştirmek, toplum mühendisliği yapmak, bazen rejim değiştirmek vs. gibi amaçlarla kullandığı bu aracı, düşük bir maliyetle Batı siyasetini ve toplumlarını etkilemek için kullanmayı denedi. Dünya sisteminin özelliği, bunun merkezi olan ABD ve Avrupa’nın çevre ülkelerin iç siyasetlerine çeşitli biçimlerde müdahale etmeleri ya da en azından müdahil olmalarıydı. Örneğin, 1990’larda ABD, Rusya seçimlerini manipüle etme gücüne sahipti ve Yeltsin’in seçilmesini sağlayabiliyordu. Putin, Batı tarihinde ilk kez bu süreci tersine çevirmeye çalışarak ciddi bir risk aldı.
Üçüncü olarak Rusya, Ukrayna’ya yalnızca müdahale etmekle yetinmedi, Kırım’ı bu ülkeden koparıp ilhak etti. Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesi üzerinde de nüfuz alanı oluşturdu. ABD ve Batı, Rusya’nın bu eylemine iki tür tepki verdiler. ABD ve ilk başlarda isteksiz olsalar da AB ülkeleri, Mart 2014’ten itibaren Rusya’ya ambargo uygulamaya başladılar. Bu ambargonun da etkisiyle ülke ekonomisi 2015’te yüzde 2.8 küçüldü, küçülme 2016’da da devam etti. Ne var ki, içeride yaşanan ekonomik sıkıntılar Putin’in popülerliğine etki etmedi. İkinci tepki askeri olarak geldi ve NATO, doğu Avrupa’ya ve Baltık ülkelerine 4500 asker yerleştirdi, ABD Ukrayna’ya askeri yardıma başladı, bölge ülkeleriyle tatbikatlar yaptı.
Dördüncü olarak Rusya, Ortadoğu bölgesinde etkinliğini giderek artırmaya başladı. İran ile yakınlaştı, Suriye’de askeri varlığını artırdı. Türkiye’yi Astana sürecine dahil etti, S-400 almaya ikna etti, Mısır gibi ABD’ye bağlı bir ülkeyle bile nükleer santral yapma anlaştı, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'yle petrol anlaşması imzaladı.
TRUMP İŞE YARAMADI
Seçim kampanyası sırasında ve sonrasında kendisini takdir eden Trump’ın seçilmesi Putin için bir beklenti yarattı ve Mart 2017’de Putin özel bir elçiyle ABD Dışişlerine ilişkilerin tamamen normalleşmesini isteyen bir mektup gönderdi. Bunun için çeşitli çalışma grupları oluşturup sorunlu konuları masaya yatıracaklardı. Muhtemelen Putin uluslararası sistemde elde ettiği avantajları, henüz Trump’ın çevresi değişmeden kabul ettirip, bunun üzerinden bir müzakere yürütmeyi denedi ama olmadı. Hatta, Kongre devreye girip Ağustos 2017’de Rusya’ya uygulanacak yaptırımları bir yasaya bağladı ve sağlamlaştırdı. Dahası Aralık ayında yayınlanan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, Rusya politikasını açık bir şekilde ilan etti. Amerikan sisteminin değişmez özelliği bir kez daha kendisini gösterdi ve yaklaşan Rusya siyasetini önceden açıkladı. Belgede “Rusya ve Çin gibi rakiplere angaje olup onları uluslararası kurumlara ve küresel ticarete dahil ederek uyumlu aktörler ve güvenilir ortaklar haline getirme politikasının başarısız olduğu” yazıyordu. Burada “Rusya’nın hırsı, askeri kapasitesini artırmasıyla birleştiğinde Avrasya’da istikrarsızlık yarattığı” ileri sürülüyor, “ABD’nin dünyadaki etkisini zayıflatmaya çalışmakla ve siber araçları istikrarsızlık yaratmak için kullanmakla ” suçlanıyordu.
BUNDAN SONRASI
ABD bundan sonra Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi'nde belirttiği siyaseti sürdürecek. Burada Çin, Rusya, İran ve K. Kore hedef alındı. Bir yandan Çin’e şimdilik ekonomik önlemlerle yüklenirken, Rusya’ya kapsamlı bir diplomatik yalıtım uygulanıyor. Öyle ki, Washington’daki Rus Büyükelçisi uzun süredir kimsenin kendisiyle görüşmek istemediğinden yakınıyor. Bunun devam edeceği ve başka alanlarda sertleşmenin yaşanacağı söylenebilir. Zaten bir süredir ABD, İran’ın Irak, Suriye ve Lübnan’daki stratejik kazanımlarını geri çevirme siyasetini sürdürüyor.
Bu olayda verilen tepkinin hızından ve şeklinden, ABD ve İngiltere’nin bu krizin çıkmasını özellikle istedikleri anlaşılıyor. Bu kriz ayrıca Rusya ve Çin gibi güçlerle yaşanan ve yaşanacak sorun ve krizlerde Batı dünyasının nasıl hareket edeceğini herkesin test ettiği bir prova oldu. Almanya, Fransa ve hatta İngiltere’nin ABD’den uzaklaştığı yönündeki görüşlerin ileri sürüldüğü bir dönemde, ne olduğu tam anlaşılmayan bir olayda 26 ülkenin ortak hareket etmesi, ileride Çin ile yaşanacak bir krizde alınacak pozisyonları belli etti.
Putin ise büyük bir olasılıkla Karadeniz, Akdeniz ve Ortadoğu ve Doğu Avrupa gibi bölgesel alanlarda artık gücünün sınırlarına ulaştı, bundan sonra gücünü test ettiği ABD hegemonyasının hamleleriyle uğraşacak.