YAZARLAR

Ceza yüz kırk yıl olsa ne!

Cinsel saldırıda fail değil cinsel saldırıya uğratılan kadın ve çocuk gizlenmek, saklanmak, yer değiştirmek zorunda kalır. Hatta okullarda istismarı fark edip idareye, yargıya aksettiren öğretmenler başka illere tayin edilir, suçluların rahatı bozulmaz. Ailesinden ve toplumdan utanmaz bu ülkede cinsel saldırı suçluları.

“Sıradan çocuk davranışı” diyerek savunma yapmış beş yaşındaki çocuğu istismar ile suçlanan komşu. Oysa çocuğun, kahve içmeye gelen S.S.Y. adlı komşuya karşı gösterdiği alışılmadık tepkiler sayesinde istismarı fark etmiş aile.

Çocuk istismarında “her yer suç mahalli” ve çoğunlukla çocuğun tanıdığı, güvendiği, otorite saydığı yetişkinler suçlu olduğundan kolay değil ailelerin istismarı fark etmesi. Küçücük çocuğun yaşananları anlamlandırıp anlatabilmesi de mümkün değil. Alışılmadık davranışların, davranışlardaki değişikliklerin iyi gözlemlenmesi gerekiyor. Antalya 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen dava da, aile, çocuğun davranış değişikliğini görmezden gelmediği için açılabilmiş. Beş yaşındaki bir çocuğun bilmesi, hayal etmesi, uydurması mümkün olmayacak detaylar yer almış, uzman görüşmesiyle oluşturulan çocuk beyanında. Adli tıp raporu istismarı tespit etmiş. Savcı, hürriyetinden yoksun kılma ve çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçlaması ve 15 yıl hapis talebiyle açmış davayı. Ancak oybirliğiyle beraat gelmiş.

Zanlı hem komşu hem de tutuksuz yargılanmış zaten. Bir de beraat kararı çıkınca mahkemeden çocuk ve ailesinin terki diyar etmesi kaçınılmaz. Cinsel saldırıda fail değil cinsel saldırıya uğratılan kadın ve çocuk gizlenmek, saklanmak, yer değiştirmek zorunda kalır. Hatta okullarda istismarı fark edip idareye, yargıya aksettiren öğretmenler başka illere tayin edilir, suçluların rahatı bozulmaz. Ailesinden ve toplumdan utanmaz bu ülkede cinsel saldırı suçluları. Antalya’daki davada beraat kararı çıktıktan sonra S.S.Y.’nin ailesinin sevinç çığlıkları atması da aynı yaklaşımın tekrarı. Hâkimlerin inanmadığı deliller, toplumu ve suçlunun ailesini hiç ikna etmemiş. Halbuki zanlının savunmasında kullandığı iki cümle kan donduracak cinsten.

Cinsel istismar suçları hakkında azıcık bilgi sahibi olan herkesin dikkatini çekeceği cümlelerden birisi başlarken kullandığım “sıradan çocuk davranışları” ifadesi. Sıradan davranış olamayacağını bildiğimiz o istismarcısıyla karşılaşan çocuk tepkisini, zanlıya çocuğun sıradan davranışı olarak düşündüren nedir? Bu soru neden mahkeme heyetinin aklına gelmez? Nasıl olur da bu cümle bende yarattığı “beynin yanması” hissini ailesinde yaratmaz? Bu adamın çevresindeki çocuklar çoğunlukla benzer tepkiler verdiği için mi sıradan çocuk davranışı demiştir?

Oybirliğiyle beraat kararı veren mahkeme heyeti, hiç değilse bu dava süresince çocuğun nitelikli cinsel istismarı olaylarının karakteristik özellikleri üzerine araştırma yapsa, uzman görüşlerini ve adli raporunu dikkate alırdı. Hadi almadı diyelim, hiç değilse savunmada geçen “benim hiçbir zaman kötü niyetim olmadı” cümlesinin taşıdığı yüklü manaya dikkat etseydi bile veremezdi o beraati. Hangi cinsel şiddet faili, suç olan eylemini “kötü niyet” olarak tanımlamıştır ki? Çünkü bu suç herkesin bildiği ama bilmezden geldiği belli bir zihniyetin ürünü. Hiçbir zaman kötü niyet taşımadan çevresindeki kim bilir kaç çocuğun, sıradan çocuk davranışı olarak sunmaya kalkıştığı, o istismarcısıyla karşılaşan çocuk tepkisine sebebiyet verdiğini? Çocuğunu görmezden gelmeyen yürekli bir aile beraat kararıyla yıkıldıktan sonra çevredeki başka aileler fark etse bile saldırıyı yargıya taşıma cesareti gösteremeyeceği için kimse bilemez tabii.

YARGI VE İDARENİNİ UYUMLU İSTİSMAR DANSI

Antalya’da verilen yargı kararıyla aynı günlerde meclise gönderilen istismar düzenlemesi, idare ve yargının uyumu yönünden hem zamanlamasıyla hem içeriğiyle ibretlik örneklerden...

Haftalarca çalıştıktan sonra ancak cezaların 40 yıla çıkarılması gibi mucizevi çözüm(!) üretme becerisine sahip idarenin yargısı da, takdir indirimi gerekçesi yazmaktansa delil yetersizliğinden beraat gerekçesi yazmayı tercih eder. Çocuğun cinsel istismarı suçunda aranacak somut delil kriterlerinin, diğer adli vakalardan çok farklı olacağını hesap edebilecek uzman mahkemeler olmadığı sürece böyle. Tabii haftalarca konuşup da cinsel suçlarda zaman aşımını kaldırma gereğini idrak edemeyen altı bakanlık, tıpkı aile mahkemeleri gibi çocuk mahkemeleri kurulmasını önerecek değildi.

2017 Kasım'ında gece yarısı sunulup da toplumsal tepki nedeniyle geri çekilen önergeyi, el çabukluğu marifetiyle gözlerden gizleyerek yeni düzenlemeye sokuşturabilmek için harcanmış onca emek. Adalet komisyonuna sunulmuş olan meşhur düzenleme, 15 yaş altında kalan çocuklara yönelik istismar suçuna verilecek cezaları belirlerken 12 yaş kademesini getirdi, en başta söyledikleri ve beklendiği gibi.

Göz bağcılığı misali çocuğun cinsel istismarı suçuna verilen cezaların arttırılmasıyla sunulan düzenleme, 12 yaş kademelendirmesini getirirken tıpkı o malum önergede talep edildiği gibi cebir ve şiddet şartına bağlamış suçu. Gece yarısı önergesinde "cebir ve şiddet olmadan" deniyordu; tasarının şimdiki halinde “cebir ve şiddet olduğu” ifadesiyle ceza takdir edilmiş.

12 yaşını tamamlayıp 15 yaşını doldurmamış çocuklara yönelik her türlü cinsel davranışın çocuk istismarı sayılabilmesi için ön koşul olarak getirilen cebir ve şiddet kavramının, psikolojik baskı ve zorlamaları içermediği çok açık. Aldatma ve yönlendirmelerin hiç dikkate alınmayacağı da tasarının bu haline bakılarak anlaşılıyor. 12 yaş üstü çocuklar için rıza sorgusunun yolu açılıyor demek yetersiz. Çocuklarımız tecavüz karşısında savunmasız bırakılıp istismara açık hale getiriliyor. Sonra da övünülüyor cezaları 40 yıla çıkarmakla ki bu da infaz yasasını bilenler için bir başka göz bağı.

Bir de 15 yaşını tamamlamış çocuklarımızın istismarını suç saymak için getirilen silah kullanma şartı var ki, içler acısı. Silah kullanmadan 15 yaşındaki çocuklarımızı istismar edenlerin suçlu sayılamayacağı sonucu çıkaracak bir düzenleme. Yeşilçam filmlerinde kalan o iğfal etme kavramını mumla arayacak hale geldik. Gafil avlama, kandırma, aldatma, tuzak kurma yoluyla gerçekleşen cinsel saldırıları silah kullanılmadığı takdirde suç saymayan yüz karası bir düzenleme var karşımızda.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.