Sahipsiz, patronsuz ve gerçek
Sütler, peynirler ve meyveli yoğurtlar, ananaslı, mangolu, papayalı, envai çeşit ve organiktiler. MST’nin işgal topraklarında ve küçük çiftçilerin bahçelerinde beslenilen hayvanların, ağaçların ürünleriydiler ve gerçektiler. En çok burası şaşırtacak sizi. Yani bilgisayarda tıklayarak üretilen sanal bir çiftlik olmaması.
Bayağı fabrikaydı işte. Kocaman binası, sütlerin, peynirlerin, peş peşe geçtiği bir üretim bantı, markalı kutular, ‘Terra Viva- Yaşayan Toprak’ markası, çalışanlar beyaz önlükleriyle çoğu kadın, biraz erkek. Güney Brezilya’da bir yerdi. Bir haftadır çalışıyordum burada. Büyük mukavva süt kutularını kapatıp forklifte yüklüyordum, tam kapanmamış sütleri banttan ayıklıyordum, kaynatma kazanlarına düşen peynir kutularını yerden temizliyordum ve hemen yıkamak lazımdı yoksa hepimiz peynir kokuyorduk, zaten peynir kokuyorduk ama öyle olunca daha çok ve biraz da süt yanığı, kazandibi gibi oluyor insan…
Hatta bir idare odası da vardı, üretilenlerin ve satılanların yazıldığı. Diğer fabrikalardan farkı, herkes 8 saat çalışıyor ve herkes eşit ücret alıyordu ama kadınlar 4 saat çalışıp aynı ücreti alıyordu. Yani erkeklerin iki katı ücret almış gibiydi. Bir de patron yoktu. MST-Topraksızlar hareketinin bir kooperatif fabrikasıydı. Küçük çiftçilerle ortak kurmuşlardı. Patron odası dahi yoktu. Yönetim odasında kendi afişleri asılıydı patron, müdür filan yerine. Bir de Che Guavera fotoğrafı vardı. Che bir el arabasında şeker kamışı taşıyordu. Çalışma bakanıydı o sırada…
Sütler, peynirler ve meyveli yoğurtlar, ananaslı, mangolu, papayalı, envai çeşit ve organiktiler. MST’nin işgal topraklarında ve küçük çiftçilerin bahçelerinde beslenilen hayvanların, ağaçların ürünleriydiler ve gerçektiler. En çok burası şaşırtacak sizi. Yani bilgisayarda tıklayarak üretilen sanal bir çiftlik olmaması. Sütlerin bayağı içilir, peynirlerin ekmeklere ve yine aynı toprakların buğdaylarından pişirilmiş ekmeklere sürülebilen -ince bir dilim ve çok çok süt kokan- ve Instagram fotoğraflarından, Facebook sayfalarından ibaret olmayan, tarih dizisi aktörlerinin ve Oscar yerine Nobel ödülü sahibi olmuşların reklam yalanlarına ihtiyacı olmayanlardı.
Çiftlik Bank çukuruna bu kadar insanın düşmesinde sadece çukuru kazanlar mı suçlu ? Küçük çiftçinin tohumlarını ulus ötesi tekellerden almak zorunda olduğu ve büyük marketler için aynı boy, aynı renk, tatsız, tabii ki çekirdeksiz mesela domates imal ettiği, süt fabrikalarının, et tesislerinin özelleştirildiği, devlet üretici birliklerinin, kooperatiflerinin bile tasfiye edildiği bir tarım sisteminde, geriye Çiftlik Bank'tan başka ne kalabilir ki? Bu bir neoliberal öyküden başka nedir ki ? Eğer küçük çiftçiler, köylüler hiçbir şey üretemiyorsa şarlatanların Bitcoin tarlasına razı olacaksınız.
Ve zaten herkesin kendinde olmayan şeyden, tutsakların özgürlükten, yoksulların paradan, muhafazakar politikacıların ahlaktan bahsettiği bu dünyada, lafla yürümeyen peynir gemilerimiz de karaya oturuyor artık…
Sonra bazı akşamları oturup bütün işçiler, üretici delegeleri, tüketiciler yani onlardan doğrudan satın alan işçi sendikaları, kadınlar ve erkekler üstlerinde MST yazan, süs kabağından oyulmuş kaplarıyla mate çayı içiyorlardı yine kendilerinin ürettiği ve ne kadar ürettiklerini, kazandıklarını, ne yapacaklarını, bir dahaki süt ve peynir fiyatlarını yani her şeyi konuşuyorlardı ve rom içiyorlardı şeker kamışından yaptıkları ve oldukça sert…